Karar alma süreçlerine katılamayan ve eşit yurttaşlık talep eden çocuklar, öldürülen akranları terörist ilan edilmesine rağmen kendi yaşamları ve çevreleri üzerindeki iradelerini ele almak istiyorlar. Tuzluçayır’da son bir yılın önemli anlarını sokakta geçiren çocuklar endişelerini ve motivasyonlarını, şiddete karşın aileleriyle aralarında gelişen yeni anlayışı Ayrıntı Dergiye anlattılar
Doğu Eroğlu (Haziran-Temmuz 2014 BirGün Gazetesi)
“Polis orada yüzü poşulu, elinde sapanla demir bilyeleri savuran o kişinin kaç yaşında olduğunu nerden ayıracak? . . Ve çok enteresan; annesi diyor ki, ‘Evladımın katili Başbakan’ diyor. Ben evlada sevgiyi, muhabbeti bilirim ama sizin evladınızın mezarına karanfil ve demir bilye atışınızı pek anlamadım! O demir bilyeyi acaba niçin atıyorsun evladının mezarına? Neyin mesajını veriyorsun?” İstanbul Okmeydanı’nda polisin ateşlediği biber gazı fişeğinin başına isabet etmesi sonrasında yaşamını yitiren Berkin Elvan hakkında kullanılan bu ifadeler, Başbakan Erdoğan’ın kolluk kuvvetlerinin müdahalelerinde orantılılık ilkesinden haberdar olmadığı veya yaşam hakkının ulusal ve uluslararası yasalarla korunma altına alındığını bilmediğinden dillendirilmedi. 24 Haziran 2013’te Polis Akademisi mezuniyet töreninde sarf ettiği “Polis kahramanlık destanı yazdı” sözleri devlet eliyle uygulanan şiddetin kurumsal karşılığının cezasızlık oluşunun altını nasıl çizmişse, Erdoğan’ın Berkin Elvan hakkındaki ithamları da eşit yurttaşlık talebinde olup siyasal süreçlere etki etmek isteyen çocuklara karşı açık bir mesaj niteliğindeydi.
Gözü karalıkları, güçsüz materyal bağları, görebilecekleri zararı umursamamalarını sağlayan cesaretleriyle kolluk kuvvetleri için kolay hedef haline gelen çocuklar, sokağa Gezi Parkı eylemleriyle inmiş değiller. “Terörle mücadele” kampanyaları çerçevesinde kolluk kuvvetlerinin uyguladığı güçle yaşamlarını yitiren çocuklara, 31 Mayıs 2013’ten itibaren ulusal ve yerel taleplerle sokaklara çıkanlar eklendi. Demokratik karar alma süreçlerine ve yaşamlarına nüfuz eden iradeye çocuk oldukları için dokunamayanlar, polis şiddetiyle karşılaşıp ölürken eşit yurttaşlarını kazanıp “terörist” ilan edildiler. Gençlerin siyasi irade belirtmesine karşı devletin en üst katından açıklamalar gelirken, iktidar çocuk ölümlerini etkin biçimde soruşturmadığı gibi, çocukların şiddete hedef olabilecekleri şartların nasıl oluştuğunu araştırmamakta da ısrar etti. Tıpkı ebeveynleri, etraflarındaki yetişkinler gibi karar alma süreçlerine katılımları engellenen fakat kendileri gibi iradelerine ipotek konmuş yetişkinlerin sırf çocuk oldukları için diktiği ikincil engellerle karşılaşan çocuklar, eğlence olsun diye değil, yurttaşlık haklarının askıya alınışını bilfiil hissettikleri için siyasallaşıyorlar. Üstelik fikirlerine başvurulmasa dahi eylemlerinden mesul tutulup çarpık çocuk adalet sistemine dâhil ediliyorlar. 31 Mayıs 2014’te İzmir’de yaka paça gözaltına alınan 13 yaşındaki çocuk, nasıl bir mahallede veya kentte yaşamak istediği sorulmadığı halde 3 yıllık hapis istemiyle karşılaşabiliyor. Ankara’nın toplumsal mücadele geçmişinde farklı bir yere sahip olan, 31 Mayıs 2013’ten itibaren hem Türkiye’deki hem de yereldeki gelişmelere tepki veren Ankara’nın Tuzluçayır Mahallesindeki kısa bir soruşturma, çocukların aklından neler geçtiğini anlamamıza yardımcı oluyor.
