Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Barış Barışık, 18 Aralık’ta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ODTÜ’ye ziyaretini protesto etmek isteyen gruptaydı. Polisin saldırısı üzerine başlayan olaylarda, başına isabet eden biber gazı bombasıyla yaralandı. Beyin kanaması geçiren, 16 gün hastanede yatan Barış Barışık, polis şiddetini Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.

Röportaj: Doğu Eroğlu

18 Aralık 2012’de neler oldu? ODTÜ’deki hareketlilikten ne şekilde haberdar oldunuz? ODTÜ’ye giderken polisin alacağı önlemlerin sertliği konusunda bir tahmininiz var mıydı?

Recep Tayyip Erdoğan’ın ODTÜ’ye gideceğini arkadaşlarımdan öğrendim. 2 yıl önce de Erdoğan’ın ODTÜ ziyareti olaylı olmuştu; bu sefer daha sert önlemler alınabileceğini tahmin ederek gittik. 2 yıl önceki eylemlerde orada değildim ama polislerin intikam arzusunda olduğunu biliyordum. Daha güçlü bir şekilde üniversiteye sahip çıkmak amacıyla gittim, eyleme katıldım. Çatışma çıkabileceğini tahmin etmiyor değildik. Polisle aramızda yazılı olmayan, gizli bir anlaşma vardır sanki; polisin ne zaman müdahale edeceğini, ne zaman çatışma çıkacağını az çok biliriz. ODTÜ’de de bir müdahale olabileceğini bekliyorduk ve biber gazının etkisini azaltmak için yanımızda limon ve çeşitli karışımlar getirmiştik. Basında iddia edildiğinin aksine, yanımızda herhangi bir silah yoktu. Yani saldırmak için değil, bize yönelen saldırının etkilerini hafifletmek için hazırlanmıştık.

Yürüyüş barışçıl bir şekilde sürerken polisin engellemesiyle karşılaştınız. Polisin ilk saldırısı sırasında neler yaşandı?

ODTÜ’de toplandık ve çok geçmeden protesto yürüyüşü başladı. Yürüyüşün başlamasının üzerinden 5-6 dakika geçmişken, yola barikat kurmuş polislerle karşı karşıya geldik. Polis yığınağı ile aramızda hala 50-60 metre vardı. Biz bir yokuşun başında, polis de yokuşun alt kısmındaydı. Aşağıya doğru inmeye başladığımızda polis taarruza geçti ve dört taraftan biber gazları yağmaya başladı.

Yürüyüş sürerken polisin saldırıya geçmesi üzerine, yürüyüş grubu geldiği yöne doğru çekiliyor.

Yürüyüş sürerken polisin saldırıya geçmesi üzerine, yürüyüş grubu geldiği yöne doğru çekiliyor. Fotoğraf: Doğu Eroğlu

Polis saldırdığı sırada yürüyüş grubunun orta kısmındaydım. Hiç beklemediğimiz bir anda, daha doğrusu hiç ummadığımız bir şiddette saldırdı polis. Üstelik herhangi bir uyarıda da bulunmadan. Polisin tuttuğu yoldan geriye çekildik. Hem geri çekildiğimiz taraftan, hem de başka bir yönden yoğun bir saldırı başladı. Devamlı ses bombaları ve biber gazı atıyorlardı. Neredeyse 10 saniyede bir biber gazı atıldı üzerimize. 4 saat boyunca saldırılarını sürdürdüler.

Biber gazına ilişkin şimdiye kadar gördüklerimiz, polislerin kalabalıkları dağıtmak için gaz bombalarını havaya attıkları yönündeydi. Ancak 18 Aralık’ta ODTÜ’de pek çok kişi biber gazı bombalarının vücutlarına isabet etmeleri sonucu yaralandı. Buna tesadüf diyebilir miyiz?

