Doğu Eroğlu (1 Ağustos 2013 BirGün Gazetesi)

2010’da yapılan uluslararası antlaşmayla, Mersin Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) için kurulan Türkiye-Rusya konsorsiyumunun 9 Temmuz’da sunduğu Çevre Etki Değerlendirmesi Raporu (ÇED), Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından bir haftada veto edildi. İade gerekçesi olarak, raporun hiçbir yönden yeterli bulunmadığı belirtildi. Peki, bu iade Türkiye’nin nükleer enerji politikası için ne ifade ediyor? Nükleer karşıtı mücadelenin içindeki isimlerden, Ekoloji Kolektifi üyesi Avukat Fevzi Özlüer, uluslararası antlaşma sürecinde başlayan hukuksuzlukları, santralin ÇED sürecini ve AKP hükümetinin Akkuyu üzerinden Rusya’ya verdiği mesajı BirGün’e anlattı.  

Türkiye’nin Rusya ile yaptığı uluslararası nükleer güç santrali (NGS) antlaşması nasıl gündeme geldi?

2007-2013 yıllarını kapsayan 9’uncu Kalkınma Planı’na, elektrik arzında çeşitlendirme yaratmak niyetiyle üretim kaynakları arasına nükleer enerjinin dâhil edilmesi hedefi konulmuştu. Bu doğrultuda, Yüksek Planlama Kurulu’nun 18 Mayıs 2009 tarihli kabul ettiği Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi’nde de nükleer santral kurulması çalışmalarına devam edilmesi ve 2020’ye kadar elektrik üretiminin en az yüzde beşinin nükleer santrallerden karşılanması kararı alınmıştı. Rusya’yla yapılan nükleer santral antlaşmasının yasal dayanağı da kalkınma strateji belgelerine eklenen bu kararlardır.

Türkiye ile Rusya arasında yapılan NGS antlaşması, 2010 yılı ve sonrasında çok tartışıldı. Türkiye tarafı bu süreçte usul veya esas itibarıyla hukuki hatalar yaptı mı?

Antlaşma 12 Mayıs 2010’da imzalandı ve Cumhurbaşkanı’nın onayına sunuldu. 21 Temmuz 2010 tarihinde de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe kondu. Aynı antlaşma, Bakanlar Kurulu tarafından da onaylandı ve 6 Ekim 2010’da Resmi Gazete’de yayınlanan kararnameyle birlikte antlaşma kabul edildi. Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin 1’nci fıkrasına göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin yabancı devletlerle yapacağı antlaşmalar yalnız TBMM’ce onaylanabilir. TBMM’nin antlaşmayı kabul etmesi halinde, ilgili yasa cumhurbaşkanının onayına sunulur. Yani milletlerarası antlaşmaları onaylama yetkisi, Bakanlar Kurulu’na değil, cumhurbaşkanına aittir. 31 Mayıs 1963 gün ve 244 sayılı “Milletlerarası Antlaşmaların Yapılması, Yürürlüğü ve Yayınlanması Hakkında Kanunun” 3’üncü maddesinin 1’inci fıkrası, “Milletlerarası antlaşmaların onaylanması Bakanlar Kurulu kararnamesiyle olur” demektedir. Ancak bu madde dayanak gösterilerek yapılan uygulamalar Anayasa’ya aykırıdır. Bu noktada 1969 tarihli Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’ne bakılması gerekir. Viyana Sözleşmesi’ne göre, bir antlaşmanın hukuksal geçerliliği öncelikli olarak iç hukuktaki usule göre imzalanmış olmasına bağlıdır. Anayasa açısından usulüne göre onaylanmamış bu antlaşma metni, iç hukuk açısından iptal edilebilir nitelik taşımaktadır. Uluslararası hukuk kuralları açısından geçerlilik şartlarına uymayan bir antlaşmanın batıl sayılması, yani yürürlüğe girdiği andan itibaren hiç yapılmamış hükmünde olması gerekir.

Antlaşma 2010’da yürürlüğe girdi ancak yasal izinler hâlâ sağlanamadı. Taraflar niçin NGS için gerekli prosedürü bir türlü tamamlayamıyorlar?

