27 yaşındaki spor eğitmeni Murat Ekşioğlu, Gezi Parkı’nda cereyan eden polis şiddetine daha fazla dayanamayarak, parktakilere destek vermek üzere Taksim’e doğru yola çıktı. 31 Mayıs akşamı, meydana yüzlerce metre mesafedeyken, bir polis aracından sebepsiz yere atılan biber gazı bombası kafasına isabet etti ve yaralandı. Ekşioğlu, Gezi Parkı olaylarını, polis şiddetini ve yaşadıklarını Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.
Röportaj: Doğu Eroğlu
Hükümetin öngördüğü Gezi Parkı projesinin iptali için yapılan protestolardan haberdar mıydınız? Protestoların şiddetle bastırılmasını nasıl karşıladınız?
Olanları basından takip ediyordum ve Gezi Parkı’nı korumak için eylem yapanların samimiyetinden hiç şüphem yoktu. Alışveriş merkezi yerine başka bir proje ortaya konmuş olsaydı belki daha az tepki gösterebilirdim ama hükümetin planını ben de tasvip etmiyordum. Taksim’de zaten adım başı alışveriş merkezi ve mağaza var, olmayan tek şeyse ağaç! Bütün bunlar bir yana, orada şiddet içermeyen, zararsız bir eylem söz konusuydu. Demokratik bir ülkede yaşadığımızdan bahsediliyor, o halde insanlar kimseye zarar vermedikleri sürece diledikleri eylemi yapabilirler. Eylem yasadışı bile olsa çözüm kaba kuvvet kullanmak değildir. Çare orada kitap okuyan kadının suratına biber gazı sıkılması mıdır?
Sizi eyleme destek vermeye sevk eden neydi?
31 Mayıs Cuma sabahı saat 05.00 sularında parktaki eylemcilere yapılan polis müdahalesi üzerine olayları daha dikkatli biçimde takip etmeye başladım. Gördüğüm şeyler bir vahşetten ibaretti: Bir gün ben de inandığım şeyler uğruna eylem yapmaya kalksam, benim de yüzüme biber gazı sıkabileceklerini düşündüm. Görüntü kayıtlarını izledikçe daha çok doldum ve şiddetsiz bir biçimde derdini anlatan kişilere yapılan akıl almaz müdahaleler daha da şiddetlenince Taksim’e giderek o insanlara destek vermekten başka çare bulamadım.
Gezi Parkı’na giderken polisten şiddet görebileceğinizi düşünmüş müydünüz?
Böyle bir şeyi aklıma bile getirmemiştim. Oradaki çok az sayıda insana büyük bir eziyet etmişlerdi. O kişilere destek verirsek, daha fazla olduğumuzu gösterirsek, yapılan hatanın fark edilebileceğini umarak evimden ayrıldım. Ancak olaylar tam aksi yönde gelişti; şiddetin hedefi olana dek şiddet göreceğime hiç ama hiç inanmıyordum.
Polis şiddetiyle nasıl karşılaştınız?
Saat 19.00 gibi arkadaşlarımla birlikte Taksim Meydanı’na doğru gitmeye başladık. Daha meydana varmadan polis, “Birbirinize bu kadar yakın yürümeyin” deyip bizi ayırdı. 3 kişiyi yan yana görseler biber gazı sıkıyorlardı. Biz de ikiye ayrıldık ve aramıza mesafe koyup yürümeye başladık. Taşkışla civarlarında bir sokağa girdik ve sonradan isimlerinin TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) ve Akrep olduğunu öğrendiğim polis araçlarını gördük. Sokağın ilerisinde çevik kuvvet ekipleri vardı ve ortalık bir savaş alanı gibiydi. Biz de cengâver değiliz, nihayetinde oraya savaş çıkarmaya gitmemiştik. Durumun karışıklığını görünce, meydana çıkan başka bir yol bulmak üzere geri döndük. Ancak az önce sokağa girmemize izin veren polisler, sokaktan çıkmamıza mani oldular. Sokakta 20-25 kişiydik ve hepimiz iki ateş arasında kaldık. Gerçekten de zırhlı polis araçları üzerimize doğru gelmeye başladı ve kendimizi yakınlardaki İTÜ Taşkışla Kampüsü’nün bahçesine attık.
Sokakta polis müdahalesini gerektirecek herhangi bir olay yaşanıyor muydu?
