İlk yayın: 2 Eylül 2011 @ homoinsurrectus.wordpress.com

2010 sonunda Amerikan diplomatik yazışmalarını yayınlayarak dünyayı karıştıran Wikileaks organizasyonu yeniden Türkiye gündeminde öne çıkacak gibi gözüküyor. Organizasyon, diplomatik yazışmaların ortaya çıkmasıyla birlikte Amerika Birleşik Devletleri, ulusal hükümetler ve ulusötesi kuruluşlardan büyük baskı görmüştü. Wikileaks organizasyonuna ve Julian Assange’a yönelebilecek her türlü tehdidi engellemek için, Amerikan diplomatik yazışmalarının büyük bir kısmı dünya kamuoyuna sunulmamış, “sigorta” olarak adlandırılan şifreli bir klasör tüm dünyadaki internet kullanıcılarına dağıtılmıştı. Wikileaks’in açıklamasına göre, organizasyon veya Assange hayati bir tehdit altına girdiği vakit klasörün şifresi açıklanacak ve kullanıcılar saklı tutulan içeriğe erişebileceklerdi.

Türkiye saatiyle sabaha karşı 04:00 sularında, Wikileaks’in “sigorta” isimli şifreli klasörün (insurance.aes256) içeriğine erişilmesine imkan veren kodu yayınladığı haberi geldi. Kısa süre içerisinde yayınlananın organizasyonun CableGate-2 adını verdiği yazışmalar klasörü olduğu, sigorta klasörünün bir süre daha gizemini koruyacağı anlaşıldı. Wikileaks, internette yaptığı çağrı aracılığıyla tüm internet kullanıcılarından klasörü yaygınlaştırmalarını istedi.

Amerikan diplomasisinin 45 yılına ışık tutma iddiasındaki klasörde Ankara’daki Amerikan birimleri ile Washington arasında geçen 4000’den fazla yazışma da bulunuyor. Yazışmalar, 1979 yılından Şubat 2010’a dek uzanıyor.

İşte Wikileaks’in açtığı Pandora Kutusu’ndan Türkiye ile ilgili satır başları:

26 Şubat 2010 — Balyoz Operasyonu: Başbakan Erdoğan’ın açıklamaları gerilimi tırmandırıyor. Genelkurmay Başkanı Başbuğ olaylar karşısında sükunetini korusa da içeriden baskı altında olabilir. İkili görüşmelerimizde, ordu mensupları hukuk çerçevesi dışına çıkmayacaklarını belirttiler.

23 Şubat 2010 — Ergenekon Davası: Davayı bir adım daha ilerletmek, kendini derin devletin anti-demokratik uygulamaları sebebiyle mağdur olmuş imajıyla sunmaktan hoşlanan AKP için iyi bir hamle olmayabilir. Hukuk kurumları, AKP’nin durdurulamaz ilerlemesi karşısında direnen son kale gibi gözüküyor. Fakat yargı, AKP’ye ordudan daha fazla zorluk çıkartabilir. AKP’nin Ergenekon saplantısı kendisine zarar verebilir.

22 Ocak 2010 — Türkiye-İsrail ilişkileri: Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkileri düzeltmek için hayal gücü ve yaratıcılık gerekiyor, bu özelliklerin de İsrail Ankara Büyükelçiliği personelinde bulunduğunu söylemek zor.

16 Aralık 2009 — Kürt Açılımı: AKP’nin, Kürtlerin hak ve güvencelerini sağlayacak reformları ivedi ve dikkatli bir biçimde meclisten geçirecek siyasi iradeyi toplaması lazım. An itibarıyla AKPli vekillerin çoğu açılımı destekliyor gibi gözüküyorsa da, kendi seçmenlerinin desteğini yitirmeden nasıl ilerleyeceklerini kestiremiyorlar. Muhalefetin eleştirisi, vekillerin meseleye olan arzusunu ve dikkatini azaltıyor. AKP’nin yapması gereken, acele etmeden ve hoyrat davranmadan adamakıllı reformları parlamentoya sunmak.

