Son haftaların en çok konuşulan konusu, emniyet birimlerinin biber gazı bombalarıyla yaptığı müdahaleler. Biber gazını hem kimyasal etkileriyle kalabalıkları dağıtmak, hem de bir kurşun gibi kullanarak eylem yapan kişileri yaralamakta kullanan polisler, İstanbul’da 1 Mayıs için Taksim’e ulaşmaya çalışan Dilan Alp’i, bir çıkmaz sokakta kıstırıp biber gazıyla başından vurmuşlardı. Dilan Alp ve babası Ali Ekber Alp, polisin biber gazı vahşetini, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun başlattığı karalama kampanyasını ve tedavi sürecini Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattılar.
Doğu Eroğlu
Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs’a kapatılması tartışmaları uzun süre gündemden düşmedi. Bu tartışmalar sizde olumsuz durumlar yaşanabileceği beklentisi yaratmış mıydı?
Bu benim katıldığım ikinci 1 Mayıs’tı ve HEY Tekstil işçisi olan babamın direnişinden etkilenerek orada olmak istedim. “Arbede olacak” deniliyordu; valilikten izin çıkmadığını da biliyordum ama orada olmak istediğim için bunları düşünmedim.
Taksim’in ya da herhangi bir meydanın devlet tarafından miting alanı olarak belirlenmesi veya gösterilere kapatılması durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu kararı halk vermeli. Sorunları, alanları yasaklayıp polisi emekçilerle karşı karşıya getirenler yaratıyorlar. Hâlbuki önceki 1 Mayıs’ımda da Taksim’deydim ve meydan dolup taşmış, günü halaylarla geçirmiştik.
Bu 1 Mayıs’a kimlerle, nereden katıldınız?
Yengemlerle gittim ama kargaşada onlardan ayrılınca arkadaşlarımla kaldım. Meydana ulaşamadık ve Sabah daha 9’da Tarlabaşı civarında polisle karşılaştık, meydana da ulaşamadık tabii. Babam ise HEY Tekstil işçileriyle birlikte Beşiktaş tarafındaydı ve onlar da daha hiç yürüyemeden polisin attığı gaz bombalarıyla karşılaşmışlar. Kendileri saldırıya uğrayınca endişelenip bana telefon etmeye başladı.
Ali Ekber Alp: Karşılaştığımız şiddeti görünce Dilan’ın daha önce biber gazı solumadığını düşünüp panikledim. İlk aradığımda henüz polisle karşılaşmadıklarını, bir sıkıntı olmadığını söyledi. Öğlene doğru Beşiktaş’taki polis müdahalesi sertleşince, birlikte yürüdüğümüz Hava-İş emekçileriyle birlikte evlerimize dönmeye karar verdik. O saatten sonra Dilan’a ne kadar telefon ettiysem de ulaşamadım; meğer olan olmuş, bana söylemiyorlarmış.
Tarlabaşı’nın ara sokaklarında polisle karşılaşabileceğinizi tahmin etmiş miydiniz?
Etrafta polisler olabileceğini düşünüyorduk ama daracık sokaklarda bu kadar sert müdahaleler yapacaklarını hiç tahmin etmemiştik. İlk kez biber gazı soluyordum ama sirke, limon gibi teknikleri öğrenerek gittiğim için panik yaşamadım. O kadar çok gazla karşılaşınca insanın bünyesi alışıyor zaten. Hangi sokağa girsek, hangi köşeyi dönsek karşımıza polis çıkıyor, gaz bombaları atıyorlardı.
Polis, saldırılar öncesinde size herhangi bir uyarıda bulundu mu?
Ne uyarısı? O gün hiçbir uyarı yapmadan, gördükleri yerde üzerimize saldırıyorlardı. Bize insan değil de örgüt üyesi gözüyle baktıklarından olsa gerek… Böyle bir şeyi ilk defa yaşıyor olmama karşın hiç şaşırmadım; polisin zaten böyle şeyler yapabileceğini izlediklerimden, dinlediklerimden biliyordum.
Görüntülerde yaralanmanızdan hemen önce bir evin kapı eşiğinde durduğunuz görülüyor. Oraya sığınmaya mı çalışıyordunuz?