Ötekilerin mahallesi
Tuzluçayır, 12 Eylül öncesi Küçük Moskova olarak tanınan, 1960’lar ve sonrasında “varoş” diye nitelenen ancak kent aksının genişlemesiyle 50 yıl içerisinde merkezde kalan, Alevilerin ve sosyal demokratların yoğunlukta yaşadığı bir mahalle. Köyden kente göçün arttığı her dönemde Ankara’ya gelenler kent merkezlerinde kendilerine yer bulamadıkça, soluğu bu mahallede almışlar. Farklı toplumsal aidiyetlere sahip grupların ortak noktası yoksulluk olunca mahallenin ötekileştirilmesini, yoksulluk değişmedikçe mahallenin çevresine göre daha sıkı bir sınıf bilince sahip oluşu takip etmiş. Yeni geldikleri kentin merkezinden kovulup arterlere itilenler Tuzluçayır’da birikirken, sol örgütlerin günlük yaşamdaki etkisi de artmış. Solun mahalleyle olan ilişkisi 1980 öncesinde yoğunlaşırken, seçkinler tarafından sürekli aşağılanan mahalle halkı hem burada örgütlenen sola kapılarını açmış hem de kendi çocuklarının solda örgütlenmesine karşı çıkmamış. Kapıların kendilerine açıldığını gören sol örgütlerin mensupları, mahalleye sıklıkla gelmeye, hatta burada yaşamaya başlamışlar. Çok geçmeden mahalle sakinleri ile ziyaretçiler arasındaki sınırlar muğlaklaşmış. Solla anılan ve ötekileşen mahalle, Alevi ve Kürtlere ev sahipliği yapması dolayısıyla mezhepsel ve etnik ayrımcılığa da hedef olagelmiş. Hâlihazırda tüm Türkiye’de olduğu gibi, yerel ve kentsel karar alma süreçlerine katılım kapasitesinin düşüklüğüne yukarıda sayılan ayrımcılık faktörlerinin de eklenmesiyle iyice izole olan mahallenin çocukları da birkaç nesildir bu tecrübeleri yaşamışlar. Gezi Parkı eylemleriyle başlayan sıcak sokak hareketliliğini konuştuğumuz 18 yaşın altındaki Tuzluçayır sakinlerinin, yaklaşık bir senelik tecrübelerine ilişkin konuşmalardaki detayların, 40’lı ve 50’li yaşlarını süren mahallilerin anlattıklarıyla benzeşmesinin bir sebebi de bu.
