Gezi Parkı Direnişi için Ankara’da sokaklara ve meydanlara çıkanlar onu sabaha karşı 4’te polisleri şiddetten vazgeçirmeye çalışırken, gözaltına alınıp emniyete götürülenlerse hukuksuz uygulamalara itiraz ederken tanıdılar. CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, iktidarın şiddet dilinin damgasını vurduğu haftalarda yaşadıklarını, sokaklarda şahit olduklarını, Gezi Parkı Direnişi sırasında tanıştığı insanları ve “vicdansız” polis şiddetini Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.

Söyleşi: Doğu Eroğlu

1 Mayıs’ta Taksim’in keyfi biçimde kapatılıp İstanbul’daki ulaşımın karartılması, polis baskıları, yaşam alanlarına yapılan müdahaleler, alkol ve aile planlaması tartışmaları ve Emek Sineması’yla başlayan kentsel tartışmalar Gezi Parkı olaylarında birleşti. Toplum en çok neye tepki gösteriyor?

Özgürlüklere ve yaşam biçimlerine getirilen dayatmaların öfke birikimine neden olduğu görüldü ve farklı hayat tarzları ile siyasi görüşlerden gelen insanlar ortak tepki koydular. Herkes, “Benim kararlarıma karışma, özgürlüklerime dokunma” diyor. Olayı Gezi Parkı özelindeki bir protesto başlattıysa da, aslında yaşadıklarımız faşizan idare anlayışına karşı bir isyandır. Ne giyeceklerinin, ne yiyip ne içeceklerinin, kaç çocuk yapacaklarının, bu çocukların ne şekilde dünyaya geleceğine ilişkin dayatmalara insanlar artık katlanamıyorlar.

Meydanlardakiler, “İktidara kendimizi anlatamıyoruz” diyorlar. İktidarla benzer bir iletişim sorununu parlamenter olarak siz de deneyimliyor musunuz?

Bugüne kadar parlamentoda çoğunluk diktası çoğulculuğun önüne geçti. “Biz sizden daha fazla oya sahibiz. Dolayısıyla ne yaparsanız yapın, istediğiniz hiçbir yasama faaliyetini gerçekleştiremeyeceksiniz” duygusunu bize yoğunlukla aksettirdiler. Mücadelemizden elbet vazgeçmedik ama baskıcı rejimin meclisteki yansımalarını hep gördük. “Başbakan keşke buradaki insanları vekil yapacağına, onların parmaklarını vekil yapsaymış” diye aklımdan geçirdiğim çok oldu. Verdiğimiz anlamlı önergeler, sırf AKP grubunun aldığı karar yüzünden kabul edilmedi. Anlayacağınız parlamento işlevsiz haldeydi; tıpkı iktidarın vatandaşla olan ilişkisinde olduğu gibi, bizim için de diyalog yolu kapalıydı. Ancak bu süreçte AKP içindekilerin de yaşananlardan rahatsızlık duymaya başladığını gördük. Ertuğrul Günay gibi açıkça dile getirmeseler de bize hissettiriyorlar. Farklı görüşlerini ifade etme cesareti bulmaya başlayan vekiller var. AKP içerisinde şu anda ciddi bir çatırdama mevcut ve vekiller içerisinde kendi çocuklarını oraya gitmesinler diye zor tutanlar olduğu kulağımıza geliyor.

Bu toplumsal uyarıdan sonra kendinizi mecliste daha rahat ifade edebileceğinize inanıyor musunuz?

Erdoğan hem ulusal hem de uluslararası arenada çok yıprandı. Bu yıpranmışlığı elinde kalan tek şeyle, şiddetle örtmeye çalışıyor. Üstelik halka zulmetmek için kullanılan bu polis şiddetinin kuvvetleneceğini söylüyor. Aynı dayatmacı zihniyet parlamentoda da var; meclisteki iletişimin ılımlı hale gelebileceğine yönelik bir işaret yok. Lider tarafından verilen talimatlar değişmediği sürece bir iyileşmeden bahsedemeyiz. Toplumsal isyanın temelinde yatan şey de bu zihniyetten başkası değil.

İktidar mensupları, “Artık mesaj alındı, herkes evine dönsün” diyorlar. Ancak polisin yetkililerinin artırılacağı, sosyal medya için denetim mekanizmaları kurulacağı da belirtiliyor. Toplum mesajın alındığına nasıl ikna olacak?