Biber gazı kapsülünün kafama isabet etmesi yüzünden ancak vurulduğum andan bir saat öncesinde yaşananları anımsayabiliyorum; olayın yaşandığı anlar bir sis bulutu gibi. Arkadaşlarım kaçarken o eve girmişler. Sanırım gözüm yandığı için elimdeki sirke şişesiyle uğraşıyormuşum, o yüzden de geride kalmışım.
Sizi yaralayan gaz bombasının ne kadar mesafeden ateşlendiğini hatırlıyor musunuz?
İyileşmemin ardından, vurulduktan sonra beni evin içine çeken kişiyle tanıştım. 1 Mayıs’la alakası olmayan, o evde yaşayan biriydi. Gazı atan polisin yüzünde gaz maskesi olduğu için o kişiyi teşhis edememiş ancak saldırının 7-8 metre mesafeden gerçekleştirildiğini söyledi. Babam daha sonra o sokağa gidip olay yerini inceledi; sokağın çıkmaz sokak olduğunu, kaçılabilecek hiçbir çıkışının bulunmadığını gördü. Böyle bir durumda ateş etmeye gerek var mıydı?
Siz içeri çekilip, polisler sığındığınız eve hücum ettikten sonra neler yaşandı?
O evde yaşayan kişi beni kapı ağzından kaldırmayı başaramamış olsaydı, belki de beni çiğneyerek gireceklermiş eve. İçeride bir merdiven altında saklanan arkadaşlarım, yaralandığımdan habersizlermiş. Polis gidince ev sahibi arkadaşlarımın yanına gelmiş. Kıyafetlerindeki kanı göstererek, “Polis kapının önünde bir kızı vurdu” demiş. Dış görünüşümü tarif edince, arkadaşlarım vurulanın ben olduğumu anlamışlar. O ana kadar başka bir eve sığındığımı sanıyorlarmış. Çok geçmeden polis tekrar müdahale etmiş; evin içine gaz sıkılmış ve hem arkadaşlarım, hem de orada yaşayan aileyi darp edip götürmüşler.
Ali Ekber Alp: Görüntü kayıtlarında da gözüken beyaz gömlekli sivil polisin niyeti, kafasına kısa bir pansuman yaptırdıktan sonra Dilan’ı gözaltına almakmış. O yüzden Dilan’la beraber hastaneye de gitmiş. Sağlık görevlilerine teslim ederken, Dilan’ın merdivenden düştüğünü söylemiş. Ancak Dilan muayene edilince beyin travması geçirdiği, kafatasında kırık olduğu anlaşılmış. Dilan ameliyata alınınca polisler de hastaneden kaçmış.
Tehdit unsuru oluşturmayan bir kişiye, 10 metreden az mesafeden biber gazı kapsülü atılmasını nasıl açıklıyorsunuz?
Burada bir kin, nefret var. O polislerin beyinleri yıkanmış insanlar olduklarına inanıyorum çünkü o kapsüllerin üzerinde bile “doğrudan insan bedenine atmayınız” yazıyor. Bu uyarıya rağmen bilerek üzerimize nişan alıyorlar çünkü bizlerden korkuyorlar. Biber gazı stoklarının devamlı tükenmesi işçiden, halktan korktuklarını gösteriyor.
Bilinciniz ne zaman açıldı? Saldırıdan sonra ilk hatırladığınız şey ne?
Taksim İlkyardım Hastanesi’ne götürüldüğümde bilincim açıktı. Bana bir şey olduğunu biliyordum ama durumun vahametinin farkında değildim ve uyuşturulmuş olduğum için hareket edemiyordum. Ertesi gün biyoloji sınavım olduğundan dolayı, “Bırakın beni, daha eve gidip ders çalışacağım” diye kendi kendime panik yaşıyordum ama konuşamıyordum.
1 Mayıs’ın en önemli gündem maddesi olduğunuzu ne zaman anladınız?
3 Mayıs’ta beyin tomografisi için götürülürken, etrafta bir sürü insan olduğunu fark ettim ve sandığımdan daha büyük bir yaralanma yaşadığımı anladım. Daha sonra ziyaretler başladığında anneme, “Ben kötü bir şey yapmıyordum, ne oldu da bana böyle yaptılar?” diye sordum. Annemin anlattıklarıyla başıma gelenleri anladım. Hemşirelerse odama her gelişlerinde koruyucu bir tavırla, “Bak başına neler geldi, bir daha gidecek misin 1 Mayıs’a?” gibi şeyler söylüyorlardı. Neden biz geri adım atalım? Elbette gideceğim 1 Mayıs’a!