Polis biber gazını 45 derecelik açıyla havaya sıkmak yerine, bizi hedefleyerek yere paralel biçimde ateşliyordu. İlk saldırı anında da bu yaşandı; hiçbir uyarı olmadan biber gazlarını doğrudan yürüyüş grubunun içine yönelttiler. Polisin yürüyüşe müdahale ettiği ilk andaki yöntemiyle, benim ve başka arkadaşlarımın da yaralanmasına yol açan yöntem aynı olduğu için, bunu tesadüf olarak değerlendiremiyorum. Polisin bize zarar vermeyi hedeflediğini fark ettim tabii, ancak olayların sıcaklığıyla ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilemedim. Her yandan biber gazı dumanı geliyordu; nefessiz kalmıştım, midem bulanıyordu, kusmak istiyorum ama kusamıyorum da… İlk müdahalede kalabalığa hedef gözeterek biber gazı bombaları gönderdiklerini gördüm ama can havliyle o saldırıdan kurtulmaktan başka bir şey düşünemedim…

Yürüyüşe katılanlar, polisin yere paralel biçimde attığı biber gazı bombalarından korunmaya çalışıyorlar. Fotoğraf: Doğu Eroğlu

Yürüyüşe katılanlar, polisin yere paralel biçimde attığı biber gazı bombalarından korunmaya çalışıyorlar. Fotoğraf: Doğu Eroğlu

Daha önce herhangi bir yürüyüşe veya eyleme katılmış mıydınız?

Evet katılmıştım. Katıldığım, demokratik hakkımı kullandığım eylemlerin çoğunda polislerin usulsüz müdahaleleriyle karşılaştım. Ancak bu kadar sertini hiç görmemiştim. Çok da şaşırdım açıkçası. Bu kadar büyük bir çatışmaya ilk defa şahit oldum.

Olayların hangi safhasında yaralandınız?

Tayyip Erdoğan’ın programı bitmiş olacak ki, 4 saatin sonunda polisler çekilmeye başladılar. Biz de polislerin kampüsten ayrıldıklarından emin olmak için peşlerinden gitmeye başladık. Bizim üzerimize biber gazı ve su sıka sıka gidiyorlardı. Aynı sırada TOMA’lar da su sıkıyorlardı. Çekilen polislerle aramızda yaklaşık 40 metre olduğu bir sırada, polis grubunun bana baktığını gördüm. Tam da o anda kafama bir darbe geldi. Darbe önümden geldi, arkamdan değil. Biber gazının yaklaşık 200 metre mesafeden atılması gerekiyor, oysa polisle aramda 40 metre vardı ve başımdan vuruldum. Bu da biber gazını hedef gözeterek, yaralama maksatlı kullandıklarının kanıtıdır.

Polisin saldırısıyla başlayan olaylar, en sona dek büyük bir sertlikle sürdü. Polis şiddetine uğrayanlar, polisin plastik mermi kullandığını da dile getirdiler. Bu sertliğin sebebi neydi?

Bir intikam duygusuyla geldikleri belliydi. Gaz bombası başıma isabet ettikten sonra yere düştüm. Beni oradan uzaklaştırmak isteyen arkadaşlarım hemen geldiler. Arkadaşlarım beni taşırken, polisler ise beni taşıyanlara nişan alarak gaz bombası atmaya devam ediyordu. O kadar hınçlı ve kin dolulardı. Çağrılan ambulansı bile yanımıza yaklaştırmadılar.

Kafanıza biber gazı bombası isabet ettikten sonra durumunuz nasıldı? Hastaneye nasıl götürüldünüz?

Bomba kafama gelince kanlar içinde yere yığıldım. Arkadaşlarım otostop çekti ve duran bir özel arabayla hastaneye gidebildik. Polisin engellenmesi yüzünden çağırdığımız ambulansa binemeyince böyle bir çözüm bulundu. O sırada şuurum da tam yerinde değildi, gidip geliyordu. Beni taşıdıkları sırada arkadaşlarımın, “Eğilin, bomba atıyorlar!” dediklerini hatırlıyorum mesela. Önce Bayındır Hastanesi’ne götürüldüm. Beyin kanamasına bağlı kriz geçirince, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gönderdiler ve orada yoğun bakıma alındım.