Kimseye zarar vermiyorduk. Ayrıca yakınımızdaki zırhlı araçlar dışında, açıkta duran bir tane bile polis yoktu. Yani polislerin herhangi bir biçimde zarar görmeleri mümkün değildi. Buna rağmen polis araçları peşimize düştü ve kendimizi kaçarken bulduk. İnsanlar okul binasının içine girdiler ve ben de bahçede durup ne olacağını gözlemeye başladım. Akrep denen araç okulun giriş kapısına yaklaştı ve durdu. O sırada, polisin bir taşkınlık olup olmadığını kontrol ettiğini düşünüyordum. Olağandışı bir durum tespit etmedikleri için de gideceklerini sanıyordum. Etraf gürültülüydü, bir anda sol tarafımda duman gördüm. Derken bir duman bulutu daha ortaya çıktı. Tam yanımdaki kız arkadaşımı uyarmak için kafamı çevirdiğim anda havada bana doğru gelen biber gazı bombasını gördüm. İşte o an kafamdan vurulmuşum. Polis aracı ise hiçbir şey olmamış gibi geri dönüp uzaklaşmış. Ne polisi ürkütecek bir kalabalık, ne de bir çatışma ortamı vardı. Durduk yere ateş etti ve kafamı patlattı. Hiçbir şey yapmıyordum ve Taksim Meydanı’nı bile göremeden neredeyse ölüyordum.
Yaralandıktan sonra yaşadıklarınızı hatırlıyor musunuz?
Vurulduğum sıraları çok hatırlamıyorum; arkadaşlarım yere düştüğümü görmüşler ve sonrasında suratımdan kan boşaldığını fark etmişler. Kanamamı durdurmaya çalışmışlar ve yaklaşık 45 dakika boyunca ambulans gelmesi beklenmiş. Hastaneye götürülmemden sonra kanama durdurulmuş, ilk müdahale yapılmış ve çekilen tomografide de durumumun iyi olduğu anlaşılmış. Yaklaşık 4-5 saat müşahede altında tutulduğum hastanede de büyük bir yoğunluk vardı, devamlı yeni yaralılar getiriliyordu. Doktorum aracılığıyla olanları, daha pek çok kişinin kafasından yaralandığını öğrendim. Kendisi de çok sinirliydi ve “Bu herifler özellikle hedef alarak mı sıkıyorlar bu biber gazını?” diye sitem ediyordu. Bacağından, dizinden veya diğer uzuvlarından biber gazı kapsülüyle yaralanan pek çok kişiyi hastaneden çıktığım sırada kendim de gördüm.
Toplumun tepkisinde polisin uyguladığı şiddetin payı neydi?
Belki Gezi Parkı’ndakiler ilk başta 5-10 kişilerdi ama polis insanca müdahale etmedi ve yüzlerce, binlerce kişi birikti o meydanda. Hastaneden taburcu olunca eve değil, polis saldırısının sürdüğünü bildiğim Beşiktaş’a gittim. İnsanları yatıştırması, sağduyulu davranması gereken polis, hiçbir tehdit unsuru içermeyen barışçıl insanlara şiddet uygulayarak hepimizin tepkisini topladı. Bu tepki dağ gibi büyüdü. Birkaç günün sonunda eziyete, zulme de alıştı insanlar. Polis saldırılarının sürdüğü günlerden birinde, polisin attığı fişekler Dolmabahçe’deki ağaçları tutuşturdu. Hemen yanımızdaki TOMA azıcık su sıksa yangın sönecekti ama biz elimizde pet şişelerle ağaçları söndürmeye çalıştık. Ağaca su sıkmak yerine bize biber gazı sıktılar. Sadece kapsülle değil, plastik mermilerle de insanları yaraladılar. Bir kişi kolundan yaralandığı yerdeki etler sarkmasına rağmen, revir kurulan camiye gitmek yerine hâlâ yaralıları taşımaya çalışıyordu. Olayları bu noktaya polis getirdi. Bir haftadır birçoğumuz 2-3 saatlik uykularla idare etmeye çalışıyoruz çünkü polisin bir yerlerde insanlara eziyet ettiğini biliyoruz. Pazar günü Başbakan konuşmasaydı belki bu kalabalık dağılacaktı ama o konuşmayla insanlar bir kat daha sinirlendi.
Gezi Parkı ve Taksim Meydanı’yla kendinizi duygusal olarak nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
Burası artık bir simge haline geldi ama burayı simgeleştiren Gezi Parkı’ndaki insanlar değildi. Bu simgeyi, “Ben ne dediysem o olur. Bunu istiyorum, burayı istediğim biçimde yapacağım” diye direten Başbakan yarattı. İnsanların düşüncelerini hiçe saydığı için kimse orayı terk etmek istemiyor. Polis şiddetiyle birlikte, bu mekânlarla kurduğum duygusal ilişkide de büyük bir değişiklik oldu. Halk içinde yüzde 5’lik bir kesim bile bu işe karşı çıkıyorsa Başbakan’ın oturup yeniden düşünmesi gerekirdi. Ama başka seçenekleri değerlendirmiyor, uzlaşmayı düşünmüyor bile; kendisine, “Yüzde 50’nin Başbakanı” diye boşuna demiyorlar.