9 Kasım 2009 — Füze Kalkanı pazarlıkları: Büyükelçi Jim Jeffrey’den Ellen Tauscher’a yollanan belge, Türkiye’de yapılacak füze kalkanı görüşmeleriyle ilgili önemli noktaları içeriyor. En dikkat çekici ifade şöyle: “Türkler sisteme diğer ülkelerin hangi biçimlerde dahil edileceğini soruyorlar. Şimdiye dek yuvarlak cevaplar vermek zorunda kaldık. Türkler, bu projenin onlar olmadan gerçekleştirilemeyeceğini anlarsa, pazarlığı yokuşa süreceklerdir. Füze Kalkanı Projesi’nin önemli bir parçası olacaklarını hissettirmeliyiz, olmazsa olmazı olduklarını değil.”

20 Aralık 2002 (Belge 02ANKARA9058) — Wolfowitz ve Grossman Türkler’e Irak’a destek vermeleri için bastırıyor:

Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Grossman’ın Başbakan Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal ile yaptığı görüşmede ABD ve Türkiye’nin Irak konusundaki kırmızı çizgileri ifade edildi. Eğer Türkiye’nin koalisyona katılmakta ekonomik sebeplerden ötürü çekinceleri varsa, bu durumun Kongre’den çıkartılacak bir kararla çözülebileceği, Türkiye’ye maddi yardım yapılabileceği belirtildi. Türkiye’nin ABD’nin Irak’a açacağı savaşa katılması karşılığı Kongre’nin önerdiği paket açıklandı:

– 2 yıl boyunca yapılmak üzere, yıllık 2 milyar dolar yardım

– 1 milyar dolar değerinde petrol bağışı

– Amerikan askeri birimlerince tedarik edilecek 500 milyon değerinde erzak ve sarf malzemeleri

Türkiye’nin katılmaması halinde savaşın daha uzun ve maliyetli olacağı belirtildi. Türkiye’nin vereceği kararın haftasonuna (6 Aralık) kadar kesinleştirilmesi istendi. Abdullah Gül ise duyduklarına inanamadı. Türkiye ve ABD’nin on yıllardır stratejik ortak olduğunu ve bu ilişkinin derinleşerek sürdürülmesini arzu ettiğini, fakat henüz güvenoyu alan hükümetin bu kararı alabilmek için zamana ihtiyaç duyduğunu belirtti.

Gül, Irak’ta zulme sebebiyet veren kötü bir rejimin görevde olduğunu ve Irak’ın sahip olduğu kitle imha silahlarının kendileri ve bölge için zararlı olduğunu söyledi. Yine de, savaşın engellenmesi gerekliliğine inandığını açıkladı. Böylesine bir kararın alınması için ne yazık ki zamana ihtiyaç duyduklarını belirten Gül, bu konuda kamuoyu oluşturulmasının süre alacağını söyledi. Türk ekonomisinin kırılgan bir dönemden geçtiğini, savaş ekonomisinin bu hassasiyetlere olumsuz etki yapabileceğini belirten Gül, yeni göreve gelen Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlıkları’nın konu hakkında değerlendirmede bulunması gerektiğini aktardı.

Bu noktada söz alan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal, ABD’nin önerdiği paketin Türkiye’nin altına gireceği yükümlülükleri karşılamadığını söyledi. Türkiye’nin önceliğinin Avrupa Birliği’ne katılım müzakereleri için tarih alınması ve Kıbrıs meselesinin çözümü olduğunu belirten Ziyal, 12 Aralık’taki Kopenhag Zirvesi’nden önce ABD makamlarına cevap veremeyeceklerini aktardı.

Elçi Grossman Kıbrıs çözümü ve AB’den tarih alınmasın konusunda ellerinden gelen desteği vereceklerini söyledi. Wolfowitz ise Ziyal’ın yardım pakediyle ilgili eleştirisine şöyle karşılık verdi: “Rakamlar sizin için ufak olabilir fakat hükümetimiz için daha fazlasını ifade etmektedir. Başkanlık makamı tarafında verilen bir taahhütü simgelemektedir.”