Sabaha karşı Kuğulu Park’taydım ve yine çok sert bir polis müdahalesi oldu. Bazı arkadaşlar coplandılar. Yüzlerce biber gazı kapsülü atıldı. Polis müdahalesi, oradaki insanlar pasif direnişteyken gerçekleşti. Polis duran insanlara bile müdahale ediyor. Kendisiyle aynı şiddet dilini konuşmayan insanlara karşı ne yapacağını bilemeyen bir başbakan var. Erdoğan bu süreçte başarısız oldu; halkı anlayamadı ve anlamamakta da ısrar ediyor. Ağzından çıkan her söz krizi derinleştirdi. Bugün 78 ilde benzer eylemler yapılıyor, tüm dünya Türkiye’yi konuşuyorsa bunun müsebbibi Erdoğan’dır. Artık Gezi Parkı’na bir kez bile gitmemiş sanatçılarla görüşmek yerine, sokaklara çıkıp insanları gerçekten dinlemesi gerekiyor.

Pek çok farklı kesimi bir araya getiren, polis şiddetinin sertliğiydi. Ankara’da polis ile direnişçiler arasında neler yaşandı?

8545654Ülkemizde davranış kodu olarak mazlumun yanında olmak ağır basar. Bugüne dek Erdoğan da mazlumu oynayarak kitlelerin desteğini kazandı. Ancak artık halkını mazlum eden bir diktatör haline geldiğini tüm dünya gördü. İnsanları bir arada tutan da bu zulümdü. Ankara’daki polis şiddetini hem gözlemledim, hem de bizzat yaşadım. Polisin yöntemleri orantılı veya orantısız gibi ifadelerle tarif edilemez; polis bu süreçte vicdansız bir güç kullandı. Eskiden “Polis imdat!” denirdi, artık “İmdat, polis!” deniyor. Birçok orantısız müdahaleye şahitlik ettim; coplanarak ve hırpalanarak araçlara bindirilenleri, tersten plastik kelepçe takılanları gördüm. Sakarya Caddesi’nde yüzüne gelen biber gazı kapsülü yüzünden gözünü kaybetmiş bir arkadaşı hastaneye zor yetiştirdik. Bir arkadaşının çığlıklarını duyup, yığınla çevik kuvvetin arasına tek başına giren gençler gördüm. Emniyette, savcılığın yazılı talimatı olmadığı halde insanlar fotoğraflanarak fişlendiler. İtirazım üzerine durdurulan bu uygulama, emniyetten ayrılmamla beraber yeniden başladı. Önceki gece bazı arkadaşları bizzat hastaneye götürdüm. Çünkü 112 aranarak hastaneye kaldırılanların uzak hastanelere götürüldüklerini ve fişlendiklerini biliyoruz. Yani fişleme emniyetle sınırlı değil.

Hastane fişlemelerinin gözaltı operasyonlarına kılavuzluk ettiği konuşuluyor. Hafta başındaki gözaltı dalgasında yaralı olan, ameliyat için randevusu bulunan kişiler bile gözaltına alındı. Sizin sokaklarda olduğunuz süre boyunca polis yaralılara nasıl davrandı?

Bacağına veya başka uzuvlarına gaz kapsülü isabet etmiş, ölümcül yaralar almamış ancak acilen tıbbi yardım alması gereken kişilerin gözaltına alındığını gördüm. Defalarca rica ettiysem de, yaralıların önce hastaneye götürülmesi için polisleri ikna edemedim.

Ankara’da bu süreçte en çok tartışılan mekânlardan biri Kızılay Alışveriş Merkezi’ydi. Buraya sığınan kişilerin polise teslim edilmesi çok tartışıldı. 3 Haziran akşamı siz de buradaki duruma müdahale etmek istediniz. O gece neler yaşandı?

