Anadolu Üniversitesi öğrencisi Caner Ertay 2 Haziran gecesi Eskişehir’de, Gezi Parkı eylemleri sırasında önce Çevik Kuvvet, sonra da Terörle Mücadele Şubesi polislerinin işkencesine maruz kaldı. Bir arabanın bagajında hastane hastane dolaştırılan Ertay, Ali İsmail Korkmaz’ın da öldüresiye dövüldüğü gece yaşadıklarını ve Eskişehir’deki sistematik polis işkencesini Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.
Söyleşi: Doğu Eroğlu
Hem sizin, hem de hala komada olan Ali İsmail Korkmaz’ın aynı gece benzer olaylar yaşamanız, Eskişehir’deki eylemlere yapılan polis müdahalelerinin 2 Haziran gecesi sertleştiğini gösteriyor. O akşam polis yöntemlerinde bir değişiklik mi yaşandı?
Ülkedeki tüm insanlar gibi, biz de 31 Mayıs gecesi sokağa çıkmıştık. Halkın eylemlere yoğun bir desteği vardı, polisin biber gazıyla saldırdığı anlarda apartmanlardan yardım için limonlar yağıyordu! Polis biraz hazırlıksız yakalanmıştı, halk desteği yüzünden sivil polislerin aramıza girip dolaşabileceği bir ortam da yoktu. Polis olayları bastırmakta zorlanınca, birkaç gece sonra eli sopalı grupları ve sivil polisleri sokağa saldı. Ali İsmail Korkmaz’ın başını da öyle yaktılar. Ancak o olayda sivil polisin dışında, AKP’li milislerin de olduğunu düşünüyoruz. Ali dışında, 2 Haziran gecesi milis grupların saldırılarına hedef olan, canını zor kurtarabilen başka arkadaşlarımız da oldu.
Sivil polislerin eline siz nasıl düştünüz?
Polisle karşı karşıya kaldığım Yunus Emre Caddesi oldukça dardı ve müdahale halinde kaçılabilecek bir yer yoktu. Bir anda biber gazı bombaları atılıp, TOMA cadde boyunca ilerlemeye başlayınca kendimi bir otoparka atabildim. Ardımdan da çevik kuvvet geldi. Yaklaşık 20 kadar polis birkaç dakika boyunca beni darp etti. Suratım kan içinde yerlerde sürüklendiğim sırada bana küfür ediyorlar, “Niye azdınız bu kadar?” diye bağırıyorlardı. Özellikle kafama çok fazla tekme yedim; bilincimi kaybetmemek için çok uğraştım. Burnumun o ilk müdahale sırasında kırıldığını sanıyorum. O dayağa rağmen gözaltına alınmadım; beni dövdükleri yerde bırakıp gittiler. Otoparktan uzaklaşmak istedim ama ayağım sakatlandığı için mecburen bir köşeye oturup beklemeye başladım. Yaklaşık bir saat sonra sivil polisler otoparka girdiler. Beni görünce birbirlerine, “O mu?” diye sordular. Beni kentteki eylemlerden ve basın açıklamalarından tanıyorlardı. Kimliğime bakınca emin oldular ve telsizden “Caner’i yakaladık” diye anons geçip, her tarafım kan içinde olmasına rağmen tekrar vurmaya başladılar.
Sivil polislerin yöntemleri çevik kuvvetinkinden farklı mıydı?
Sivil polisler çevik kuvvet memurları gibi değil; öldürmemek için özellikle kafa ve göğüs bölgelerine vurmuyorlar fakat sakatlamak maksadıyla özellikle bele, bacaklara, dize ve sırta odaklanıyorlar. Ölürsem ismim üzerinden daha çok kişinin sokağa ineceğini biliyorlar. Sokaklardaki eli sopalı milisler işkence konusunda bu kadar bilinçli değiller; Ali İsmail Korkmaz’ın talihsizliği de aralarında sivillerin olduğu bir ekibe yakalanmak oldu. Kimliği teyit ettikten sonra beni otoparkın ortasına götürdüler ve ellerinde odun ve Filistin copları olan 15 kadar sivil polisin işkencesi başladı. İlkin ayağıma art arda darbeler vurarak yere düşürdüler. Üzerinden bir ay geçti ama o darbeler yüzünden hala yürümekte zorlanıyorum. Fiziksel ve psikolojik işkence yarım saat kadar sürdü.
Fiziksel acının dışında, işkence boyunca sizi en çok sarsan şey neydi?
Kaç para aldınız, pek çok galiz küfür… Bir sürü insanın hayatını yaktınız, bu kalabalıkları siz döktünüz sokağa, sizi kim destekliyor gibi laflar. Çok yaratıcı şeyler değil yani; iktidardakilerin söylemlerine benziyor.
