İlk yayın: 23 Eylül 2011 @ homoinsurrectus.wordpress.com
İkinci WikiLeaks dalgasında, ABD yetkilileri ile El Cezire yöneticileri arasında yapılan toplantılara dair yazışmalar ortaya çıktı. Son on gündür oldukça karışık bir gündeme sahip olan El Cezire baskılara direnemedi ve genel direktör Kanfar istifa etmek zorunda kaldı. Aşağıda, El Cezire hakkındaki iddiaları sıralayan ama kuruma oldukça sempatiyle yaklaşan bir değerlendirmeyi bulabilirsiniz.
Wikileaks El Cezire Hakkında Ne Söylüyor?
Hızla büyüyen ve Arap Baharı’nın sesi olarak nitelendirilen Orta Doğu kökenli yayın grubu, zannedildiği kadar bağımsız mı? Omar Chatriwala — 19 Eylül 2011
El Cezire, ilk yayınını gerçekleştirdiği 1 Kasım 1996’dan beri Orta Doğu’yu etkisi altına almış durumda. Katar devleti tarafından finanse edilen kanal, ajanslara geçtiği haberler ve yaptığı söyleşilerle, ABD’nin Afganistan, Irak ve hatta Filistin politikalarını sert biçimde eleştirdi. Fakat WikiLeaks’in açığa çıkardığı son diplomatik yazışma dalgasında bulunanlar, özellikle İran ve Suriye basınında, El Cezire ile ABD hükümeti arasındaki olası gizli ilişkiyi gündeme getirdi.
ABD Doha Elçiliğinden gönderilen, Büyükelçi Chase Untermayer imzalı döküman, elçilikte görev yapan halkla ilişkiler yetkilisi ile El Cezire genel direktörü Wadah Kanfar arasındaki görüşmeyi ortaya koyuyor. Görüşmede Kanfar’ın, El Cezire’nin internet sitesinde yer alan ve ABD otoriteleri tarafından rahatsız edici bulunan yayınları yumuşatma ve kaldırma sözü verdiği belirtiliyor.
Çoktandır süregelen iddialar, El Cezire’nin kendini finanse eden devletin dış ilişkiler aparatı haline geldiğini belirtirken, daha önce ortaya çıkan bir ABD yazışması ise haber kanalını “Katar’ın en kıymetli siyasi ve diplomatik kozlarından biri” olarak betimliyor ve “ABD’nin diğer bölge ülkeleriyle bozulan ilişkilerini onarmak için bir pazarlık aracı olarak kullanılabileceğini” söylüyordu. Bir başka diplomatik yazışma ise, Senatör John Kerry’nin Katar’a yaptığı bir ziyarette, El Cezire ile ilgili yapacakları görüşmelerin karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesi için büyük önem taşıdığını söylediğini aktarıyor.
ABD diplomatik kaynaklarından elde edilen tüm bu bilgilere rağmen, hem Katar hükümeti, hem de El Cezire yönetimi, kanalın içerik bağlamında tamamen bağımsız ve dışarıdan müdahalelere kapalı olduğunda ısrarcılar.
Meseleye şüpheyle yaklaşanlar ise, kamuoyuna sızan son yazışmaları, El Cezire’ye dışarıdan müdahale edildiğinin kanıtı olarak kabul etti. Belgenin özet kısmında şu ifadeler yer alıyordu:
PAO [Halkla ilişkiler sorumlusu] 19 Ekim’de El Cezire Genel Direktörü Wadah Kanfar ile, son DIA [Amerikan Savunma Haberalma Kurumu] raporunda belirtilen El Cezire internet sitesindeki rahatsız edici içerik hakkında görüştü… Kanfar, ABD hükümetini rahatsız eden yayınların yumuşatıldığını ve iki ila üç gün içerisinde siteden tamamen kaldırılacağını bildirdi. Özetin sonu.
Kimilerince ABD-Katar işbirliğinin açık delili olarak değerlendirilen Ekim 2005 tarihli yazışmaya göre, Kanfar konuşmasına “raporları ediniş yöntemimizi düzeltmeliyiz” biçiminde devam ediyor ve ABD ile El Cezire arasındaki yazışmaların gizlilik ve titizlik içerisinde yapılması gerektiğine dikkat çekiyor.