Dayatma projeye çocuklar da tepkili
Ankara’da 31 Mayıs 2013’te başlayan eylemlilik sürecinin aşağı yukarı 2 hafta içinde biçim değiştirdi; yüksek siyasete dönük ilk tepkinin mahallileşerek özellikle anakent ve ilçe yönetimlerine katılım kapasitesinin düşüklüğüne ve bizatihi yerel yöneticilere döndü. Öğrenci ve emeklilerin yoğun olarak yaşadığı Yüzüncü Yıl Mahallesi, yoksul Alevi nüfusun mesken tuttuğu Dikmen, temel haklarını alabilmek için yıllardır Ankara Büyükşehir Belediyesiyle mücadele veren Ege Mahallesi ve barınma kavgası veren pek çok yerelin yanı sıra Tuzluçayır sakinleri de o veya bu sebepten eylemliliği kendi mahallelerine taşıdılar. Üstelik Tuzluçayırlıların sokaklarda sabahlamak için daha taze bir sebebi de vardı. Cemaat-AKP kavgasından çok evvel, AKP’nin Alevi açılımıyla birlikte gündeme gelen Fethullah Gülen-İzzettin Doğan (Cem Vakfı Genel Başkanı) işbirliği mahalledeki tansiyonu yükselten şey oldu. Mahallenin isteği dışında, doğrudan merkezi iktidarın desteğiyle planlanan Gülen-Doğan ortaklığında ortaya atılan girift diyalog –mahalleliye göre asimilasyon– projesi Cami-Cemevi yapısı, Tuzluçayır’da 1980 Askeri Darbesi dışında görülmedik manzaraların ortaya çıkmasına yol açtı. 1980 öncesindeki izolasyonla birlikte sol örgütlerden çekinen polisin dahi uğramaktan imtina ettiği Tuzluçayır, 12 Eylül’de gördüğü asker postalının ardından dayatma projeye tepki gösterdiği dönemde kolluk şiddetini tekrar kendi yaşam alanında hatırladı. Sıradan bir kenar mahalleyken Ankaralı solcuların karargâhına dönüşen mahalle, 31 Mayıs 2013’ten itibaren sokaklarda olmayı sürdürüyor. Bu farklı dönem yetişkinlere yer yer geçmişi hatırlatıp kimi zaman ezberlerini bozsa da, süreci en hareketli yaşayanlar mahallenin gençleri ve çocukları. Polissiz yaşamaya alışkın, 1980’i deneyimlememiş gençler, Cami-Cemevi projesinin temellerinin atılmasıyla birlikte başlayan çatışmalı ortama hızlıca uyum sağlamışlar. Çocuk ve gençlerin mahallenin idare ve kollukla olan yeni ilişkisine bakış açısı, krizin en sıcak günlerinde, 2013’ün Temmuz’unda yaptığım kısa soruşturmaya şu şekilde yansımıştı:
İ.Y. (17): “Gezi Direnişi sırasında yaşanan ölümlerden dolayı sokaktayım. Ama direniyor oluşumun bir sebebi de devletin asimilasyon projeleri. Alevileri zorla camiye sokup kendilerine benzetmek istiyorlar. Olayların ilk günü, mahalleye polis geldiğini duydum ve inanamadım. Kendi gözlerimle gördüğüm andan itibaren de sokaklardayım. Basın polisin bize yaptıklarını, attığımız taş kadar gösterse, tüm Türkiye gerçekleri görür. Bir gece akrep beni evime kadar kovaladı, belki çıkarım diye 10 dakika da kapının önünde bekledi. Defalarca gaz bombaları kafamı sıyırıp geçti.”
M.Z. (15): “Eylemler başladığından beri babam devamlı sokaktan uzak durmamı, olaylara katılmamı öğütleyip duruyor. Bir gece çıkmak istediğimde bana izin vermedi. Ama babamın etrafta olmadığı bir an evden kaçıp kendimi sokağa attım. Polisle çatışılan yere gittiğimde babamı TOMA’yı taşlarken buldum.”
Y.K. (16): “Ben bu işleri çok takip etmiyordum ama arkadaşlarım eylemlere gittiği için ben de mecburen gidiyorum. Polisin onlara zarar vereceğinden korkuyorum ve yanlarında olursam belki onları koruyabilirim diye düşünüyorum. Polis nereye gideceğini, birilerine zarar verebileceğini hiç düşünmeden plastik mermi ve gaz bombası atıyor.”