Kızılay AVM’ye, sosyal medyadan polislerin orada tuzak kurduğu bilgisini alınca gittim. Gençler fişlenmeyi, hayatlarının ilerleyen dönemlerinde iş bulamamayı, ömür boyu sicil kaydıyla yaşamayı göze alarak direniyorlar. Benimse milletvekili dokunulmazlığım var; onlar bu derece fedakârlıkla pasif direnişte bulunurken benim geceleri uyumam söz konusu olamazdı. Bu duyguyla, havada uçuşan gaz fişeklerinin arasından geçerek Kızılay AVM’ye gittim. İçeride sığınmacılar vardı ve polis binayı kuşatmıştı. Önüne geleni gözaltına alıyor, sert müdahalelerle araçlara tıkıştırıyorlardı. 14 yaşındaki kız çocuklarından, 70 yaşındaki teyzelere kadar onlarca kişi otobüslere balık istifi gibi dolduruldular. Polisin şiddete başvurmayan kişilere güç uyguladığını, gözaltında ve hastanelerde fişleme yapıldığını bildiğim için gözaltı yapılmasına engel olmak istedim ama başarılı olamadım.

Milletvekili olduğunuzu ifade ettiğinizde polislerin tavrında bir değişiklik oldu mu?

O akşamki tavırlarında bir değişiklik olmadığı gibi, günler ilerledikçe çevik kuvvet tarafından tanınır hale geldim ve beni her gördüklerinde şiddete başvurdular. Önceki günlerden birinde benim yaklaştığımı görüp su sıktılar, benim yüzümden başka insanların zarar görmemesi için uzaklaşmak zorunda kaldım. Milletvekili dokunulmazlığı biraz kâğıt üzerinde kaldı yani… Bu dönem kollukla geçirdiğim süre zarfında, polisin kendisine verilen sert talimatları uyguladığını gördüm. Erdoğan bu süreçte çaresizlik içinde ve her türlü hukuk ihlalini göze almış durumda. Nihayetinde bu süreçten kimin zararlı çıkacağı şimdiden belli…

naka1

Nazlıaka, Kuğulu Park’taki direnişçilerle konuşuyor. Fotoğraf: Doğu Eroğlu

Türkiye polis şiddetiyle bu olaylarla birlikte tanışmadı. Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu 2007’den beri polislere ağır müdahale yetkileri veriyor. Bu konuda parlamentoda bir adım atacak mısınız?

Verilen talimat her ne olursa olsun, yapılanların, Ethem’in kafasına kurşun sıkılmasının, yarım metre mesafeden insanlara gaz fişeği atılmasının, pasif direniştekilere tazyikli su sıkılmasının vicdanen açıklaması yok. Bu kişileri ne tarih, ne de halk affedecektir. Yasama kanalıyla yapmamız gerekenleri yapacağız ama hangi kanun kask numaralarının gizlenmesini açıklayabilir? Sürecin kanunsuz bir biçimde yürüdüğünün en önemli göstergesi budur. Hâlihazırda 4 vatandaşımızı kaybettik, 7 binden fazla vatandaşımızsa yaralandı. Olayın psikolojik travmasını ise tüm toplum yaşadı. Bu şiddeti görmeyenler, halkı anlayamayanlar sorumluluğu dış mihraklarda, faiz lobisinde arıyorlar.

Ankara’da polise direnmeye çalışan kitle sizi çok iyi tanıyor. Onlarla geçirdiğiniz süre boyunca iktidarın, “Bunlar marjinal, illegal gruplardır” diye tarif ettiği unsurları gördünüz mü?

Marjinal kişiler veya teröristler değil, son derece masum, ne yaptığını bilen, özgürlük alanlarına yapılan müdahaleler veya çevre duyarlılıkları sebebiyle sokağa inmiş kişiler gördüm. Aralarındaki müthiş dayanışmaya şahit oldum. Y Kuşağı (Generation Why) olarak tabir edilen kuşak, sorgulayan, teknolojiyi iyi kullanan, bireysel davranabildiği kadar ekip çalışmasına da yatkın, haklarını koruyan bir topluluk. İş-özel yaşam dengesi bulunmuyorsa, yaptıkları işi sevmiyorlarsa işsiz kalmayı bile tercih eden, yani parayla elde tutulamayan, biat kültürünü barındırmayan bir nesil. Şiddet dilini kullanmaksızın çok yaratıcı ürünler ortaya koyabiliyorlar. Başbakan’ı çaresiz hale getiren de, bu yaratıcılıkla nasıl mücadele edeceğini bilememesi oldu. Bu kuşakla anlaşabilmek için biz siyasetçilerin samimiyetimizi, sahici oluşumuzu ispat edebilmemiz gerekiyor. Eskiden olduğunun aksine, daha eşit bir ilişki biçimi geliştirmemiz lazım.