Barış Barışık’ın yoğun bakımdan çıktıktan sonra, hastanede çekilmiş bir fotoğrafı.

Normal bir hastanın 9 gün yoğun bakımda kalması, 3 hafta da müşahede altında klinikte tutulması gerekiyor. Ama genç olmam ve metabolizmamın kuvvetli olması sebebiyle 4 gün yoğun bakımda, 12 gün de klinikte kaldıktan sonra taburcu oldum. Benzer travmalarla gelenler çok daha uzun süreler hastanede kalıyorlarmış yani. Başıma aldığım darbe ve beyin kanamasının yarattığı ilk etkiden kurtuldum ama epilepsi riski olduğu için ilaç tedavisine devam ediyorum. Beyin kanaması geçirdiğim için artık tüm yaşamım boyunca daha dikkatli davranmam gerekecek. Düzenli olarak kontrollere gideceğim elbette. Ancak ileriki yıllarda bu travmanın başka sağlık sorunlarına yol açıp açmayacağı henüz belli değil.

Hastanede geçirdiğiniz sürede pek çok farklı kesimden ziyaretçileriniz oldu. Kimler ziyaretinize geldi?

O hafta benim ziyaretime kimlerin geldiğini açıkçası tam hatırlayamıyorum. Geçici bir hafıza kaybı yaşadım. Ama yoğun bakımdayken her uyandığımda başımda bir milletvekili oluyordu. Daha çok da CHP milletvekilleri vardı. Geçmiş olsun dileklerini bildirdiler, olaydan duydukları üzüntüyü belirttiler.

Bu ziyaretler arasında en dikkat çekici olanı, sonraki günlerdeki gelişmeler de hesaba katıldığında, MHP Milletvekili Lütfü Türkkan’ın ziyaretiydi. Ziyarette neler konuşulduğunu anımsıyor musunuz?

O ziyareti hatırlıyorum. Kendini tanıttı, milletvekili olduğunu söyledi. Hangi partiden olduğunu sorduğumda, “Sen sevmezsin, söylemem” dedi. Ben de parti bağlılıklarının önemli olmadığını söyledim. Kendi kendime de düşünüyorum bir yandan, MHP ile AKP arasında kaldım açıkçası. Sonra MHP milletvekili olduğunu söyleyince teşekkür ettim kendisine. İnsanlık namına geldiğini, kendisinin de çocuk sahibi olduğunu söyledi, “Bu bir insanlık suçudur” dedi. Çok anlamlı konuşmalar yaptı aslında.

Polis şiddetiyle ilgili konuştunuz mu?

“Yapılanlar insanlığa yakışmaz, benim de çocuğum var” dedi ama polise ilişkin doğrudan bir tespiti olmadı. Geldi, güzel güzel konuştu. Ben de, her ne kadar düşüncelerimiz uyuşmasa da, ziyaretime geldiği için kendisine teşekkür ettim. Yakışıksız bir harekette veya söylemde bulunmadık.

Türkkan, ziyaretten iki gün sonra geri adım attı. Gelen tepkiler üzerine, “Ziyaret ettiğim şahsın, geçtiğimiz hafta A.Ü. Hukuk Fakültesi’nde milliyetçi- ülkücü öğrencilerin tertip ettiği bir konferansı hukuk dışı yöntemlerle sabote edenlerden biri olduğu bilgisine ne yazık ki sahip değildim. Tüm ülküdaşlarımdan özür dilerim” açıklamasını yaptı. İşler karıştı yani…

Aynen öyle oldu. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki ülkücüler, “Olaylar çıktığında bizi ziyaret etmiyorlar” diye veryansın ettiler. Benim hakkımda söylentiler çıktı. Onların yönlendirmesiyle, ülkücülerin baskısıyla böyle bir açıklama yaptı.

