18 Aralık’ta ODTÜ’deki olaylarda daha yürüyüş sürerken polisin attığı biber gazının başına ifade etmesiyle yaralanan bir ODTÜ’lü, gittiği hastanede ise psikolojik şiddete maruz kaldı. Şikayetçi olmak niyetiyle gittiği hastanede fişlenen ve gözaltı korkusuyla kaçmaya başlayan ODTÜ öğrencisi, 18 Aralık’ta yaşananları, polis şiddetini ve baskıyı Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.

Röportaj: Doğu Eroğlu

18 Aralık’ta, yani Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve beraberindekilerin Göktürk-2 uydusunun fırlatma törenine katılmak üzere ODTÜ’ye geldiği gün neler oldu?

Erdoğan’ın kampüse geleceğinden o günün sabahı haberimiz oldu. Bir yürüyüş düzenleneceğini öğrendim ve belirlenen saatte korteje katılmak üzere Fizik Bölümü’ne gittim. Sıradan bir yürüyüş biçiminde başladı her şey; çatışma olacağını, bu derecede bir saldırıya uğrayabileceğimizi tahayyül bile etmemiştim. Yürüyüşün henüz beşinci dakikasında karşımıza polisler çıktı. Polisin mevzilendiği yokuşun üst kısmındaydık o sırada. Ben de yürüyen grubun ortalarındaydım. Polisi görmemin üzerinden 5-10 saniye geçmemişti ki kafama bir şeyin isabet ettiğini hissettim. Yanımdaki arkadaşıma dönüp, “Ne geldi başıma?” diye sordum. İlk atılan biber gazları bir arkadaşıma ve bana isabet ettiğini o panik anı geçince anlayabildik. Saldırıya uğrayacağımız o kadar aklımıza gelmiyordu ki, şaşkınlıktan başıma çarpanın ne olduğunu bile anlayamamıştım. Bırakın uyarıyı, daha polisi bile yeni görmüştüm o sırada.

Daha önce hiç yürüyüş veya eylemlere katılmış mıydın? 18 Aralık’ta geçmiş tecrübelerine kıyasla farklı olan neydi?

Ben daha önce de eylemlerde bulundum; hepsinde de polis eylemcileri uyarmıştı. Polis müdahalesi gerçekleşmesi halinde de biber gazları doğrudan eylemcilerin üzerine değil, etrafa atılıyor diye biliyorum, en azından benim gördüklerimde bu şekildeydi. Eylemcinin üzerine atılması safhası daha aşırı bir durum. Biber gazı kafama gelince ne olduğunu şaşırdım, kafamı tutarak arkalara doğru ilerledim. Bir yandan biber gazından uzaklaşmaya çalışıyordum, bir yandan da “Bayılır mıyım” korkusu yaşıyordum. 18 Aralık’ta ilk doğrudan üzerimize ateş açtılar. O bomba kafama tesadüfen gelmiş olamaz. Bir kortej halinde yürüyorduk ve doğrudan grubun üzerine atılmış olması lazım ki kafama gelsin. Gökyüzünden değil, dosdoğru karşıdan geldi yani.

Polisin saldırı anı.

Polisin saldırı anı.

Yürüyüşün hemen başında kafana gelen biber gazından sonra yaralanmanın ardından neler oldu?

Ondan sonra hastane süreci başladı. Önce ODTÜ’deki sağlık birimine gittim. Ambulansla hastaneye sevk edildiğim sırada, olay yerinden astım hastası birini alacağımızı söylediler. Eylemdeki arkadaşları arayıp bilgi aldığımda, “Buradan geçmeyin, polis ambulansa girip sizi alabilir” dedi. Zaten ambulansları polis bölgeye sokmuyordu. Anlayacağınız beyin kanaması geçirme korkusu yaşarken, bir yandan da polisin hasta olarak bulunduğum ambulansa girip beni almasından korkuyordum. Aynı korku hastanede de devam etti. O astım hastası arkadaşı da olay yerinden uzağa taşıyıp ambulansa getirmek zorunda kaldılar.

Polis saldırısının bir kaç saniye sonrası. Yürüyüşçü grup biber gazından ve tazyikli sudan kaçmaya başlıyor.

Polis saldırısının birkaç saniye sonrası. Yürüyüşçü grup biber gazından ve tazyikli sudan kaçmaya başlıyor.

Hastanede neler yaşadın?