Toplantıda Türklerin karşılıklı standby anlaşması teklifi üzerinde duruldu. Hazine Müsteşarı Öztrak, Türkiye’nin Irak savaşına olası katılımı halinde karşılaşacağı ekonomik sonuçları aktardı: “Savaşın maliyeti, süresine göre 47 ila 58 milyar dolar arasında değişmektedir. Savaş neticesinde petrol ve doğalgaz fiyatları artacak, ihracat azalacak, turizm ve petrol boru hattı gelirlerinde düşüş olacaktır. Psikolojik etkiler ise tüketici harcamalarında azalış, vergi gelirlerinin düşmesi ve hükümetin sosyal güvenlik ve mülteciler için yapacağı harcamaların artması şeklinde sıralanacaktır. Faiz oranları %10 dolayında artacak, dolar karşısında Türk lirasının değeri %28 oranında gerileyecektir. Müdahale sonrasındaki belirsizlik ise olumsuz ekonomik etkiyi artıracaktır.”

Hem Öztrak hem de Ziyal, yapılacak bir standby anlaşması yoluyla duruma önceden müdahale ederek piyasalardaki etkiyi en aza indirmenin mümkün olacağını belirttiler. Finansal yardımın miktarı olarak ise 20 milyar dolar rakamı telaffuz edildi.

Wolfowitz ise standby yönteminin ilk teklif edilen pakete bir alternatif oluşturabileceğini kabul etti. Ziyal, standby planı hakkında ABD’nin uzman kişilere hemen danışmasını ve detaylı bir analiz yapılarak zaman kaybının önüne geçilmesini salık verdi.

Büyükanıt görüşmelerin ve ihtiyaçların ayırdında olduğunu ve yeni hükümete 9 Aralık’ta konu hakkında brifing vereceğini belirtti.

Wolfowitz üç farklı karara ihtiyaç duyulduğunu söyledi: 1) Müdahalenin adım adım planlanması, bölgenin analiz edilerek hazırlıkların başlaması, 2) Yabancı askeri birlikleri Türkiye topraklarından geçmesinin kabul edilmesi, birlikler en erken 4 ila 6 hafta süre içerisinde Türkiye’ye ulaşacaklar, 3) Askeri güç kullanılmasına ilişkin kararın alınması.

Büyükanıt, NATO’nun müdahalede ne tip bir rol oynayacağını sordu. Müdahaleye NATO çatısın altında katılınmasının Türkiye’nin işini kolaylaştıracağını belirtti. Wolfowitz, NATO’nun altyapı çalışmaları için destek verebileceğini ve Madde 5 uyarınca Türkiye’nin savunulması gerekçesiyle dahil edilebileceğini söyledi. Grossman ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1441 nolu kararının Türkiye’nin NATO şemsiyesi altında hareket etmesi için kolaylaştırıcı olabileceğini ekledi. Genelkurmay yetkileleri, ister mühendis ister piyade, her türlü asker sevkiyatının parlamentoda alınacak kararlara tabi olduğunu söyledi.

Baykal, dipolmatik ve barışçıl bir çözümden yana olduğunu, ancak müdahale kaçınılmaz ise aşağıdaki şartların mutlak surette sağlanması gerektiğini belirtti:

– Müdahale uluslararası hukuka uygun olmalıdır.

– Türkiye’nin üstlenmek zorunda olacağı maddi ve insani yükümlülükler karşılanmalıdır.

– Irak’ın sınır bütünlüğü korunmalıdır.

– Bölgede girişilecek her türlü eylem, Saddam tarafından anavatanları Kerkük’ten silinmeye çalışılan Türkmenler’in çıkarlarını da hesaba katmalıdır.

Gönül’le yapılan görüşme, kendisinin henüz Irak hakkında bilgilendirilmemiş olması sebebiyle oldukça anlamsız geçti. Gönül, 1441 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının ihlal edildiğinden emin olunması gerektiğini belirtti. Şu ana kadar Saddam Hüseyin’in 1441 sayılı karara aykırı hareket etmediğini belirten Gönül, asker sevkiyatı kararının son derece kritik olduğunu söyledi.

Wolfowitz ise Gönül’ü kamuoyunun olası bir Irak operasyonu hakkında endişelendirilmemesi gerektiği konusunda uyardı ve ekonomik sorunların çoğunlukla psikolojik sebeplerden ileri geldiğini söyledi.