Yazışmanın ilerleyen bölümlerinde ise, ABD hükümeti ve El Cezire arasında yapılan anlaşmaya çeşitli şekillerde atıfta bulunuluyor:
Kanfar, Ağustos ayına ilişkin gönderilen raporda, ‘Irak’ta Şiddet’ başlığı altında, ‘Kanal ile ABD yetkilileri arasında bir kaç ay önce yapılan anlaşmaya uyulmadığı…’ biçiminde bir cümle geçtiğini belirtti ve “anlaşma” kelimesinin ortada resmi bir mukavele varmışçasına kullanılmasına itiraz etti. Kanfar, yapılanın sözlü bir anlaşma olduğunu, resmi herhangi bir belge düzenlenmediğini hatırlattı ve ‘bir haber kuruluşu olarak, işimizin doğası gereği, resmiyette bu tip bir anlaşmaya imza koyamayız. İlgili metinde bu şekilde geçmesi bizi rahatsız etmiştir’ dedi.
Bütün bu tartışmaları bir kenara koyalım, yazışma, El Cezire’nin ABD hükümetinin emrine amade olduğu izlenimini doğuruyor. İran’ın haber servislerinden Press TV, bu verilerden yola çıkarak ABD’nin öteden beri El Cezire’nin internet sitesindeki yayınları kontrol ettiği sonucuna varırken, Arab Crunch isimli internet sitesi de benzer biçimde, bu dökümanların El Cezire’nin son yıllardaki taraflı Irak yayınlarına açıklık getirdiği görüşünde. Fakat, tartışmalara konu olan yazışma ve El Cezire’nin adı geçen diğer belgeler incelendiğinde durum farklı bir hal alıyor.
Şu sıralar Kanfar’a ulaşılamıyor, El Cezire ise henüz iddiaları resmi olarak yalanlamış değil. Fakat yaptığımız özel bir görüşmede kanala yakın bir kaynak, El Cezire üst düzey yöneticileri ve ABD yetkilileri arasındaki bu tarz görüşmelerin rutin bir uygulama olduğunu ve halen sürdürdüğünü belirtti. Farklı diplomatik kaynaklardan El Cezire’ye sık sık çeşitli şikayetlerin iletildiği fakat bunun her isteğin koşulsuz bir biçimde yerine getirildiği anlamına gelmediğini aktardı.
Diplomatik yazışmada, Kanfar’ın kimi noktalarda ABD hükümetiyle ters düştüğünü elçilik yetkilisine bildirmesi, bu yorumu belli bir noktaya kadar destekler nitelikte. Görüştüğümüz kişi, kendilerine bildirilenlerin çoğu zaman ufak tefek hatalar olduğunu, bunların hemen düzeltildiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Diğer husus, ABD’nin hoşuna gitmeyen yayınlara yer verilmesi meselesi ise bir yanlış anlaşılmadan ibaret. Böyle durumlarda ABD yalnızca bir sonraki raporunda memnuniyetsizliğini belirtir.” Dökümanlarda, Kanfar görüştüğü yetkiliye, kimi rahatsızlıkların giderilemeyeceğini söylüyor. Terörist gruplarca kayda alınan görüntülerin, haber değeri taşıyacak biçimde montajlanarak yayına konmasının kanal politikası olduğunu, bu konuda bir şey yapamayacaklarını belirtiyor. Buna ek olarak, yayına bağlanan kişilerin ve konukların ABD hükümetince hoş karşılanmayan konuşmalar yapmasını önleyemeyeceğinin altını çiziyor.
İnternet sitesindeki bazı yayınların ABD yetkililerince uygunsuz ve rahatsızlık verici bulunması ve Kanfar’ın üslubu yumuşatmayı kabul edişininin anlatıldığı döküman, El Cezire’nin Arapça edisyonunda yer alan ilgili yayını da özetliyor:
İnternet sitesi, kurşun deliklerinden paramparça olmuş kanlı kağıt tomarlarının olduğu bir görüntüyle açılıyor. Ziyaretçiler kurşun deliklerine tıklayarak on görgü şahidinin ifadelerine ulaşıyorlar.