Yarım saatlik işkenceden sonra bana yaptıklarını yeterli bulmamış olacaklar ki, yere kapanmış yatarken zorla ellerimi yüzümden ayırıp, yaklaşık bir dakika boyunca biber gazı tüpünden yüzüme sprey sıktılar. O kadar çok sıktılar ki yüzüme sıkılan gaz üstüme başıma aktı. O sırada aklıma Guantanamo Kampı, Nazilerin toplama kampları ve işkenceleri geldi. O kadar şeye rağmen hınçlarını alamamış olmaları beni çok şaşırttı. Önce dövüyorlar, sonra zorla ayağa kaldırıp yürütüyorlar, ardından tekmeyle yeniden yere yıkıp işkenceye devam ediyorlardı. Nihayetinde kaldırıp arabaya gitmemi söylediler ama yüzüme sıkılan sprey yüzünden arabayı bile göremiyordum. Tüm işkence boyunca tek ses etmemiştim ama en sonunda dayanamayıp “Arabayı bulamıyorum” diye bağırmak zorunda kaldım. İki tanesi kollarımdan tutup beni bir kamyonetin bagajına tıktılar. Araba hareket etti ve yol almaya başladık.
Gözaltında kaybedilebileceğinizden endişelendiniz mi?
Zaten arabadaki polisler kendi aralarında, “Bunu kaybetsek mi, öldürüp bir yere atalım mı?” diye konuşuyorlardı. Bagajda çok zor hareket edebiliyordum ama telefonuma ulaşmayı başardım. Bir arkadaşımı arayıp, gözaltında olduğumu, işkence gördüğümü, avukatlara ve şehirdeki sivil toplum kuruluşlarına haber vermeleri gerektiğini, birileri benim için girişimde bulunmazsa kaybedileceğimi söyledim. Polisler o ifadeleri belki psikolojik işkence yapmak için söylüyorlardı ama telefon görüşmesini yaptıktan sonra kendimi biraz daha güvende hissettim. Araba birkaç dakika sonra durdu. Bir anda bagaj açıldı ve mafya filmlerinden alışık olduğumuz sahnelere benzer bir an yaşandı. Ortada üzerinde pardösü, elleri cebinde duran, isminin Ayhan olduğunu bildiğim Terörle Mücadele Şubesi Müdür Yardımcısı, iki yanındaysa TEM şubenin polisleri duruyordu. Ayhan beni görünce gülerek, “Evet, gerçekten de o. İyi yapmışsınız” dedi. Arabadan döverek indirmeye çalıştılar ama daha sonra fikirlerini değiştirip beni tekrar bagaja koydular. Polislerden biri hastaneye gittiğimizi söyledi.
Hastanede neler yaşandı?
Devlet Hastanesi’nde acile girişimin yapıldığı sırada beni tanıyanlar halimi görüp yanıma geldiler ama polisler gözaltıyla tehdit edip arkadaşlarımı uzaklaştırdı. Olduğum bölümünü polis kordonuna alıp kimseyi yaklaştırmadılar. 10 dakika sonra avukatım telefonla beni aradı. Hastanede olduğumu, işkence gördüğümü söyledim. İşkence lafını duyan polisler üzerime çullanıp telefonumu almaya çalıştılar. Akıllarınca bana ceza olsun diye hastaneden çıkarttılar. O sırada telefonumu da aldılar ve başka bir hastaneye gideceğimizi söylediler.
Hastane değişikliğinin sebebi neydi?
Devlet Hastanesi’nde o akşam Eskişehir Tabip Odası Başkanı Bülent Nazım Yılmaz nöbetçiymiş. Beni o haldeyken kimseye, özellikle de TTB’den birine göstermek istemediler. Yılmaz beni o halde görseydi, kentteki tüm toplumsal muhalefetin bu işkenceden haberdar olmasını sağlardı.
Bunlar olurken işkence sürüyor muydu?
İkinci gittiğimiz hastanede doktor vücudumdaki morluklarla ilgili rapor tuttuğu sırada polisler, “Çok fazla bir şey yazma, uzatma da gidelim” dediler. Hademelerin bana su vermesine bile izin vermediler. Eskişehir Halkevleri Başkanı’nın hastaneye geldiği bilgisi ellerine ulaşınca, kolumu alçıya aldırıp beni o hastaneden de apar topar uzaklaştırdılar. En sonunda bir karakola götürüldüm ve beni arayan avukatlardan biriyle karşılaştım. İfademi alıp beni serbest bıraktılar, ben de gerçek anlamda tedavi olmak için hastaneye gidebildim.
O gece üzerinizde ne kadar hasar yarattı?