Ülkücüleri, Türkkan’ın ziyaretinden ötürü özellikle kızdıran şey neydi?

Türkkan’ın ziyaretinden bir kare.

Ülkücüler genellikle Cebeci’de çalışma yapmazlar. En son bir konferans düzenlediler ve bir saatlik etkinliğe katılanlara borçlar hukuku sertifikası veriyorlardı. Merak edip biz de gittik; müdahalede bulunmak gibi bir niyetle değil, olayın aslını görmek için oradaydık. Alperen ve Menzil tarikatına yakın bir grubun yardımıyla, herhangi bir geçerliliği olmayan bir sertifika programı düzenlemişler. Niye özellikle borçlar hukuku sertifikası veriyorlar onu bilemiyorum.

Konferans salonuna gittiğimizde, üniversiteyle alakası olmayan, yanlarında kesici aletler ve sallamalar taşıyan kişilerin orada olduğunu gördük. Olay çıksın istemediğimiz için dekanlıkla konuşup durumu bildirdik. Toplantının bitiminden sonra okul öğrencisi olmayan kişiler polis gözetiminde kampüsün arka kapısından çıkış yaptılar. Çıktıktan sonra da dışarıda slogan attılar. Olup biten bundan ibarettir.

Lütfü Türkkan’ın iki gün sonra yaptığı bu açıklamalar sizin için sürpriz oldu mu? Ne hissettiniz?

Maalesef çok şaşırmadım. Hastaneye ziyarete geldiğinde daha çok şaşırmıştım! O gün aklına ne estiyse artık! Farklı bir çıkış yakalamaya çalıştı belki de…

Olaylardan sonra basında çıkan haberlerde ve televizyonlardaki tartışma programlarında, genellikle şiddet olayları görmezden gelindi ve tartışmalar başka noktalara odaklandı. Olayların basın görünürlüğünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bana en çok yöneltilen ve basında da yer bulan sorulardan biri, Ankara Üniversitesi öğrencisi olmama karşın niye ODTÜ’deki yürüyüşe katıldığıma ilişkin. Oraya gitmemin sebebi çok basit; “ODTÜ’deki protestoyu ODTÜ’lü yapsın, Ankara Üniversitesi’ne kendi öğrencisi sahip çıksın” gibi bir düşüncem yok. Üniversiteleri bir bütün olarak görüyorum. Üniversitelerle siyasal iktidar arasında büyük bir kavga var ve biz tarafımızı belli ediyoruz. ODTÜ’de yükseltilecek bir mücadele Ankara Üniversitesi’ni de, Hacettepe Üniversitesi’ni de, Türkiye’deki diğer üniversiteleri de etkileyecektir. Bu açıdan baktığımda oraya gitme kararımın isabetli olduğunu görüyorum. Benim ve diğer Ankara Üniversitesi mensubu öğrencilerin oradaki varlığının basında bu kadar tartışılması ise şiddetin meşrulaştırılmasından, bir takım şeylerin üzerinin örtülmesinden başka bir amaç taşımıyor. Başbakan bir üniversiteye gidiyor, barışçıl bir gösteri sürerken 60 kişi yaralanıyor, pek çok kadın öğrenci tacize uğruyor. Üstelik bu söylediklerim Emniyet’in dağıttığı görüntülerde bile mevcut, nedense kimse o görüntülere itibar etmiyor. Korku mu demek lazım bilemiyorum… Öğrencileri eleştirmek, hükümeti ve polisi eleştirmekten daha kolay.

