Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’ndeki yemekhane zamları, durumun protesto edilmesiyle kısa zamanda tüm kamuoyunun tepkisini toplayan özel güvenlik terörüne dönüştü. Öğrenci Kolektifleri’nden Emre Güneş ve Güven Atbakan, üniversitelerdeki piyasacı dönüşümü, uğradıkları darpı, basın yoluyla ‘terörist’ ilan edilmelerini ve Osmangazi Üniversite’sindeki eylemliliği, Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattılar.
Röportaj: Doğu Eroğlu
Emre Güneş: Osmangazi Üniversitesi’nde her dönem bir şeylere zam gelir, okul içerisindeki otobüsler zaten paralı. Öğrencinin katılabileceği sosyal, kültürel etkinlikler de sınırlıdır. Kulüp kurmak için izin alınamaz, etkinlik düzenlenemez. Öğrencilerin büyük kısmı okullarından hoşlanmazlar anlayacağınız. Okuldaki siyasi atmosfer de sorunlu; bu olanlara dek fiziksel boyuta varmadıysa da, ciddi bir baskının olduğu söylenebilir. Bildiri dağıtmak, afiş asmak yasaktır.
Prof. Dr. Hasan Gönen’in 2011’de rektörlük görevine başlamasından sonra durumda bir değişiklik oldu mu?
E.G: Bu durum hep böyleydi, Osmangazi sol geleneği ve siyaset kültürü olan bir üniversite değil. Gönen’in göreve gelmesinden sonra da yeni bir şey olmadı. Ancak yeni yönetim okulda siyasi bir gelenek oluşmasını engellemeye devam etti. Yaşadığımız şiddet olayı da bunun bir göstergesi. Bu sene başında da herkeste bir yılgınlık vardı. Gönen döneminde de bu yılgınlıktan ötürü ciddi çalışmalar yapılmadı. Bildirileri bile, kampüsün içi yasaklı bölge olduğu için üniversitenin giriş kapısında dağıtıyorduk.
Gönen döneminde okul yönetiminin doğrudan protesto edildiği olmuş muydu?
E.G: Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer okula geldiğinde yaptığımız protestoda gözaltına alınmıştık. Birkaç gün sonra okulda konuyla ilgili bir basın açıklaması yaparken özel güvenlik görevlilerince taciz edilmiştik. Ancak büyütülecek bir durum yaşanmadı.
Bu dönemki hareketlilik yemekhane etrafında şekillendi. Osmangazi Üniversitesi’nde yemekhanenin durumu nedir? Öğrenci ve üniversite mensupları yemeklerin kalitesinden ve fiyatların erişilebilirliğinden şikâyetçiler mi?
Güven Atbakan: 4 senedir öğrenciyim ve yemekler hep kötüydü. Yemekhaneye gitmeden önce mutlaka birilerine, “Bugünkü yemekler yenilebilir mi?” diye sorarım. Okulda herkesin yöntemi budur; biri kobay olarak o yemeği yer, hala yaşıyorsa geri kalanlar da gitmeyi düşünürler. Yemeklerin durumu da belli; her gün içtiğimiz çorbanın rengi farklı ama tadını ayırt edemiyoruz. “Bugün ne çorbası var?” diye soran olursa, rengine göre cevap veriyoruz. Gerçekte ne çorbası olduğunu tanıyamıyoruz ki! Bu konuda arkadaşlarımız arasında ateşli iddialaşmalar bile oluyor; biri, “Bu yayla çorbası” diyor, öteki ise “Hayır, tarhana çorbası” diyor. Aslında çorba ikisine de benzemiyor. Bu söylediklerim yemeklerin kalitesiyle ilgili kısmı özetliyor sanırım. Porsiyonlar ise küçücük, kimse karnını doyuramıyor. Durum böyleyken, yemekhane fiyatları sene başında 1 lira 20 kuruştan 1 lira 30 kuruşa, bu dönem başında ise 1 lira 50 kuruşa çıktı. Buna ek olarak ikinci basış fiyatı da artırıldı; önceden ikinci defa yemek alındığında karttan 3 buçuk lira çekilirken şimdi 4 lira çekiliyor. Sabah yemek yedikten sonra akşama kadar okuldayım. İkinci defa yemekhaneye gitmek istersem 4 lira ödemek zorundayım. Okul zaten yemekhaneyi taşeron firmaya devretmiş durumda, firmaya yemek başı para öderken bile bizim verdiğimiz paralardan kar ediyorlar.