17 Aralık 2002 (Belge 02ANKARA8996) — Savunma Bakanı Irak ile ilgili kararın bir kaç gün içerisinde verilmesini umuyor: Büyükelçi Pearson, Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile yaptığı görüşmede ABD’nin Irak’la ilgili planlarını anlattı; müdahaleyi destekleyen başka devletler de olduğu ve yeni bir Birleşmiş Milletler kararına lüzum görülmeden müdahalenin gerçekleştirileceği bildirildi. Bu süreçte Türkiye’nin de ivedi bir biçimde kararını bildirmesi gerektiği hatırlatıldı. Bakan Gönül ise parlamentonun oldukça yeni olduğunu, seçimler sırasında Irak meselesinin kamuoyunca tartışılmadığını ve konunun kamuoyunca özümsenebilmesi için zamana ihtiyaç olduğunu söyledi.

22 Kasım 2002 (Belge 02ANKARA8546) — Elçiliğin Türkiye’den Irak’a atropin ihracatını durdurma çabaları: Elçilik, 2002’den beri Türk resmi mercilerini Irak’a yapılan atropin (kimyasal saldırılarda panzehir olarak kullanılabilen kimyevi madde) ihracatını durdurmak için telkinde bulunduğunu belirtiyor.

22 Kasım 2002 (Belge 02ANKARA8532) — Abdullah Gül’ün ailesi: Belgede Gül ailesi hakkında kamuoyunca bilinen şeyler sıralanırken, dikkat çekici tek şey Abdullah Gül’ün kızı Kübra Gül hakkında. Belgeye göre, AKPli bir yöneticiden alınan bilgiye göre Gül ve Erdoğan aileleri arasında akrabalık bağı oluşturulmak isteniyor. Kübra Gül ile Tayyip Erdoğan’ın oğullarından birinin evlenmesi yönünde görüşmeler yapıldığı aktarılıyor.

15 Kasım 2002 (Belge 02ANKARA8252) — Resmi makamların DTÖ’nün tarım politikaları hakkındaki görüşleri: Tüketiciye bindirdiği yüksek maliyet yüküne rağmen, hükümetin öncelikli hedefi Türkiye’nin tarımsal olarak kendine yeter hale gelmesi. Hükümet yetkilileri, ülkenin kendi üretebilecekken yurtdışından gıda ithal etmesini istemiyorlar. Kırsal alanda yaşayan nüfus oranının hala yüksek oluşu ve işsizlik oranı düşünüldüğünde, hükümet, öncelikli görevinin tarım sektörünü desteklemek olduğunu düşünüyor. Hükümet tarım pazarlarının serbestleştirilmesinin olumlu bir gelişme olduğunu düşünmesine rağmen, kırsal kesimi sıkıntıya sokacak uluslararası politikalara destek verme eğiliminde değil.

8 Kasım 2002 (Belge 02ANKARA8079) — CHP’ye seçim sonrası otopsisi: Diğer ülkelerde sol partiler ezilenlerin ve görmezden gelinenlerin temsilcisi olmaktan gurur duyarken, Türk solunun CHP’ce temsil edilen kısmı, halktan kopuk ve sıradan Türk insanına neredeyse düşmanlık duyan elit kesimin hakimiyeti altında (Ankara milletvekili Yılmaz Ateş’in iftar davetini reddedişi ve küçümseyişi aktarılıyor).

Bütün başarısızlıklarına rağmen CHP parlamentoda kendisine yer buldu ve Kemalist aidiyetlerini azaltıp sosyal demokrat bir hüvviyete bürünme şansına sahip. Baykal, AKP iktidarıyla yapıcı bir çalışma sürecine girileceğini belirtiyor. Cumhurbaşkanı Sezer ile yaptığı görüşmenin ardından da Erdoğan’ın siyasi haklarını tekrar elde etmesini sağlayacak 76.madde düzenlemelerine destek vereceğini söyledi.

6 Kasım 2002 (Belge 02ANKARA7973) — Türkiye’ye verilecek 200 milyon dolarlık yardımın kesinleştirilmesi hakkında: Türkiye’ye yapılacak 200 milyon dolarlık yardımda oluşan gecikmeden elçiliğimiz endişe duymaktadır. FED (Amerikan Merkez Bankası) ve USAID (Amerikan dış yardım fonu) arasında bir takım teknik sorunlar oluştuğunun farkındayız. Türk hükümeti buradan gelecek meblağı, IMF’ye 7 Kasım tarihinde yapacağı ödemede kullanmayı planlıyor.