Ciddi miktarda doku zedelenmesi olduğu için kolum alçıya alındı. Kırılan burnum da hemen ameliyat edildi. Olaydan sonra birkaç gün boyunca hiç yürüyemedim. Yaklaşık 20 gün boyunca 1 saatten fazla ayakta duramadım. Hala yürürken ağrım oluyor. Yine de Ali’ye kıyasla ucuz atlattığımı söyleyebilirim. Ali’yi beyin kanaması geçirdiği halde karakola ifade vermeye gönderdiler ama ben örgütlü bir insan olduğum için bana bakmak zorunda kaldılar. Aynı şekilde benden de adli vaka olduğuma dair belge istediler ama avukatım konuşup doktorları ikna etti. Ali’ye yardımcı olacak, doktorlara baskı yapacak birileri olmadığı için tedavisi o kadar gecikti.
Gördüğünüz işkenceye ilişkin hukuki süreç nasıl ilerliyor?
Savcılık soruşturması kapsamında işkence gördüğüm yerden kan örnekleri alındı, benim kullandığım kanlı peçeteler bulundu. Toz toprak içerisindeki kanlı kıyafetlerimi de savcılığa verdik. Ayrıca o gün her nedense çoğu kapalı olan mobese kayıtları da incelenecek. Ali’nin öldüresiye dövüldüğü görüntüler emniyete gönderildikten sonra bir şekilde bozuldu. Bu soruşturmada da deliller karartılabilir.
Kitlelerin Türkiye’de sokağa inmesinin sebeplerinden biri 31 Mayıs’ta başlayan polis şiddetiyken, polisin barışçıl gösterileri artan bir sertlikle bastırması sizi şaşırttı mı?
2 Haziran gecesine kadar yaralanan çok arkadaşımız olmuştu ama polis işkencesi bu kadar ağır değildi. İşkencelerden sonra kentte 40 bin kişilik yürüyüşler oldu. Özellikle Ali’nin ismi etrafında birleşildi. Yine de bu olanlar beni çok şaşırtmıyor. Türkiye’deki iktidar yıllardır bu anlayışı uyguluyor. Basın açıklamaları ve eylemler biber gazıyla, kaba güçle bastırılıyor. AKP kendi seçmen tabanını elinde tutup, karşıtlarına en büyük eziyetleri çektiriyor. Barışçıl ve demokratik bir gösteriye biber gazı bombası atmak onlar için önemli değil. Ne de olsa Başbakan Erdoğan atılan biber gazını kendi kitlesine açıklayabiliyor. Onlar için yaptıklarını bize değil, Kazlıçeşme’de toplanan kitlelere açıklayabilmek önemli. Gezi Parkı’nda, Eskişehir’de çadır kuranlara karşı meşru olmak gibi kaygıları yok.
Size büyük bir öfkeyle saldıran polis, toplumun niye sokağa indiğini anlayamıyor mu?
Polis bizim ne yapmak istediğimizi hala anlamıyor. Yaşadıklarımın üzerinden yaklaşık iki hafta geçmişti ve hala kentteki kitlesel yürüyüşler sürüyordu. Kendimi iyi hissettim ve bir yürüyüşte az da olsa bulunmak istedim. Yürüyüş güzergâhında bulunan bir karakolun önünden geçerken yürüyenlerin bazıları polislere üzerine yürüdüler. Onların önüne geçip engelleyenlerin arasında ben de vardım. Karşımızda, polise olan öfke veya nefretle açıklanamayacak, bunun çok ötesinde bir toplumsal hareket var. Biz polisten nefret etmiyoruz; karşımızda onlar değil, AKP var.
Eskişehir 2013’te hareketli bir dönem yaşıyor. Osmangazi Üniversitesi’nde yemekhane boykotu yapıldığında rektörün ilk söylediği, boykotu gerçekleştirenlerin “bölücü, militan ve teröristler” olduğuydu. Aynı söylemler Gezi Parkı protestolarında da ortaya çıktı; Eskişehir’de yaşanan ağır işkence olayları, bundan sonra iktidardakilerin söylemlerinin karşılık bulamamasını sağlayacak mı?
Öyle bir süreç atlattık ki… Türkiye’deki merkezi yapı tüm ülkeyi şekillendirirken, yerel yöneticiler, valiler ve rektörleri de kendi istediği hale getiriyor. İktidarın şiddet dili ve eğilimi bu kişilere de geçiyor. Rektörlerin özel güvenlik birimlerine öğrenci dövdürtmeleri, merkezi iktidarın polisle olan ilişkisine benziyor. Yerel yöneticiler iktidarlarını, şiddeti altlarındakine yönelterek kurmaya çalışıyorlar. Eskişehir’de Osmangazi Üniversitesi yemek boykotuyla binlerce kişi sokağa dökülmüştü. Haziran İsyanı’ndan önce bu eylemler önemli bir birikim yarattı. Eskiden yöneticilerin açıklamalarının da etkisiyle, gaz bombası atılan bir eylemde yer alanları tüm halk terörist olarak görürdü. Şimdi o halk gaz bombası atılırken en önde duruyor. Artık bu ülkeyi eskisi gibi yönetemeyecekler.