İmar Kanunu kapsamında, proje yeri olarak gösterilen Akkuyu ile ilgili proje alanının üst ölçekli planda belirlenmesi gerekiyordu. Mersin-Karaman 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’na nükleer santral projesinin işlenmesi de imar mevzuatının gereğidir. Proje alanını gösteren plan kararı,  nükleer santralin yer seçimini gösteren bir hukuki belge niteliği taşır. Plana nükleer santralin yeri işaretlenmeden, bu yerle ilgili strateji belgeleri belirlenmeden, bu santralle ilgili Çevre Kanunu uyarınca ÇED süreci de başlatılmaması gerekiyordu. Çünkü önce santralin yerini, etkilenme alanını, plan kararlarıyla uyumunu gösteren bir hukuki belge; daha sonra bu santralin olası risklerini ve bu risklerin önlemelerini gösterir bir ÇED raporu üretilmeliydi.

Kamuoyu denetiminden kaçırılması için seçilen uluslararası antlaşma yöntemine rağmen Akkuyu NGS için ÇED süreci yaklaşık üç senedir sürüyor. ÇED süreci bugüne dek nasıl ilerledi?

Uluslararası antlaşma yolunu, santral sürecinin yargısal denetime tabi tutulmasını engellemek için seçtiler fakat antlaşma uyarınca, santral yapımı için gerekli olan her türlü izin yine Türkiye hukukuna göre alınacaktı. ÇED konusundaki sıkıntıların aşılamayışının antlaşmayı çıkmaza sokması da bundan. Akkuyu NGS’nin bulunduğu Mersin Karaman 1/100.000 ölçekli planın şehircilik ilkelerine aykırılığı gerekçesiyle TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından açılan davada, yapılan planın yürütmesi 1 Kasım 2011’de durduruldu. Bu süreçten Akkuyu NGS’nin de etkilenmesi gerekirken, proje şirketinin 2 Aralık 2011’de sunduğu ÇED başvuru dosyası Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından işleme konuldu. Ardından Ekoloji Kolektifi ve TMMOB tarafından yine Akkuyu proje alanının Mersin-Karaman planında gösterilmesine ilişkin,  3 Ekim 2011 tarihli bakanlık işlemine karşı açılan davada yine Danıştay, yer tahsisi kararına ilişkin plan değişikliğinin yürütmesini 13 Şubat 2012’de durdurdu. 

Yargı kararları karşısında iktidar hukukun üstünlüğüne saygı göstermeyi mi tercih etti, yoksa nükleer enerjiye duyulan açlık toplumsal sözleşmeye baskın mı geldi?

Yargı kararlarının uygulanmaması, yurttaşların yargısal denetim yoluyla devlet yönetimine katılma ve idarenin kararlarını denetleme hakkının varlığını ortadan kaldırıyor. Bir projenin yer tahsisi üst ölçekli planda gösterilmeden, ÇED sürecinin işletilmemesi gerekirken, 2012’deki yargı kararları üzerine bakanlık bir açıklama yaparak, Akkuyu NGS projesinin süreçten etkilenmeyeceğini ilan etti. Yani hükümet, hem antlaşmanın hükümlerini hem de iç hukuk kurallarını uygulanmaz kılacak bir siyasa tercih etti. İç hukuk kuralları uygulanmazsa devletin egemenlik hakkının ihlalinin doğacağı, diğer yandan da mahkeme kararı uygulandığı takdirde antlaşmada öngörülen projenin gerçekleşemeyeceği aşikâr. Yani iktidar ya hukuka sadık kalacaktı ya da santralin yapımını sağlamak için karaları görmezden gelecekti.

NGS’nin önceki raporunu süresi içinde sunulmamış olmasına karşın kabul eden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, aynı şirketin Temmuz 2013’de sunduğu raporu hiçbir yönden yeterli bulmayarak iade etti. ÇED’in iadesi Türkiye’deki çevre politikaları için ne ifade ediyor?