Endişemiz odur ki, kendi bürokratik sıkıntılarımız Türkiye’nin Afganistan’daki insiyatifi ele alarak Küresel Terörizm Savaşı’na katkı yapmasına engel olabilir. Türk Hazinesi, sekiz haftalık böylesi bir gecikmenin kabul edilemez olduğunu bildirdi. Bu gecikme, dış yardımdan ABD’nin sağlayacağı faydayı azaltmaktadır. Aradaki sıkıntıların acilen giderilip yardımın bu hafta içerisinde serbest bırakılmasını rica ederiz.

3 Kasım 2002 (Belge 02ANKARA7766) — Parlamentoda ezici AKP üstünlüğü, neredeyse üçte ikilik çoğunluk elde edildi: AKP’nin zaferi ve aradaki oy farkına rağmen CHP’nin meclise girmesiyle, yıllar sonra iki partili bir meclis meydana geldi.

Saat 02:00 itibarıyla AKP Başkan Yardımcısı Mercan, 367 sandalyeye ulaşmalarına yalnızca iki vekil kaldığını belirtti. Böyle olursa, Erdoğan seçim vaatlerini yerine getirebilecek; cunta tarafından oluşturulan 1982 Anayasası demokratikleştirilecek.

Seçimlerde kullanılan oyların %45’i meclis dağılımına etki etmedi ve bu oyların sahipleri temsil edilemedi.

Ecevit ve benzer görüştekiler, seçimlerden önce AKP’nin galip gelmesi halinde bir rejim krizi yaşanacağını öne sürmüştü. Lakin onlarla aynı fikirde olmayan yorumcular (Nazlı Ilıcak, vs.) ve işadamları (Sakıp Sabancı, Cem Boyner, vs.) sonuçların meşruluğunun ve AKP’nin merkez seçmeni temsil ettiğinin altını çiziyorlar.

1 Kasım 2002 (Belge 02ANKARA7726) — Genel seçimlere ilişkin analiz ve tahminlerimiz: AKP büyük bir galibiyet elde edecek. Parti’nin kendi yaptığı araştırmalar %30 oranını aşacağını gösteriyor. Önemli olan soru, AKP’nin anayasayı değiştirebilecek mutlak meclis çoğunluğunu elde edip edemeyeceği.

“Derin Devlet” in AKP’ye yönelen saldırıları, kamuoyunda ters bir algı yaratarak partinin daha da güçlenmesini sağlayabilir. Bu çabalar şu şekilde özetlenebilir: 1) YSK’nın Erdoğan’ı seçim dışı bırakması, 2) AKP hakkındaki olası kapatma davası, 3) Cumhurbaşkanı Sezer’in açıklamalarından, AKP’nin seçimi kazansa bile hükümeti kurma görevini alamayabileceğinin algılanması, 4) Hukuki düzenlemelerle AKP’nin önüne bir son dakika engeli çıkarılma ihtimali

CHP ikinci olsa dahi oy olarak oldukça geride kalacaktır. CHP kendini Kemalist koalisyonun önderi ve AKP’nin tek alternatifi olarak lanse ediyor. Fakat halk desteğini kazanmak ve merkez oyları almak için çok bir çaba harcadıkları söylenemez. AKP oyları geniş bir sosyo-politik tabana yayılırken, CHP seçmeni ise ortanın solundaki şehirlilerden ibaret.

CHP’nin kendi örgütü bile Baykal’a güvenmiyor. Zonguldaklı bir parti mensubu Baykal’ın hizipçi olduğunu ve ülkeyi batıracağını söylerken, Cumhuriyet Gazetesi’nden bir yazar ise Baykal’dan nefret etmesine rağmen CHP’ye oy vereceğini beyan ediyor.

Bir önceki hükümette yaptıkları yanlışlar sebebiyle DSP, ANAP ve MHP’ye duyulan güven yok olmuş durumda. Üç partinin de barajı aşması oldukça güç gözüküyor. Baraj altı kalması muhtemel DSP’nin alacağı oylar CHP’yi üzebilir. AB ve demokratikleşme yanlısı ANAP’ın barajı aşması, Mesut Yılmaz’a karşı oluşan büyük hayal kırıklığı sebebiyle zora girmiş vaziyette. MHP’nin kemik seçmen kitlesi ise Bahçeli’nin aşırı-milliyetçi vaatlerini tutamadığından yakınıyorlar. Yine de MHP’ye duydukları kesin bağlılık seçim gününde MHP’nin bir sürpriz yapmasını sağlayabilir. DYP’nin barajı aşması ise oldukça düşük bir ihtimal.