Yeni dönemle birlikte gelen zamma ilk tepkiniz ne oldu?
E.G: Okulda bildiri dağıtmak yasak olmasına karşın hazırladığımız bildiriyi yemekhaneye ve kantinlere dağıttık. Nitelikli, sağlıklı, ucuz beslenme talebinin bulunduğu bir de imza kampanyası başlattık. Okulumuzun öğrencileri genellikle bu tür kampanyalara isimleriyle iştirak etmekten çekinirler ama 20 bin mevcutlu okulda 5 bin imza toplamayı başardık. Üstelik bunu 4 gün gibi kısa bir sürede yaptık. 4 gün boyunca yemekhanedeki öğrenciler yemek saatlerinde bizi dakikalarca alkışladılar.
Osmangazi Üniversitesi’nde bildiri dağıtmak yasak mı?
G.A: Yeni YÖK disiplin yönetmeliğinde bildiri dağıtmak yasaklanmıyor. Osmangazi’deki fiili bir yasak; bildiri dağıtılacağı zaman güvenlik yanındaki sivil polislerle gelip taciz ediyor, dağıttırmıyor, rektörlüğe imzalatın diyor. Yemekhanede bildiri dağıtırken de devamlı kimlik sordular mesela. Her zaman bir bahane bulunuyor yani. Zaten güvenlikçilerden önce kantinciler bildiri dağıtımını engellemeye çalışıyor. Okul öyle bir baskı kurmuş ki… Kantinciler, “Bunu dağıtırsanız ben işimden olurum” diye geliyorlar. Emekçiyle bu şekilde karşı karşıya gelmek istemiyoruz.
Kampüsün içindeki sivil polis varlığı sıradan bir durum mudur? Dediğiniz gibi düşük siyasi profile sahip olan bir okulda niçin sivil polis var?
G.A: Siyasi bir gelenek başlamasın diye buradalar. Sivil gelir, özel güvenliklerin amiriyle bir köşeye çekilip görüşür. Güvenlik de sivillerin talimatıyla hareket ederler. Kampüsün içerisinde tıp fakültesi olduğu için, kampüse girişte öğrencilere kimlik kontrolü yapılmıyor. O yüzden de birincil taciz yöntemleri kimlik sormak. Yemekhaneye stant kurduğumuzda da bu sivillerin ve güvenliğin tacizleri devam etti; güvenlikler gelip “Arkadaşlar nasıl gidiyor, biz de yemeklerden şikâyetçiyiz” gibi laflar ediyorlardı. Havadan sudan konuşup gidiyorlar, dertleri o masanın başında durup öğrencilerin yanımıza gelmesini engellemek.
İlk yürüyüşün kararı nasıl alındı?
E.G: Bir toplantı yapıp yemekhane sorunlarını tüm öğrencilerle geniş katılımlı olarak tartışmaya karar verdik. Toplantıda okul yönetimine sunulacak talepleri kesinleştirdik. Okula yeni bir yemekhane için rezervasyon sistemi kurulması, böylelikle fazla yemeklerin çöpe atılmamasının sağlanması gibi olumlu öneriler sunulmasına karar verildi. O toplantıdan bir yürüyüş kararı çıktı. Derdimiz, aramızdan birkaç kişinin idareyle görüşerek taleplerimizi ve önerilerimizi iletmesini sağlamaktı.
Toplantıda karar alınmasını engellemeye yönelik bir girişim oldu mu?