Basında yer bulan iddialardan biri de, polisin attığı biber gazı bombasıyla değil, öğrencilerin fırlattığı taşlardan birinin isabet etmesi sonucu yaralandığınız yönündeydi. Haberi yapan Cihan Haber Ajansı, bilginin kaynağının Ankara Emniyet Müdürlüğü olduğunu belirtmişti. Bu iddialar nasıl oluştu?

Emniyet ilk başta basın kuruluşlarından olaylar sırasında yaralananların görüntüleri olup olmadığını araştırmış. Basının elindeki kayıtlarda benim yaralandığım ana ait bir görüntü tespit edilemeyince bu iddiayı ortaya atmaktan çekinmemişler. Cihan Haber Ajansı’nın haberinde, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün bu bilgiyi verdiği belirtiliyor. Ancak ortada hiçbir kanıt yok; ne hastaneden ve doktorlardan bu yönde bir ifade var, ne de bu iddiayı destekleyecek görüntüler mevcut. Zaten yaralandığım sırada en öndeydim; öğrencilerin attığı bir taşla yaralanmış olsam darbeyi kafamın arkasından almam gerekirdi. Oysa biber gazı bombası kafamın ön tarafına, alnıma isabet etti. Doktorların belirttiği bir başka nokta ise taş izinin parçalı olacağı yönünde. Travma izinden kafama çarpan nesnenin biber gazı bombası olduğu anlaşılıyor zaten. Bildiğim kadarıyla yara yerinde biber gazı kalıntısı da bulundu, muhtemelen bu da raporlara geçecek.

Cihan Haber Ajansı'nın 20 Aralık tarihli haberi.

Cihan Haber Ajansı’nın 20 Aralık tarihli haberi.

Çeşitli üniversitelerin rektörleri, polisi değil, öğrencileri kınayan, olayların sorumluluğunu öğrencilere yükleyen açıklamalarda bulundular. 18 Aralık olaylarından fiziksel olarak en ağır etkilenen kişi olarak, üniversite yönetimlerinden gelen tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi rektörü, “Bana AKP’li olmayan bir rektör gösterin” dedi, tüm bu açıklamaları özetler nitelikte bir ifade. Tamamı cumhurbaşkanı tarafından atandığı için rektörlerden bu tür açıklamalar gelmesi normal. Başbakan’ın öğrencilere terörist demesi, onları yetiştiren öğretim üyelerine çıkışması da beni şaşırtmıyor açıkçası. Şiddet mağduruyken basın ve siyaset tarafından “terörist” olarak afişe edilmek ise son derece üzücü. Ölüm döşeğindeyken hakkınızda, “bunlar terörist, belli grupların güdümündeler, molotof kokteyli atıyorlar” diye iddialarda bulunulması son derece üzücü. İnsan bir yandan üzülüyor ama toplumsal muhalefete karşı bunların olduğunu biliyoruz. Karalama halinin sıradanlaşması daha da üzücü.

Tüm olanlardan sonra hayatınız nasıl değişti?

Okulda sınavlarıma giremedim en başta. Akademisyenler olayların sonrasındaki sürece yürüyüşlere ve basın açıklamalarına katılarak, bildiriler yayınlayarak destek verdiler. Giremediğim sınavlara da gireceğim önümüzdeki günlerde. Şimdilik okul hayatımda bir sıkıntı gözükmüyor yani. Okul yönetimi veya savcılık tarafından hakkımda yürütülen herhangi bir soruşturma olduğuna ilişkin bir bilgim de yok. İleride ne olur bilinmez elbette. Ancak ben 2 Ocak’ta hastaneden taburcu olurken şikayetçi ve mağdur sıfatıyla ifade verdim. İleriki süreçte açılacak bir dava için raporlar ve belgeler toplanıyor şu anda.

Bundan sonra nasıl bir hukuki süreç gelişecek?

Maddi ve manevi tazminat davası açılması için avukatlarım işlemlere başladı. Bana biber gazı bombasını atan polis memurunun kimlik tespitinin yapılması için de başvuruda bulunduk. Polis memurunun kendisinden ve talimat aldığı amirlerden şikayetçi olacağız.