Kanfar’a, sunumun tahrik edici olduğunu ve gazetecilik etiğine uygunsuz düştüğü söyleniyor. Kanfar ise durumu kabullenmekte güçlük çekse de, iç geçirerek internet sitesindeki görseli ve sunumu kaldırmayı kabul etti.
Uluslararası platformda, yaptığı yayınların kalitesi sıklıkla övgüye mazhar olsa da, El Cezire, özerk bir yapıya sahip olduğu tahmin edilen internet sitesinde yer verilen çeşitli yayınlar sebebiyle daha önce de geri adım atmak durumunda kalmıştı. 2007 yılında sitede bir anket düzenlenmiş ve okuyuculara Cezayir’deki El Kaide saldırılarını destekleyip desteklemedikleri sorulmuştu. Ankete katılan 30,000 kişinin büyük çoğunluğunun El Kaide’yi desteklediğini belirtmesi Cezayir basınında bir hiddet dalgası yaratmış, El Cezire ise El Kaide örgütünü meşrulaştırmaya çalışmakla suçlanmıştı. Daha sonra açıklama yapan site yöneticisi, bu tip bir ankete yer vermenin çok ciddi bir hata olduğunu, anketin kendi izni dışında yayınlandığını belirtmişti.
Şimdiye kadar ele aldığımız yazışma dışında, WikiLeaks, tarihleri Eylül 2005’ten Şubat 2010’a dek uzanan, ABD Doha Büyükelçiliği’nden gönderilen El Cezire başlıklı 30’dan fazla diplomatik belgeyi daha serbest bıraktı. Bütün bu yazışmalar incelendiğinde ise, gizli anlaşmalar yapan değil, mesleki kalite standartlarını oturtmak için uğraş veren bir kurumla karşı karşıya kalıyoruz.
Ele geçirilen en eski döküman, El Cezire’nin İngilizce yayın yapan uluslararası edisyonunun kuruluşuna işaret ediyor ve “Hasan ve Josh Şov” isimli bir pilot program hakkında bilgi veriyor. Genç yayın kuruluşunun gelişimine ilişkin öngörülerin aktarıldığı 2005 tarihli belge, kanalın operasyonlarını “kaos halindeki bir embriyo aşaması” olarak nitelendiriyor.
İlginçtir, belgede bahsi geçen ve hiçbir zaman yayına konmayan program, Irak Savaşı’nı anlatan 2004 yapımı belgeselle ünlenen eski piyade asker Josh Rushing ve savaş gazisi El Cezire gazetecisi Hasan İbrahim tarafından hazırlanıyordu. Dökümanı kaleme alan yetkili, İbrahim ve Rushing’in hala amatör seviyede olduklarını ve profesyonel nitelikte bir program hazırlayabilmeleri için zamana ihtiyaç duyduklarını belirtiyor.
Yayınlanan bir sonraki döküman, Kanfar’ın elçilik yetkilileri ile ilk buluşmalarından birini gözler önüne seriyor. Yazışmaya göre, elçiliğin halkla ilişkiler sorumlusu ile görüşen Kanfar, ABD’nin kullandığı “Teröre Karşı Savaş” kalıbının Bin Ladin’in deyişlerinden farksız olduğunu ve ayrıştırıcı bir biçimde “ya bizdensin, ya da bize karşı” mesajını ilettiğini, El Cezire’nin ise hiçbir tarafa mensup olmadığını söylüyor.
2005’te kaleme alınan bir başka döküman, El Cezire’nin kalite standartlarındaki yükselişe işaret ediyor:
Kanfar, her gün saat 13’te El Cezire kalite kontrol ekibi ile bir araya geldiğini ve kanalın etik kodu, yayın akışı, çalışma kalitesi ve tarafsızlığı üzerine tartışarak düzenli analizler yaptıklarını aktarıyor.
İlgili dökümanı kaleme alan yetkili, Kanfar’ın El Cezire’yi uluslararası gazetecilik standartlarına sahip bir kurum haline getirmekte kararlı olduğunu ve bu yönde gelebilecek her türlü eleştiriyi büyük bir mutlulukla değerlendirdiğini belirtiyor.