E.G: Sivil polisler ve güvenlikler zaten bizi fişlemek için oradaydı ama toplantıda başka bir gelişme oldu. 18 Aralık 2012 ODTÜ olaylarında üniversitelilere yöneltilen yoğun polis şiddetine rağmen, Rektör Gönen öğrencileri kınayan bir açıklama yayınlamıştı. Osmangazi Üniversitesi Öğrenci Temsilcileri Kurulu Başkanı Cihan Takıcı da kınamanın ardından yaptığı açıklamada, “Sayın Başbakanım. Size ‘Sayın’ kelimesi bile az gelir” diye başlayan, yalakaca, Başbakan’ı göklere çıkartan bir konuşma yapmıştı. İşte o Takıcı toplantını sonunda, “Öğrenci Temsilcileri Kurulu (ÖTK) olarak bu işe el attık, idareyle görüşüyoruz” diyerek ortaya çıktı. ÖTK sistemi öğrencilerin iradesini yansıtan bir kurum değil. Yönetim ÖTK’lar üzerinden, “Eylem yapan, haklarını talep eden gençlik hareketi marjinaldir, kimseyi temsil etmez. Onların okumakla bir alakası yok. Üniversiteleri temsil eden asıl yapı ÖTK’lardır, biz de onlarla toplantı yapar meseleleri çözeriz” mesajı veriyor. Takıcı toplantıya gelince, kendisini tanımadığımızı, yemekhane sorununu okulun gerçek iradesinin çözeceğini söyledik. Sürece dâhil olamadı.
Rektörle veya idareden biriyle görüşmeyi başarabildiniz mi?
G.A: 400 kişiye yakın bir grup olarak rektörlüğe yürüdük. Sloganlar ve basın açıklamasından sonra rektörlüğe gidip temsilci arkadaşlarımızın idarecilerle görüşmek istediğini söyledik. Kapıdan geri çevrildik; “Dilekçeyle başvuru yapıp randevu almanız gerekiyor” dediler. Öğrenciden randevu istiyorlar ama kentten bir iş adamı geldiğinde aynı gün basını çağırıp uydurma protokoller imzalıyorlar. Gönen o gün sorunların çözümü bağlamında bir adım atmış olsaydı, belki şimdi çok sevilen bir rektör olacaktı.
Taleplerinizi idareye iletemeyince ne yapmaya karar verdiniz?
E.G: Madem bizi içeri almıyorlar, açık açık derdimizi aramızda konuşalım dedik. Megafonu alan kendi derdini anlatmaya başladı. Orada kendiliğinden oluşan açık oturumda yemekhaneyi boykot etme kararı aldık. Biz boykot kararı alırken rektör de hakkımızda karalama kampanyası başlattı.
Rektörün yürüyüşe tepkisi ne oldu?
G.A: Bizimle görüşmeyen rektör, o günün akşamında bir internet televizyonuna mülakat vererek, “Orada bulunan kitlenin 10 tanesi Osmangazi Üniversitesi öğrencisiydi. Gerisi dışarıdan geldi. Bölücü terör örgütlerine militan devşirme operasyonu bu. Önce sempatizan kazanacaklar, sonra onları yönlendirecekler” diye konuştu. Yürüyüşe katılan yüzlerce kişi arasında, Anadolu Üniversitesi’nden olanların sayısı 10’u geçmez. Gönen kendi öğrencisini yok sayıyor, bizi terörist ilan ediyor.
E.G: Rektörün o mülakatını yerel Milli İrade Gazetesi haberleştirmiş ertesi gün. Televizyon yayınında gözükmeyen kısımda Gönen ÖSYM’deki şifre skandalıyla ilgili olarak, “Şifre kaçırma operasyonunu terör örgütü batıdaki üniversitelere kendi militanlarını yerleştirmek için yapıyor” diye konuşuyor. Akıl almaz bir mantığı var. “Bizim okulda teröristler var” demek istiyor. Üniversitede sol başlamasın diye bir operasyon başlattılar ve Gönen bu operasyonu tek başına yürütebilecek bir isim değil. Gönen’i büyük ihtimalle terörle mücadele şubesinden veya AKP’nin bürokratlarından insanlar yönlendiriyor.
Rektörlüğün emniyetle ilişkisi ne seviyede?