Benim için asıl şiddet hastaneden sonra başladı aslında. Doktorlar yönünden hiçbir sıkıntı yaşamadım. Özellikle Tabipler Birliği’ne mensup bir doktor benle ve diğer arkadaşlarımla hem çok ilgilendi hem de destek oldu. Doktorlar önce acil serviste durumuma baktılar, sonra da başıma aldığım darbeden ötürü bir süre gözlemlemek için yatırdılar. Tesadüfen yanımdaki yatakta aynı eylemde yaralanmış bir polis ve yanında da yine polis olan refakatçisi vardı. Polislerin niyetini çözemedik ama bizle son derece kibar konuşuyorlardı. Durumu çok garipsedik elbette, aynı eylemden getirildiğimiz için çok çekiniyorduk onlardan.  Ortada soruşturma yürütüleceğine ilişkin bir emare yoktu ama bir anda gözaltı riskini hatırladık. Daha sonra doktorlar ziyaretçileri dışarı almak istediler. Orada birlikte olduğum arkadaşım da ben de kafamıza darbe aldığımız için yanımızda refakatçi olmasını istiyorduk ama izin alamadık. Aynı şekilde, refakatçi polisin de ayrılmasını istedik. Bana o sırada oksijen tüpü bağlandığı için tartışmaları takip edemedim. Polisle arkadaşlar tartışmaya başlamışlar, “Eğer biz çıkacaksak sizin de çıkmanız gerekiyor” demişler. Doktorlar da bunu onaylamış. Bunun üzerine polis, “Böyle bir muamele görmek istemiyorum, hastamı da alıp götürmek istiyorum” demiş. Bizle ilgilenen doktor, “O zaman ambulansınızı ayarlayalım, gidin” diye yanıtlamış. Polis, doktordan da böyle bir yanıt almasının verdiği sinirle, arkadaşımla tartışmaya başlamış. Sinirlenen polis, “Siz kimsiniz, ben devletim!” gibi cümleler dahi kurmuş. Daha sonra bu kişinin hastaneden kimlik bilgilerimizi aldığını öğrendik.

Kimlik bilgilerinizin polis tarafından alındığını nasıl öğrendiniz?

Bize bakan, Tabipler Birliği mensubu doktor yanımıza gelip, “Kimlik bilgilerinizi almışlar ama size bir şey sormalarına kesinlikle izin vermeyin. Böyle bir şeye hakları yok. Sizi buradan kesinlikle alamazlar. Buna yönelik bir şey olursa hemen bizi bulun” dedi. Anladığımız kadarıyla tartıştığımız polis hastanenin kayıt kabul birimine gidip, resmi bir talep veya yazışma olmamasına karşın kolayca kimlik bilgilerimizi almış. Bunu öğrenince panikledik; doktora, “Hastanede güvencedeyiz, ama çıktığımız anda gözaltına alınacağız. O zaman ne olacak?” diye sorduk. Arka kapıdan bizi çıkarabileceklerini söylediler. Bu tedirginlikle, gözaltı endişesiyle yaklaşık 3 saat hastanede kaldık. Bizle ilgilenen doktor bize karşı korumacı bir tavır takınmamış olsaydı  çok daha öncesinde farklı bir muameleyle karşılaşabilirdik. Gözaltına mı alırlardı, korkuturlar mıydı, tehdit mi ederlerdi bilemiyorum. Ama o olmasaydı bizim kimlik bilgilerimizin polise verildiğinden de haberimiz olmayacaktı.

Gözaltı korkusu yaşadığınız, polisle tartıştığınız sıralarda yürüyüş ve sonrasında başlayan süreçle ilgili bilgi alıyor muydunuz?

Evet, sürekli olarak arkadaşlarımla konuşuyordum. Şiddetin boyutlarını zaten anlamıştık, gözaltı olabileceğine ilişkin haberler geliyordu. Yaralanıp hastaneye götürülmem  üzerine arkadaşlarım benim durumumdan endişe ettiler, merak ettiler. Hastaneye gittikten sonra gelen telefonlar sonrasında ise ben onların durumundan endişe etmeye başladım. Çok ciddi darplar söz konusuydu.

Hastanede kaldığınız sırada kampüste neler yaşandığını sonradan öğrendiniz. Nasıl hikayeler duydunuz?

Yaralanmamdan sonra olaylar saatlerce sürmüş. Basında da yer alan çatışma görüntülerinin dışında başka korkunç olaylar da var. Örneğin TOMA’lar (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) oldukça hızlı şekilde yollarda devriye gezip alanda yaralanmaktan kaçan insanları taciz ediyorlarmış. Son sürat pek çok kişinin üzerine sürmüşler araçlarını. Koşarak kaçanlar araçların önüne düşüp öleceklerinden korkmuşlar. TOMA’lar bu şekilde devriye gezerken bir yandan da her gördüklerine su, biber gazı ve boya sıkıyorlarmış.