Motorola’yı dolandıran Cem Uzan’ın partisi Genç Parti bu seçimin sürprizi olabilir. MHP ile paylaştığı taban sebebiyle beklediğinden fazla oy alacaktır. Bağlantılarımızın bir kısmı Genç Parti’nin %10’luk seçim barajını aşamayacağını belirtse de, bazıları da partinin %12–14 bandında bulunduğunu ve CHP’nin ikinciliğini tehdit eder hale geldiğini söylüyorlar.

Kürt yanlısı DEHAP ise Kürtlerin çoğunlukta olduğu doğu ve güneydoğunun yanı sıra kentlere göçen Kürtlerden de oy alacak. Buna rağmen seçim barajına erişmekten bir hayli uzaktalar.

Belgenin yorum kısmında ise %10’luk seçim barajının işleri karmaşık bir hale getirdiğinden söz ediliyor. Seçimden sonra oluşabilecek parlamento iki partili de olabilir, altı partili de. Sonuç ve aritmetik dağılım ne olursa olsun, Türkiye’de gerçekleşecek büyük değişimler için hazırlıklı olmalıyız.

3 Eylül 1997 (Belge 97ANKARA8752) — PKK ve OHAL hakkında “özel” bir görüş: Belge, Özel Harekat bünyesinde görev almış bir devlet memuru ile yapılan görüşmeyi özetliyor. Bu kişiye göre PKK eylemliliğinde düşüş gözlemlendiyse de, örgütün varlığı tehdit altında değildir. PKK kuvvetlerinde gözlenen bir durum ise, geleneksel marksist ideolojiye ve liderliğin talimatlarına güvenen grup ile, dini motivasyonlara sahip olan kadrolar arasındaki mesafe giderek artmaktadır. Bu durumun ileride örgüt için sorun teşkil edebileceği belirtiliyor.

OHAL uygulamasının kaldırılmasının gerçekte bölgede herhangi bir değişikliğe yol açmadığı belirtiliyor, bunun sadece kamuoyuna yönelik siyasi bir manevra olduğu aktarılıyor.

Raporun sonunda ise Emniyet Teşkilatı’nın İslam’la olan ilişkisine değiniliyor. Emniyet’in TSK gibi İslam karşıtı bir yapıda olmadığı belirtiliyor. Polis kuvvetlerine olan bakış açısının ise bölgeden bölgeye değiştiği aktarılıyor; Ankara’nın dindar bir kısmı olan Sincan’da vatandaşlar polisi içlerinden biriymiş gibi değerlendirirken, laikliğin kalesi olan Çankaya’da polis kuvvetleri pek sevilmiyor.

10 Ocak 1997 (Belge 97ANKARA350) — Erbakan’ın insan hakları tasarıları: Belge, Erbakan’ın insan haklarıyla ilgili tasarılarını ele aldıktan sonra şu yorumla sona eriyor: “Erbakan’ca önerilen değişikliklerin çoğu, Çiller hükümeti tarafından 1996’da duyrulmuştu. Tasarının Erbakan’ı ilgilendiren kısmı, kendi seçmenine hitap eden başörtüsü özgürlüğü ve kurban derisine ilişkin düzenlemeler.”

18 Kasım 1996 (Belge 96ANKARA12278) — Türkiye’de şeriat işaretleri: Erbakan’ın seçimlerden güçlenerek ayrılması, şeriat rejiminin kurulması fikrine verilen desteği artırdı. Refah Partisi yöneticilerinden olan Kürt milletvekili Mehmet Fuat Fırat, Kürtlerin şeriata tabi olduğunu ve bunun Nakşibendi öğretilerinin bir sonucu olduğunu aktardı. Fırat’a göre, Kürtler ABD’deki gibi kendi dillerini kullanabilecekleri ve kültürlerini geliştirebilecekleri bir yasal zemin arzusunda. Fırat, bu özgürlüklerin şeriat rejiminde sağlanabileceğini belirtiyor.