E.G: Rektörlük binasının içinde devamlı polis amirleri oluyor. Zaten kampüsün her yerinde sivil polisler var. Gönen AKP’nin 2009 yerel seçimlerindeki Eskişehir büyükşehir belediye başkan adayıydı. Rektörlük seçimlerinde birinci sırayı almamış olmasına karşın cumhurbaşkanı tarafından atandı.
Boykota giden süreçte neler yaptınız?
G.A: Perşembe ve Cuma günleri okulda boykot duyurusu yaptık ve yemekhanelerde stantlar açtık. Yiyeceklerimizi evden getirip paylaşma çağrısı yaptık. Güvenliklerin tacizleri devam etti; afişleri sökmeye, boykot masasını kaldırmaya çalıştılar. İşler ciddileşince doğrudan müdahaleler başladı yani. Boykotu hafta başında başlatacaktık, hafta sonu evlerimizde sandviçler ve makarnalar hazırladık.
Boykot günü neler yaşandı?
G.A: Yemek kasalarıyla beraber boykot sabahı üniversiteye geldik. Yemekhaneye doğru giderken özel güvenlikçilerle engellendik. Yaklaşık 10 güvenlik görevlisi sert bir şekilde müdahale ettiler. Baktık ki olmuyor, rektörlüğün önüne gitmeye karar verdik. Orada yere oturup sandviçlerimizi yemeye başladık, hatta yoldan geçenlere de ikram ettik. Bir süre sonra tekrar yemekhaneye gitmek üzere kalktık Ancak yine güvenlik görevlilerinin engellemesiyle karşılaştık. Defalarca anlattık, YÖK disiplin yönetmeliğinde, “Öğrenciler yemek dağıtamaz, yemek paylaşamaz” diye bir ibare olmadığını söyledik.
Yemekhaneye girişinizi hangi gerekçeyle engellediler?
G.A: “Rektörlüğün emri var, sokmayacağız” dediler. Başka bir açıklama yapılmadı. Hâlbuki yemekhaneden yiyen arkadaşlara karışmadan, boykot masasından sandviçleri dağıtacaktık.
Darp edildiğiniz görüntülerde böyle bir müdahaleyi beklemediğiniz açıkça görülüyor. İşi o noktaya getiren ne oldu?
G.A: Çok beklenmedik bir şeydi. Basına derdimizi anlattıktan sonra kasaları alıp yürümek istedik. ÖGB müdürü hemen karşımıza dikildi. Ne söylediysek, “Bu yaptığınıza izin veremeyiz” dediler. “Biz izin veremeyeceğiniz ne yapıyoruz?” diye üzerine basa basa sorduk. “Bu yaptığınız işte” diye kaçamak cevaplar verdiler çünkü yaptığımızın suç olmadığını biliyorlardı. Konuşma çabalarımız sürerken sandviç kasalarını almaya kalktılar. Ben ve bir arkadaşım yemeklere siper alarak korumaya çalıştık. Ondan sonra olaylar başladı. Arkadaşlar kasaları korumak isterken yumruk yemeye başladılar. Ayırmaya gittiğim sırada beni de araya alıp dövmeye başladılar. Bir tanesi Emre’yi sardı ve bir daha da bırakmadı. Aynı kişi bana yumruk attı ve daha sonra Emre’yi kafasından copladı.
Olaylar sırasında sivil polisler de orada mıydı?
E.G: Sivil polisler arkada yüksekçe bir yerde duruyorlardı. Bizi parmakla işaret edip, kimlerin vurulacağını gösteriyorlardı. Olaylar sırasında birilerinin “Ona vurun, şunu tutun, bunu alın” diye talimatlar yağdırdığını çok net duydum. Benim ismimi zikrettiklerini de hatırlıyorum. Arkadaki sivil polisler medyaya yansımış olsaydı durum çok daha farklı olurdu. Yemekhanedeki stantta duran insanları, duyuruları yapanları, göz önünde bulunanları hedef aldılar. O süreçten en aşina oldukları kişilerden biri de bendim.
Saldırı sırasında önemli bir basın mensubu grubu da sizin etrafınızdaydı. Özel güvenliklerden basın önünde böyle bir hamle bekliyor muydunuz?