Bu gelişmeye bakarak, “Acaba hükümet nükleer santral projesinden vaz mı geçiyor?” ya da “Rusya ile ipler kopuyor mu?” yorumları yapılıyor. Ancak fesih koşulları zaten daha önceden ortaya çıkmış fakat hükümet antlaşmayı feshetmemekte diretmişti. Baskın Oran’ın Türk Dış Politikası isimli eserinin üçüncü cildinin Rusya ile ilgili bölümüne, “Önümüzdeki dönemde nükleer güç santrali projesinden kaynaklanacak hukuki sorunlar aynı zamanda hükümetin elinde de bir fesih kozu olarak Rusya’ya karşı ileri sürülebilecektir” diye not düşmüştüm. 2012 yılında yapılan bu tespit, 2013’te karşılığını buldu. Rusya ile gerilen ilişkilere NGS yoluyla hukuki bir altlık daha bulundu. Bu adımın çevresel hassasiyetler uyarınca değil, siyasal ve ekonomik atmosferdeki değişimlere uyum sağlama adına atıldığını söyleyebiliriz.

Akkuyu NGS’nin şu andaki yasal statüsü nedir? Projenin tamamen iptali için ne gerekiyor?

ÇED yönetmeliği kapsamında, proje şu an için askıya alınmış durumda. Firma her yönden eksik bulunan raporu tamamlayabilirse yeniden bakanlığa sunabilir. Ancak firmanın, santralin deniz yaşamına ve ekosisteme olumsuz etkiler yapacağını ÇED raporunda belirten Mersin Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nün hassasiyetlerini giderecek çözümler üretmesi gerekecek. Yine de, NGS için çıkacak olumlu veya olumsuz ÇED kararının, bakanlığın ilgili kıstasları titizlikle değerlendirmesi sonucunda ortaya çıkacağını düşünmek büyük bir yanılgı olur. Daha önce benzer projelerdeki planların iptal edildiği koşullarda aynı bakanlık, antlaşmaya aykırı biçimde Akkuyu NGS için ÇED sürecini başlatmış ve şirketin ÇED raporunu kabul etmişti. Eğer şimdi ÇED raporu yetersiz bulunduğu gerekçesiyle reddediliyorsa, bunun ardında Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkileri ve iktidarın enerjide termik santralleri ve kömüre dayalı sistemleri yeniden yoğun bir biçimde gündeme almış olmasını düşünmek gerekir.

Türkiye’nin nükleer santral projesindeki ısrarı sürecek mi? Akkuyu NGS’deki bu gelişmeyi iktidarın enerji politikalarında farklı çözümlere yöneleceği şeklinde mi okumalıyız?

Nükleer santral yapılması düşünülen, Mersin-Silifke ve Taşucu bölgesine 4 adet termik santral planlanıyor. Bu santrallerin kurulu gücü ve kömüre dayalı enerji üretiminde Afrika ile girilen yeni ilişkilerin devreye sokulacağı, termik santral külünden çimento elde edilecek oluşu ve bu çimentonun inşaat sektöründe kullanılacağı göz önünde bulundurulmalı. Afrika’dan getirilen kömürü, Türkiye’de enerjiye çeviren ve elde edilen külü de çimento olarak inşaat sektöründe kullanacak bir yatırım ağı doğduğu bir gerçek. Sermaye grupları açısından nükleer yerine, inşaat sektörü ile eşgüdümlü çalışan termik santral projeleri daha kârlı. Bu bağlamda, Rusya ile Suriye üzerinden gerilen ilişkilerde, bir iç hukuk kuralıyla Rusya’ya bir ders verme niyetinin kadar, termik santralin enerji yatırım biçimi olarak gündeme alınmış olması da dikkate alınmalı. Yine de bu gelişmeler Türkiye’nin nükleer santral projesinden vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Rusya ile gerilim yaşandığı bir gerçek; bu gerilim Akkuyu NGS örneğinde somutlaştı. Yani, çevre hukuku ilkelerine ve yargı kararlarına uyan bir bakanlık kararı ile karşı karşıya kalmış olduğumuzu düşünmek için hiçbir nedenimiz yok!