DSC00292

Bir de polisin bizzat uyguladığı darplar var. Arkadaşlarından uzağa düşen kişileri ormana dek kovalamışlar. Kalabalık bir öğrenci grubu bir tepeye doğru kaçmaya başlamış, polis de arkalarından kovalıyormuş. Yokuşu tırmanırken arkalarından sürekli düşen ve bağıran insanların sesleri, çığlıklar geliyormuş. Ama buna rağmen kaçmak zorunda kalmışlar, kimseye yardım edememişler. Grup en sonunda 20 kişi kadar kalmış. Bir yandan bir sürü insanı geride bırakmanın endişesini yaşıyorlar, bir yandan da gözaltına alınmaktan nasıl kurtulabileceklerini düşünüyorlarmış. Düşünsenize, arkadan polisler geliyor. Arkadaşınız olan insanlarla koşuyorsunuz, birileri çığlık atarak düşüyor ve dayak yemeye başlıyor ama koşmaya devam etmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü dönüp müdahale etmeye kalkışsanız başınıza ne geleceği belli değil. Gözaltına alınabilirsiniz, dövülebilirsiniz, hatta öldürülebilirsiniz. Basında olayları öyle bir veriyor ki, birileri ölse onu bile meşrulaştırabilirler. Aslında olaylar sırasında birilerinin ölmemesi de tamamen  de şans eseri. Ben de beyin kanamasından ölebilirmişim.

Hastanede yaşadıklarınıza geri dönelim. Adli olaylarda, darp ve yaralama içeren hadiselerde hastane polisi çağrılır ve işlem yapılır. Sizin durumunuzda neler yaşandı?

O konuda da çok çarpık bir durum söz konusu. İlk hastaneye geldiğimde, kayıt kabul biriminde durumumu anlattım ve “kafasına biber gazı kovanı çarptı” diye not düştüler. Ancak bu ibarenin bir kıymeti yok. Polis beni yatırıp dövmediği için darp raporu benzeri bir şey alamıyorum ve hukuksal bir süreç başlatamıyorum. O yüzden orada bir işlem yapılmadı. Ama hastane polisi gelip adımı, soyadımı ve telefon numaramı aldı. Bu bilgileri o kişiye neden verdiğimi hala bilmiyorum. Hastanedeki diğer arkadaşlarımdan da aynı bilgileri almış ama bizim dışımızdaki kimseye sormamış bunları.

Böylesi bir sebepten ötürü şikayetçi olamayacağını öğrendiğinde ne hissettin?

Bence benim için olayın en kötü yanı şuydu; yürüyüş sürerken kafama biber gazı yemiştim ve hastaneye giderken bunun hesabını sormaya kararlıydım. Ancak hastanede gözaltına alınma endişesi yaşamaya başlayınca kaçmaya başladım. Kendimi o kadar yalnız ve kötü hissettim ki… Gerçekten tek başımaydım. Haklıydım ve haklılığımdan emindim ama yapacak hiçbir şey yoktu; kaçmam gerekiyordu. Ondan sonraki günleri de gözaltı korkusuyla yaşadım. Oradaki polisle kavga etmeseydim kimlik bilgilerim alınmayacaktı ve şu anda biliyorum ki, adım eylemciler listesinde bütün bilgilerimle birlikte mevcut. Bu psikolojik halime rağmen kaçma dönemi başladı sonrasında.

Hastaneden çıktıktan sonraki günlerde neler oldu?

Kendi evime hiç gitmedim, farklı evlerde kaldım. Ailemi zaten arayamıyorum çünkü benim için endişelenmelerini istemiyorum. Telefonumu zaten kullanamıyorum. Kafama darbe aldım, tomografi çektirip, rapor aldım. Çok ciddi bir risk olmadığını biliyorum ama yatıp dinlenmem gerekirken evden eve koşuyordum. Başka evlerde kalmaya başlamamın üçüncü günü gözaltılar başladı. O sabah kaldığım evin kapısı çaldı. Sürekli beklemedeydik zaten. Çok tedirgin bir şekilde kapıyı açtık; neyse ki gelen polis değildi. Gelen arkadaşımız gözaltılar olduğunu söyledi. Bulunduğumuz ortamı terk etmenin daha tehlikeli olabileceğini düşünerek orada kaldım. Şu anda da benim için çok değişen bir şey yok. Kendimi hiç güvende hissetmiyorum ve muhtemelen bundan sonra da hissedemeyeceğim. En mağdur olduğum anda bana bunu yapan devlet başka zamanlarda kim bilir neler yapar?