E.G: Engelleme bekliyorduk ama basın varken bu derece cüretkâr davranabileceklerini tahmin etmemiştik. Benim darp edildiğim görüntülerle ilgili herkes copu gündeme getiriyor ama aynı adam benim kafamı tutup diziyle burnuma da vurdu. Yüzümdeki morlukların sebebi o. Kafama dizi yedikten sonra yere düştüm. Orada da tekmelerden ve coplardan nasibimi aldım. Sonra bir baktım ki beni kelepçeliyorlar. Özel güvenliklerin birini kelepçelediğine ilk defa kendi üzerimde şahit oldum. Bu kadar kameranın önünde bana saldırmaya cesaret edenler, beni kapalı bir yere götürürlerse işkence ederler diye düşündüm. Ağzımdan, “Beni işkenceye götürüyorlar” diye bir söz çıktı.
Fiili olarak özel güvenlikler tarafından gözaltına alındınız yani. Polis ne zaman devreye girdi?
E.G: Kelepçeledikten sonra bizi kültür merkezinin içine soktular. Orada darp devam edecek sanıyordum ancak öyle olmadı. Polis amirleri içerideydi; okulun güvenliklerine emirler veriyorlardı. Sivil polislerden emir alan güvenlik amirlerinden biri de eski bir özel harekât mensubu. Okuldaki bir etkinlik sırasında, “Dağda teröristlerle uğraştık, üniversitede de bunlarla uğraşıyoruz” dediği biliniyor. Daha sonra güvenlikçiler kollarımızdan tutup arka kapıdaki polis araçlarına götürdüler. Ondan sonra da bilindik gözaltı süreci başladı.
Emniyette nasıl bir muameleye tabii tutuldunuz?
E.G: Emniyette herhangi bir kötü muamele görmedik. O akşam serbest kaldık zaten. Gözaltı sürecinde müşteki şüpheliydik; yani her iki taraf da birbirinden şikâyetçi oldu. Güvenlikler sürekli “Rektörlüğün emriyle…” deyip bizi engellediler, sonunda da darp ettiler. Dolayısıyla emirleri veren rektörden de, özel güvenliklerden de şikâyetçi olduk. Biz de, güvenlik görevlisine mukavemet, görevi yaptırmamak ve darp iddialarıyla suçlanıyoruz. Ancak içimiz rahat çünkü yaptıklarımızın hiçbirinin suç unsuru taşımadığını biliyoruz. Ortada çok açık maddi kanıtlar, görüntüler var.
G.A: Gözaltı aracında götürülürken sivil polisler bizi konuşturmaya çalışıyorlardı. Bir tanesi arkadaşlarımızdan birine ismini sordu, o da konuşmak istemedi ve geçiştirdi. Bunun üzerine ben de, “Zaten yedi şeceremizi biliyorsunuz, gerek yok bu taktiklere” dedim. Az önce ismimizi soran adam dönüp, “Doğru diyorsun Güven” diye cevap verdi. Bizim konuşmamız orada bitti ama kendi aralarında, “Futbol maçına, konsere, her şeye bizi gönderiyorlar, halkla bizi çok yüz göz ediyorlar. Böyle özel güvenlik olunca daha iyi oluyor” diye konuşuyorlardı.
Sizin sağlık durumunuz nasıldı? Darp raporu aldınız mı?
G.A: Tuhaf bir biçimde çok ciddi hasar almadık. Çok şükür, Emre’nin burnunda da bir şey çıkmadı. Hepimizde darptan kaynaklı ezilmeler, zedelenmeler var. Biz 5 kişi gözaltına alırken, güvenlik görevlilerinden 7’si darp raporu almışlar. Hatta üniversite yönetimi hepsinin acile kaldırıldığını açıkladı. Sanmıyorum ki herhangi birinin bir yeri çizilmiş olsun.
Darp edildiğiniz görüntüler basına yansıdıktan sonra üniversite yönetimini ne açıklama yaptı?