24 Ocak 1996 (Belge 96ANKARA813) — Refah Partisi milletvekili Abdullah Gül ile görüşme: Gül’e genel seçimlere ilişkin değerlendirmeleri soruldu. Gül şunları söyledi: “HADEP’in kampanyası Refah Partisi’nin oy kaybetmesine sebep oldu. Fakat HADEP’in Türkiye genelindeki düşük performansı, sol yapılara sırt çeviren muhafazakar Kürtlere ulaşamadığını gösterir”, “Refah’ın Adil Düzen çağrısı kimi zaman abartılsa da partinin iktisadi konularda İslam ahlakına olan bağlılığı katidir.” Gül, Refah’ın Gümrük Birliği konusundaki gerçek düşüncesinin ise ANAP gibi olduğunu, seçmene hitap edebilmek adına bazı noktaların abartıldığını belirtiyor. RP’nin Gümrük Birliği’ne katılımı desteklediğini fakat bazı katılım koşullarını tekrar masaya yatırmak istediğini söylüyor.

Gül, Refah’ın beklediğinden az oy aldığını, bunun sebebinin de başarısız aday seçimleri olduğunu belirtiyor. Gül, bölgesel seçim barajı uygulamasının kaldırılmasının Refah Partisi’nin aleyhinde sonuç verdiğini söylüyor. Buna rağmen geçmişte uygulanan baraj uygulamasının eşitsiz olduğundan dem vuruyor.

Notun yorum kısmında ise Gül’ün, Refah Partisi’nin esinlendiği Avrupa Hristiyan Demokrat Parti modelinin Türkiye ayağı için yerinde bir lider adayı olduğu belirtiliyor. Gül’ün şimdiden etrafında bir grup topladığı ve parti içerisinde göstereceği gelişimin ilgiyle takip edileceği aktarılıyor.

24 Mart 1994 (Belge 94ANKARA3625) — PKK-ABD ilişkileri: Bize göre, PKK davasının haklılığını anlatmak için ABD ve diğer Batı ülkeleriyle görüşme çabalarını sürdürecektir. Diğer bir yandan, “Kürdistan Birlik Komitesi” Başkanı’nın Lefkoşe Elçiliği’nde yaptığı görüşmeden hemen sonra öldürülmesi ve PKK’nın sözcülüğünü yaptığını iddia eden kişilerce görülmemiz üzerine, Türkiye’deki tüm personelimizi PKK adına konuştuğunu iddia eden kişileri geri çevirmeleri için uyardık. Bakanlığın Avrupa’daki diğer elçilikleri de haberdar ederek benzer bir tavsiyede bulunmasını öneririz.

30 Mart 1988 (Belge 88ANKARA4266) — Siirt’te 9 kişinin ölümüyle sonuçlanan PKK saldırısı: Mahsun Korkmaz’ın 1986’da öldürülüşünün yıldönümünde gerçekleşen saldırı, güneydoğudaki direnişin dördüncü yılına girdiğini gösteriyor. Kış mevsimi boyunca PKK’nın köylere uygulanan terörist taktikler hakkında kendi içinde yoğun tartışmalar yaptığı biliniyor. Görünen o ki alınan karar terör faaliyetlerinin sürdürülmesi yönünde.

23 Temmuz 1986 (Belge 86ANKARA7641) — Türkiye-Irak ilişkileri: Türkiye, Ortadoğu’daki tehlike arzeden durumu yumuşatmak istiyor, son gelişmelerin Türkiye’nin Irak ile olan borç yapılandırma görüşmelerine sekte vurmasından endişe ediliyor. Türk hükümeti aynı zamanda alacaklarının ve petrol boru hattının tehlikeye girdiği izlenimi ortadan kaldırmak istiyor.

10 Eylül 1979 (Belge 79ANKARA6618) — İran-Irak-Türkiye ilişkileri: İran ve Irak sınırındaki Kürt hareketlerinin değerlendirildiği notta, Kürt hareketliliğini kontrol altında tutabileceği sebebiyle, Türkiye’nin İran’ın sınır bütünlüğünün korunmasını arzuladığı belirtiliyor. Notta, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Daire Başkanı Köksal’ın daha önceki bürokratlara nazaran Kürt Sorunu’nu tartışmaya daha açık olduğu yorumu yer alıyor.