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu hakkınızda, “Dilan kızımız örgüt üyesi. Marjinal gruplarla bağlantısı vardır. Emniyet mensuplarıyla çatışma içerisindedir” açıklamasını yaptı. Bu açıklamadan ne zaman haberiniz oldu?
Hastane değiştirdiğim sıralarda ambulanstaki görevlilerden bir şeyler duyuyordum ama ciddi bir tartışma başladığını, bu kadar büyük bir kitlenin beni savunduğunu bilmiyordum. Ancak eve çıktıktan sonra tüm yaşananları öğrenebildim. Vali’nin açıklamaları tamamen kendisini aklamak için söylenmiş şeylerdi ama insanların beni bu kadar sahipleneceğini düşünmedi. Toplumu küçümsüyor söylediklerine herkesin inanacağını sanıyordu. Marjinal günlük hayatta kullanılan bir kelimeydi aslında ama Vali Mutlu, Başbakan ve iktidardakiler bu tanımı kime, hangi kıstaslara göre yakıştırıyor anlayamıyorum. Ama hakkını savunmak için meydana inen işçi ve ona destek verenler kesinlikle marjinal değildirler. Bunların haricinde büyük bir çarpıtma daha var. Benim elimdeki sirke şişesinin molotof kokteyli olduğunu iddia ettiler. Öyle olsaydı bile beni öldürmeye hakları yoktu ki! Resmen hayatıma kastedildi.
Vurulduğunuz anı gösteren görüntüleri izlediniz mi?
O görüntüleri eve çıkana kadar bana izletmediler. Ancak izlediğimde de üzerimde büyük bir etki yaratmadı. O görüntü kayıtları olmasaydı Vali Mutlu’nun hakkımda yaptığı açıklamaların yalan olduğu kanıtlanamazdı. Ortada olayları böylesine açık biçimde gösteren bir kayıt olmasaydı, belki de insanlar Mutlu’ya inanabilirlerdi.
Niçin tedavi için Medical Park gibi iktidara yakın olduğu bilinen bir hastane tercih edildi?
Ali Ekber Alp: Bu süreci benim anlatmam daha doğru olur. Dilan’ın Medical Park’a götürülmesi bizim tercihimiz değildi. Taksim İlkyardım’daki ilk ameliyattan sonra doktorlar 48 saat beklenmesi gerektiğini söylediler. Sonrasında da bu tip ameliyatlarda en iyi yer olduğunu söyleyerek bizi Silivri Anadolu Hastanesi’ne sevk edeceklerini belirttiler. Çok uzakta bir hastane olsa da bu tavsiyeyi kabul ettik. Çok geçmeden Medical Park’ta yer olduğu, oraya gönderileceğimizi söylediler. Hem Dilan’ın, hem de yine başından yaralanan Meral Dönmez’in oraya götürülmesinin tesadüf olmadığını ise sonradan anladık. Sağlık Bakanlığı devreye girmiş; orada gözlem altında tutuluyormuşuz.
İsteğiniz dışında Medical Park’tan taburcu edildiğiniz iddia edildi. Medical Park’la yaşanan sorunun sebebi neydi?
Ali Ekber Alp: Biz Dilan’ın yaşama tutunması için uğraşırken, bir de Vali Mutlu’nun açıklamalarıyla uğraşmak zorunda kaldık. O karmaşada meğerse Dilan’ı hastaneden çıkartmaya çalışıyorlarmış. Sivil polislerin yoğun bakımdaki Meral Dönmez’in ifadesini almaya çalıştıklarını öğrendik. Çok geçmeden Meral’in taburcu edileceği söylendi. Bir baktık ki Dilan’ı da taburcu etmenin hazırlıklarını yapıyorlar! “Ücreti neyse öderiz ama 3-4 gün daha serviste bakılmasını istiyoruz” dedik ama kararlarını çoktan vermişlerdi ve yatak kapasitesini bile kontrol etmeden, “Kusura bakmayın, hiç yerimiz yok” dediler. “Bizimkisi de maviyse mavi, yeşilse yeşil; aynı para yani… Neden kabul etmiyorsunuz?” dediysem de dinletemedim. Dilan taburcu edilirken hiçbir doktor bizle görüşmedi. Dilan’ı bize güvenlik amirleri teslim etti. Geceyi bir tıp merkezinde misafir olarak geçirdik ve Dilan’ı ertesi gün Batı Bahat Özel Hastaneleri’ne götürdük. 5 gün de orada kaldık. Bu süreçte CHP Bahçelievler İlçe Başkanı Rıza Akpolat da bizlere çok yardımcı oldu.