İzleyen süreçte, ABD elçilik yetkilileri El Cezire Kalite Kontrol biriminin şefi Cafer Abbas Ahmed ile de bir araya geliyorlar. Ahmed bu görüşmede, eski kuşak gazetecilerin kendilerine karşı direnç ve düşmanlık gösterdiğini, çalışmalarına şüpheyle yaklaştıklarını anlatıyor.
Yazışma, “Abbas’a göre, El Cezire’yi profesyonelleştirme işi oldukça zorlu bir görev” ifadesine yer veriyor ve karşılaşılan en büyük zorluğun, kurum çalışanlarının eski alışkanlıklarını terk etmede yaşadıkları zorluk olduğunu ilerini sürüyor. Yazışma şöyle devam ediyor:
Abbas’a göre, El Cezire önemli sayıda eski BBC muhabiriyle yola çıkmıştı, fakat bu kadro yıllar içinde diğer El Arabiya gibi kimi kanallardan gelen tekliflere direnemedi ve küçüldü. Abbas, kurucu kadrodan geriye yalnızca bir avuç gazetecinin kaldığını söylüyor.Kurumda çalışmayı sürdüren gazetecilerin pek çoğu devlet kanallarında tecrübe kazanmış televizyon muhabirleri. Bu kişiler her ne kadar pek çok önemli özellik barındırıyorlarsa da, Abbas’a göre, kurumun oturtmaya çalıştığı kimlikle çelişen bir gazetecilik kültürüne sahipler.
El Cezire’yi detaylı biçimde inceleyen uzmanlardan en azından biri, kurumun ortaya çıkardığı ürünlerin standartlarındaki farklılığın, El Cezire’nin yapısından kaynaklandığının farkına varmış gibi gözüküyor.
“El Cezire’nin Kültürü: Bir Arap Medya Devinin İç Yüzü” isimli eserin yazarlarından Muhammed Zayani (Katar Georgetown Üniversitesi’nde akademisyen olarak görev yapıyor), bilimsel çalışmalara göre kurumlarda en üst katmadan aşağıya bir takım şeylerin empoze edilmediğini, kurum kimliğini oluşturanın kurumda çalışan bireyler olduğunu söylüyor.
Zayani, El Cezire’de çalışan gazetecilerin oldukça geniş bir serbestliğe sahip olduğunu belirtiyor. Zayani’ye göre, bu durum çalışanları yaptıkları işlerde özgür kılsa da, aynı serbestlik kimi zaman El Cezire’nin kişilerin taraflı görüşlerinin etkisi altına girmesine de yol açabiliyor.
Bütün bunlar bir yana, El Cezire geçtiğimiz bir kaç yıl içinde her zamankinden de iyi tanınan, bildirdiği haberlerin güvenilirliği ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da dahil olmak üzere Batı’nın en yetkili kişileri tarafından kabul gören bir marka haline geldi. Kurum, Arap Baharı isyanlarını tüm gücüyle gündemde tuttu; Tunus, Mısır ve Libya’daki gelişmeleri bildirmek için en popüler programlar bile yayın akışından kaldırıldı. Kurum, burnunun dibindeki, yani Körfez’deki gelişmeleri görmezden gelmekle eleştirilmekten ise kurtulamadı.
Suriye konusuna gelelim. El Cezire, Suriye’deki göstericilerin hükümet tarafından şiddete maruz bırakıldığını ve acımasızca bastırıldığını duyurmasıyla birlikte büyük tepki çekti. Suriyeliler, El Cezire’nin ülkede olay çıkması için tahrikte bulunduğunu dile getirdiler, bir basın kuruluşu ise Katar merkezli kanalın isyan görüntülerini bir film stüdyosunda oluşturduğunu iddia etti. Elbette, El Cezire hakkındaki yazışmaların ortaya çıktığı böyle bir dönemde, kurumun ABD hükümetinin sözcülüğünü yaptığı gibi iddialarla itibarsızlaştırılmaya çalışılması şaşırtıcı gözükmüyor.
Çeviren: Doğu Eroğlu