İktidar çevrelerince ve basının önemli bir kısmınca kullanılan yöntem şu; bu tip “tasvip edilmeyen” olaylarla ilgili çeşitli iddialar ortaya atılıyor ve bu iddialar aksi ispatlanıncaya kadar doğru kabul ediliyorlar. Eylemcilerin beraberlerinde çeşitlik silahlar veya molotof kokteylleri bulundurduğuna ilişkin iddiaların sebebi ne?

Olaylardan sonra ODTÜ'den bir görüntü.

Olaylardan sonra ODTÜ’den bir görüntü.

Böylesi bir polis şiddetini kimsenin meşru görebileceğini zannetmiyorum. Bir kitleye, kitle harekete geçmeden saldırmak polisin yapacağı iş değildir. Oraya savaşmaya gidilmedi ki! Orada savaşan iki karşıt grup olarak bulunmuyorduk. Biz bir yürüyüş yapmaya gitmiştik, onlar da bizim güvenliğimizi sağlamakla yükümlüydüler. Polis, öğrenciye böyle bir şiddette bulununca bunun bir şekilde meşrulaştırılması gerekiyordu. Şu sıralarda çeşitli üniversiteler ODTÜ yönetimini ve öğrencileri kınayan açıklamalar yayınlıyorlar. O kınamaların hemen ardından ilgili üniversitelerdeki öğretim görevlileri ve öğrenciler kınamaları protesto ettiler. Çünkü iddialar çok komik. Böyle bir savaşı, polisin öğrenciye karşı açtığı savaşı meşrulaştırmak gerekiyor. Recep Tayyip Erdoğan bile açıklamalarında bocaladı. Aciz kaldı, konuşamadı. Burada ne gerekiyor? Öğrenciye iftira atmak gerekiyor.

ODTÜ Tayyip Erdoğan ve beraberindeki polislerle ilk defa yüzleşmiyor. Geçmişteki olaylarda da öğrencilerin ellerinde silah olarak kullanılabilecek hiçbir şey yoktu. 18 Aralık için de aynısı geçerli. Ayrıca şöyle bir durum daha var; diyelim ki bir eylem oldu ve polis müdahalesiyle karşılaştınız. Polis sizi gözaltına aldığı takdirde, haklı veya haksız da olsanız, yanınızda aleyhinizde delil oluşturacak şeyler varsa suçlu durumuna düşersiniz. Artık tüm öğrenciler bunu biliyor, sayelerinde öğrendik. Limon bile suç aleti sayılırken kimse yanında molotof kokteyli taşımak gibi bir salaklık yapmaz. Kaldı ki niçin molotof taşıyalım? Ben normal bir öğrenciyim. Hepimizin çantalarında ders notları, kitaplar vardı. Aramızdan en tedbirlileri kampüste polis olduğunu haber alıp yanında limon getirenlerdi. Çantalardaki en eylem odaklı nesne limondu yani. Molotoflarla geldiler iddiaları nereden çıkıyor hiç anlayamıyorum.

Peki bütün bu iddialar bu denli ciddiye alınırken, demokratik bir yürüyüşün cebren engellenmesini, polisin uyarıda bulunmadan gruba saldırı düzenlemesi niçin yeterince ciddiye alınmadı?

Bunun da basının işi olduğunu düşünüyorum. Basındaki görüntülerde yürüyüş gösteriliyor; kortej geliyor, görüntüler o anda kesintiye uğruyor ve bir anda çatışma görüntülerini izlemeye başlıyoruz. Yani polisin gruba saldırdığı an çoğu kayıtta yer almıyor. Kurguda o kısım bilinçli olarak atlanmış. Görüntüleri olduğu gibi göster, hiç değilse insanlar karar versin.

Basın da sağolsun, bu sürecin destekçisi oldu. ATV, “ODTÜ Göktürk 2 Uydusuna Karşı” diye haber yaptı. Belki de gruptakilerin önemli bir kısmı Tayyip Erdoğan’ın Göktürk 2 uydusuyla ilgili bir programa katılmak üzere kampüse geldiğinden haberi yoktu. Bizim Göktürk-2 uydusuna karşı olduğumuz yönündeki iddialar çok komik. Protesto edilen uydunun kendisi değil, Recep Tayyip Erdoğan idaresinin savaş yanlısı, bilim düşmanı politikalarıydı.