Yaşadıklarınızla ilgili yargıya başvurdunuz mu?
Ali Ekber Alp: Hastaneden aldığımız raporlarda yaralanmanın, “çok yakın mesafeden sert bir cismin çarpması sonucu kafatası kırılması” şeklinde gerçekleştiği belirtiliyor. O cismin biber gazı kapsülü olduğu da görüntülerde açıkça görülüyor. Ancak bu yalnızca tetiği çeken memurla ilgili bir sorun değil. Amirden, emniyet müdürüne, validen içişleri bakanı ve başbakana kadar giden bir emir komuta zinciri var ve hepsinden şikâyetçiyiz. İstanbul Emniyeti’nden de, kızımı vuran polisin açığa alınmasını talep ediyoruz. Emri veren amirin ve tetiği çeken polisin görevde olduğunu biliyoruz.
Sağlık durumunuz nasıl? Travma kalıcı bir hasara yol açtı mı?
Şu anda gayet iyiyim ve kontrollerde kalıcı bir hasar oluşmadığı gözüküyor. Hastane süreci çok zordu ama eve gelince kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Hastane ortamında biraz da insanın ruh hali bozuluyor, hastanede olduğun ve sürekli yattığın için kendini hep hasta hissediyorsun.
Sosyal hayatınıza dönebildiniz mi? Etrafınızdan ve arkadaşlarınızdan nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Bir süre sonra okula gitmeye, sınavlarıma girmeye başladım. Kimseden de olumsuz bir tepki almadım. Bizim halkımız Vali Mutlu’nun inandığı gibi değil; benimle aynı görüşte olmayan arkadaşlarım bile bana yapılan haksızlığı görünce fikirlerimi paylaşmaya, çizgi değiştirmeye başladılar. Ne de olsa beni tanıyorlar, terörist veya marjinal olmadığımı biliyorlar. Hiç tanımadığım insanlar bile okulda ve sokakta gelip bana sarılıyorlar. Polis şiddeti bir sağ-sol siyaset sorunu değil, bir insanlık meselesi.
Mayıs ayı boyunca herkes sizi konuşuyordu, yaşamınızı yitirebileceğinizden ötürü herkesin ödü kopuyordu. Ancak polisin benzer ve hatta daha ağır saldırıları, Gezi Parkı olayları sebebiyle tüm ülkeye yayıldı. Polis niçin geçmiş hatalardan, ölümlerden ve yaralanmalardan ders almıyor?
Gezi Parkı direnişçileri aptal değiller. Onlarla konuşulup Türkiye’yi daha iyi bir yer haline getirmek için pek çok zemin var. Barışçıl insanlarla konuşmak yerine üzerlerine polisi yollayanlar işleri daha da kötüleştiriyorlar. Yaralanmam sonrasında insanlar bazı şeyleri gördü. Polisler de insanların uyandığını gördüğü için daha sert müdahale etti ve ülke ayaklandı. Bu kadar farklı insanı bir araya getirdikleri için onlara teşekkür etmek lazım. Bu birlikteliği onlar yarattılar. Herkesin polisle ilgili yaşadığı şeyler var. Ben hastanedeyken Radikal’den gelen bir gazeteci küçükken yaşadığı bir olayı anlatmıştı. 1997’nin 1 Mayıs’ında, kendisi 17 yaşındayken polisler köprüden atmışlar onu, omzu çıkmış. Polisin mevcut yöntemlerde ısrarının en temel sebebi yaptırım olmaması ve polislerin eğitim süreci. Polis karşısındakini insan olarak değil, bir düşman olarak görüyor ve aldığı emirleri de bu doğrultuda uyguluyor. Aralarında elbette vicdanlı olanları da vardır ancak Tarlabaşı’nda onlarcası doğrudan kafamıza, suratımıza nişan alarak attı o gaz bombalarını. Yaşayıp yaşamamamız onların umurunda değil. İki adım atıp elini uzatsa beni yakalayabilecekken kafama atılan biber gazı bunun kanıtı değil mi?