Daha önce polis saldırısına uğramış mıydınız?
İkinci kez böyle bir olay yaşadım. Geçen seneki Fenerbahçe-Galatasaray maçı sırasında stadyuma girmek isterken polis tarafından uzun süre bekletildik. Maç başlamıştı ama hâlâ dışarıda beklediğimiz için insanlar sinirlendiler ve bazıları, ellerine geçirdiklerini polise atmaya başladılar. Turnikelerle polis barikatı arasında kalanlar, atılan taş ve şişelerden zarar görüyorlardı ama polis insanların içeri girmesini engellemek için turnikeleri ısrarla tutuyordu. Bu tavırlarında diretmeleri polise karşı büyük bir öfke duymama sebep olmuştu. Ancak son olaylarda polise karşı şiddete başvuranların sayısı çok ama çok azdı ve aklı başında kişiler olayların tırmandırılmasına engel oldular.
Hem geçmiş hem de güncel tecrübeleriniz ışığında, şiddeti doğuranın emniyet yapılanması içindeki hangi sorunlar olduğunu düşünüyorsunuz?
Bu olaylar sırasında gördüğüm polislerin çoğu çok gençti. 27 yaşındayım ve spor eğitmeniyim ancak hâlâ kendimi eğitmeye devam ediyorum. 19-20 yaşındaki kişilerin, insanların güvenliğini ilgilendiren böylesi kritik süreçleri yönetebilecek tecrübeye sahip olduklarını düşünmüyorum. Nasıl eğitim aldıkları da soru işareti… Bir gösterici galeyana gelip yerden aldığı taşı polise atabilir. Ancak polis o taşı geri atmamalıdır. Polis müdahalede bulunmadan önce, uygulayacağı gücün sonuçlarını defalarca düşünmelidir. Buna ek olarak, polisi yönetenlerin de eğitim alması gerekiyor. İnternette izlediğim bir videodaki polis 66 saattir uyumadan görev yaptığını söylüyordu. Bu şartlarda çalışmaya zorlanan kişilerin akıllıca kararlar vermesi beklenemez. Sorunların temeli eğitimsizlikse, olayların bu noktaya ulaşmasındaki ikinci ana unsur da Başbakan’ın yarattığı kutuplaşma. Erdoğan’ın diktatörvari ifadelerde ve isteklerde ısrar etmesi, polisin tutumuna da yansıyor.
Yaşananlar devlet-vatandaş ilişkisine bakışınızda bir değişiklik yarattı mı?
Buradaki insanlar dışlandıklarını hissediyorlar. Okuduğum üniversiteye eskiden insanlar başörtüsüyle giremiyorlardı ve ben de arkadaşlarımın diledikleri kıyafetle üniversitede var olabilme özgürlüğünü destekliyordum. Bu yasak kalktı. Zamanında o arkadaşlarım Gezi Parkı’nda bir eylem yapmış olsalar ve onların da yüzüne biber gazı sıkılmış olsa, aynı insanlık dışı müdahaleleri yaşamış olsalardı bu kalabalık yine burada olacaktı. Bugün yaşananların siyasi görüşlerle ilgisi oldukça az, polisle karşı karşıya gelmemiz, siyasetçilerin uzlaşmacı olmayan tavrı ve aşırı şiddet işleri buraya getirdi.
Bugüne dek polis şiddetine ilişkin çok şey konuşuldu. Başınıza gelenlerden sonra geçmişte okuduklarınızı, izlediklerinizi yeniden değerlendirdiniz mi?
Eskiden bu olaylara ilişkin çok fazla düşüncem yoktu. Eylem adamı değilim; bir yere tepkimi koyacaksam oraya gitmem, bir işletmeye kızarsam oradan alışveriş yapmam. Ama burası benim ülkem, ülkemden de gidecek halim yok. Kafama isabet eden biber gazı bombası beni öldürebilirdi. Hem de sadece insanlara zulmedilirken evimde oturmayı kabul edemediğim için… Yaptığım tek şey Taksim Meydanı’na 150 metre yaklaşmaktı. Ben ölseydim ne olacaktım? Terörist, militan, radikal veya vandal mı diyeceklerdi benim için? Bir şeylerin kanıtlanması için illa birilerinin ölmesi gerekmiyor. Gereksiz polis şiddetinin binlerce kanıtından biriyim.