E.G: Olayların ertesi günü CNN TÜRK’ten iletişime geçtiler ve canlı yayına çıktık. Haberimiz yoktu ama Hasan Gönen de yayına bağlandı. Gönen, “İlk saldırıyı üniversite öğrencileri yaptılar. Tahrik ettiler, küfür ettiler, öğrencilerin ayaklarına oturdular” dedi. “Ben öyle her önüme gelen 10 kişiyi makamıma alamam” diyor. Sen bir üniversitenin rektörüsün ve sorunları çözmekle yükümlüsün. Tek kişi gelsem de beni dinlemelisin, 5 bin kişiyle gelsem de. Kaldı ki biz 400 kişiyle gittik ve bizle görüşmedi.
G.A: Basına yansımayan görüntülerde öğrencilerin güvenlikleri darp ettiğini söyledi. Bir öğrencinin görevliye uçan tekme attığını, güvenliğin de kendini savunduğunu iddia ediyor. Gerçekten de bir tekme olayı var. Tekmeyi atan arkadaş Emre’yi döven 4 kişiyi uzaklaştırmak için o hareketi yapıyor. O arkadaş burnundan bir sorun yaşadı ve ameliyat oldu, yani o hengâmeye kavgayı ayırmak için bile girmemesi gerekiyordu. Ama Emre’nin durumunu görünce duygusal bir şekilde yaptı o hareketi.
E.G: Ben linç edilirken arkadaşımın yaptığı çok meşru bir tepkidir. 4 özel güvenliğin bir öğrenciyi linç ederken gören vicdan sahibi her insan, güvenliğe vurur, ayırmaya çalışır. O öğrenci o tekmeyi de atar. Daha sonra üniversitenin resmi sitesine görüntüleri montajlayıp, sadece o tekmenin göründüğü bir video koydular. Hâlbuki olayların tamamı ilk andan itibaren internette, YouTube’da mevcut. Gönen çok zavallı bir çaba içerisinde. Kamuoyundan ve öğrencilerden özür dileyeceği yerde hala üzerimizde baskı kurmaya çalışıyor.
Darp olayının ülke kamuoyunun büyük tepkisini çekmesinden sonra, belki de Osmangazi Üniversitesi’nde şimdiye kadarki en geniş katılımlı eylem gerçekleştirildi. Eylem günü neler oldu?
G.A: Darp olayından sonra şiddete karşı herkesi eyleme davet ettik. “Piyasacı, gerici, işkenceci rektör istifa!” sloganıyla bir eylem örgütledik. Baskıdan, antidemokratik uygulamalardan ötürü kendini ifade edemeyenlerin öfkesi bu eylemde ortaya çıktı. Sağ görüşlü olarak bildiğimiz kişiler bile eyleme destek oldular. Hasan Gönen bu eylemlerin Osmangazi Üniversitesi öğrencileri tarafından yapıldığına inanmadığı için, Anadolu Üniversitesi’nden desteğe gelecek arkadaşlardan ayrı bir kortej yapmalarını istedik.
E.G: Kentin demokratik kitle örgütleri de desteğe geldiler ve 2 bin kişilik bir yürüyüş oluştu. Polisi, özel güvenliği üniversitede istemeyen, Gönen’i istifaya çağıran sloganlar atıldı. İşkence yapılan meydanı bu sefer özel güvenlikler değil, üniversiteliler doldurdu. İnsanlarda müthiş bir öfke vardı. Yalan söyleyen, iftira atan, kendi üniversite öğrencisini marjinalize eden, polisle işbirliği yapan, öğrencinin sorunlarını bilmeyen, çözmek istemeyen rektörü afişe ettik. ODTÜ’ye de atıfta bulunarak, “İşkenceye karşı Osmangazi ayakta!” diye bağırdık. Bildiri dahi dağıtamazken 10 gün içerisinde binlerce kişi yürüdü.
Eylem günü de özel güvenlikler orada mıydı?
G.A: O gün okulda hiç özel güvenlik yoktu. Öğrencinin öfkesinden korkup odalarının kapılarını kilitleyip sıvıştılar. Ama rektörlüğün yan tarafında ve içinde bir sürü çevik kuvvet vardı. Rektörlük binasını zorlayacağımızı, çevik kuvvetin de gazla, suyla bizi temizleyeceğini düşündüler.