Ailenizin tepkisi ne yönde oldu?

Onlar bu süreçte çok kararlı bir şekilde yanımda durdular, basın açıklamalarına katıldılar, polisin ve iktidarın tutumunu her fırsatta kınadılar. Aslında benim siyasi çizgimle aileminki arasında da önemli farklar bulunuyor; babam kemalist, annemse biraz daha liberal bir çizgide.

Aileler genelde çocuklarını, “Olaylara karışma, bu işlere bulaşma” diyerek toplumsal muhalefetten uzak tutmaya çalışırlar. Daha önce böyle konuşmalarınız olmuş muydu? 18 Aralık olayları ilişkinizi etkiledi mi?

Onlardan uzakta yaşadığım için zaman zaman endişeleniyorlar tabii. Daha önce beni hak arama mücadelesinden uzak tutmaya yönelik telkinlerde bulunmadılar. 18 Aralık’ta ciddi şekilde yaralandıktan sonra şakayla karışık, “Katılacaksan bari biraz arkalarda dur” demeye başladılar. Biraz da psikolojik baskı yapıyorlar; “Tutuklanırsan, anneannenin sağlığı da bozulur” gibi laflar işitmedim değil. Yine de yaptıklarımızı yanlış bulmuyorlar, arkamda duruyorlar.

18 Aralık’ta ODTÜ’de başlayan ve Türkiye’deki başka üniversitelerde de yankı bulan süreçten kim nasıl etkilendi? Toplumsal muhalefet herhangi bir kazanım elde edebildi mi?

18 Aralık olaylarıyla başlayan süreç, Başbakan’ı ve iktidarı köşeye sıkıştırdı. Olaylar 1 aydır gündemden inmiyor; buna karşılık onlar da, “Teröristler molotof atıyorlar, o öğrenciler okumaya gelmemişler” gibi ifadeler kullanarak bir itibarsızlaştırma kampanyası yürütüyorlar. Başbakan her gittiği yerde bundan bahsediyor. Biraz da suçluluklarını örtmek için yapıyorlar.

18 Aralık öğrenci hareketi için bir milat olacaktır bence. Son dönemdeki en önemli eylemlilik dönemlerinden birine, o gün yaşanan olaylardan sonra girildi. ODTÜ’de 8 bine yakın öğrenci yürüdü, önlerine gelen kağıtlara imza atıp ODTÜ öğrencilerini kınayan rektörlerin olduğu üniversitelerde işgaller yaşandı, rektörler protesto edildi. Üniversite mücadelesinin yükseldiği bir dönem başladı yani.

18 Aralık olaylarından sonra basında çıkan haberler sayesinde çok tanınır hale geldiniz. Son yıllarda gelenekselleşen ev baskınları ve uzun tutukluluklar gibi şeyleri düşünür oldunuz mu?

Bir mücadele verince insanın aklına bunlar geliyor tabii. Ben de “korkmuyorum” desem yalan olur, her insan gibi bu düşünceler beni de tedirgin ediyor. Bugün en demokratik şekilde talebini söylemek bile suçken, yüzlerce üniversiteli tutukluyken, insanın aklına gözaltı, tutukluk, işkence gibi şeyler devamlı geliyor. Basının ilgisini çekmek de bir yandan tutuklanma riskini artırıyor. Basın görünürlüğü demek, polisin ve devletin daha çok dikkatini çekmek demek. Biraz ön plana çıkan kişiler hakkında  hemen özel dosya oluşturuyorlar. Hastanedeyken de odanın önünde, etrafında pek çok sivil polis vardı. İçeri girip benimle de konuşuyorlardı sanki hasta refakatçisiymiş gibi. Çok da bir konuşma geçmiyordu tabii aramızda, tipinden konuşmasından polis oldukları anlaşılıyor ne de olsa.