Yönetim ve Rektör Gönen, eylemleri dışarıdan gelenlerin yaptığını söylüyordu. 2 bin kişilik eylemdekilerin okulun öğrencileri olduğunu ispat edebildiniz mi?
E.G: Eylem sırasında, “Arkadaşlar, kimliklerimizi çıkartıp gösterelim, Hasan Gönen Osmangazili olduğumuzu görsün” dedik. Kimliklerimizi topluca rektörlüğe doğru salladık. Onun ardından özel güvenliğin ayağına oturan öğrenci, copa kafa atan öğrenci konulu doğaçlama tiyatro oyunları sergilendi.
Eylemin ardından bir çatışma oldu. Bu çatışmanın tarafları kimlerdi?
G.A: Eylem bitip öğrenciler dağıldıktan sonra 5-6 arkadaşımıza yaklaşık 15 kişi demir sopalarla, taşlarla saldırdı. Bu olurken bir başka arkadaşımız aynı bölgede önce sivil polis tarafından takip edilmiş, hemen akabinde 5 kişilik bir başka grup tarafından kovalanmış ve kaçmayı başarmış. Sığındığı evden dayak yiyen öbür arkadaşlarımızı da görmüş. Arkadaşlarımız ülkücü grup tarafından darp edilirken bir polis arabası gelmiş ve dövenlerden birini çağırmış. Polisler kenarda beklerken kavga devam ediyormuş. Yakınlardaki kahveden halk çıkmasaydı arkadaşlarımız çok ciddi zarar göreceklerdi. Daha sonra polis gelenleri dağıtmış, gözaltı bile yapmamış. Yaralı arkadaşlarımızı da hastaneye bırakıp gitmiş.
Saldırının ardında yatan sebep sizce neydi?
E.G: Rektör, polis ve sivil faşistlerin birlikte çalıştıklarını gösteren bir saldırı bu. Kitlesel bir eylemin hemen sonrasında bu olay gerçekleşiyor. “Bugün üniversitede bir eylem olursa biz sizin tepenize bineriz. Burada barındırmayız” mesajı veriyorlar. Binlerce insanın rektörlük kapısına dayandığını haberi yanına böyle bir şey eklenmiş oluyor. “Bugüne kadar bu üniversitede hiç eylem olmuyordu, bunlar ayağa kalktı eylem yaptılar. Üniversitenin huzuru bozuldu, sağ-sol çatışması başladı” algısı oluşturmak istiyorlardı.
Bundan sonra ne olacak? Üniversite yönetiminden beklentiniz ne?
E.G: Zamları geri çekmeyi düşündüklerini duyduk. Ama bir yandan da hakkımızda bir karalama kampanyası başlattılar. Getirdiğimiz sandviç kasalarının içinden bıçaklar çıktığına ilişkin söylentiler yayıyorlar. Hatta kulağımıza geldiği kadarıyla Gönen’in, “İnşallah üzerlerinden parmak izleri çıkmaz” diye bir ifadesi de olmuş. Yakında o kasaların içinden başka silahlar, uyuşturucu maddeler de çıkabilir, bilemiyoruz.
G.A: Bizim tek derdimiz yemekhane değil. Temel hakların nitelikli ve ücretsiz olması için mücadelemiz devam edecek. Daha fazla insanların kendilerini ifade edebilecekleri demokratik alanlar yaratacağız. Bunlar bizim için olumlu bir deneyim oldu. İnsanların buna ihtiyaç duyduklarını gördük.
E.G: ODTÜ olaylarından sonra en büyük çıkışlardan biriydi buradaki. ODTÜ bir dönüm noktasıydı ve biz de oradan güç alarak politik bir cesaret gösterdik. Üniversitelerde hak mücadelesi vermek baskıcı ortamlarda bizi bir araya getiren, güçlendiren süreçler oluyor. Siyasal mücadelenin de önünü açacaktır. Bize bir kapı açıldı. Bunu doğru şekilde, ortam ve şartlara uygun biçimde ortaya koyacağız.