Aleviliği tanıyamadan verilen mücadele
Çocuklar ve gençler için Cami-Cemevi projesiyle daha yüksek sesle zikredilmeye başlayan asimilasyon ve mezhepsel ayrımcılık farklı şeyler ifade ediyor. Yakınlardaki okullarda eğitimlerine devam edenler, toplumsal çevrelerinin kendilerine benzer kişilerden oluştuğunu, dolayısıyla mezhepsel ayrımcılığın en önde gelen sorunları olmadığını söylüyorlar. Mahalleye yakın olmayan liseleri kazananlar veya dershanelere devam edenlerse Alevilik kimliğini daha fazla sahipleniyorlar. Zira etraflarındakilerin Alevi korkusu ailelerine daha çok soru sormalarına, dillerden düşmeyen asimilasyon mefhumunu daha çok merak etmelerine yol açıyor. Hacı Bektaşi Veli Kültür Eğitim Sağlık ve Araştırma Vakfı adında, Fethullah Gülen’le ilişkili olduğu iddia edilen oluşumun yaşam alanlarında faaliyet yürütmesine en çok öfke duyanlar da onlar. Büyüklerinin “Alevileri hizaya sokmak istiyorlar” laflarını hatırlatan çocukların, ailelerinden edindikleri kimliği daha yeterince tanımadıkları halde mücadele ediyor olmanın şaşkınlığını yaşadıkları anlaşılıyor.
‘Biz yaparız, size sormayız’
2013’ün yaz aylarında Cami-Cemevi projesinden söz açıldığında Tuzluçayır’da herkes ağız birliği yapmış gibi “Kimse bize fikrimizi sormadı!” lafını ediyordu. Aradan geçen bir yılda durumda değişiklik olmadı; merkezi iktidar, yerel idare ve yerel idarelerin çoğunlukla iktidarların inayetiyle dağıttığı toprak rantının sahipleri olan şahıslar veya şirketler, yerel halkları karar alma süreçlerine dâhil etmeme alışkanlıklarını yüksel bedeller ödemek pahasına sürdürüyorlar. Projeye ilişkin mahalle sakinlerine görüş sormayanlar haftalar ve aylar boyunca Tuzluçayır’da TOMA’ların, çevik kuvvet ekiplerinin görev yapmasından yüksünmediler. Ancak itirazlarını yetişkinlerden daha da gür ifade eden güruh Tuzluçayır’ın çocuk ve gençleri. Zira tıpkı Tuzluçayır sakinlerinin etnik, düşünsel ve mezhepsel olarak ayrımcılığa uğraması gibi, çocuklar bir kademe daha ötekileştirilip çocuk oldukları için sürece ilişkin görüşleri kulak arkası ediliyor. Veyahut ediliyordu. Tuzluçayırlı gençlerin anlattığı kadarıyla bu alışkanlık son bir yılda biraz olsun aşındı.
Yeni ilişkiler
Yetişkinler ile çocuklar ve gençler arasındaki ilişkinin dönüşümüne değinmeden önce, mahallede ortaya çıkan daha ufak çaplı değişimleri anmak yerinde olacak. Çocuklar Mahallenin farklı unsurlarıyla geliştirdikleri yeni ilişkilerden ötürü şaşkınlıklarını gizlemiyorlar. Özellikle gençlerin siyasi yapılarda örgütlenmesine mesafeli duran, kendi çocuklarını ise genellikle aksi yönde teşvik eden mahalle sakinlerinin olumlu tavrı 18 yaşın altındaki Tuzluçayırlıları şaşırtmış. Eylemlerin başladığı süreçte dükkan sahiplerinin ve işletmecilerin mesafeli duruşunu anlayışla karşıladığını belirten İ.K., “Mahalleye polis saldırıları ilk başladığında esnaf çok memnun olmadı çünkü biz sokakta oldukça polisin buradan ayrılmayacağını düşünüyorlardı. Ama polisin sokakta olmasının sadece karşı çıktığımız proje yüzünden olmadığını, bu projeye bir defa izin verirsek bizi buradan ayrılmaya zorlayacaklarını elimizden geldiğince onlara anlatmaya çalıştık” diyor. “Eh, kendi çocuklarının sokağa inmesine de engel olamadılar. Çocuklarına, çocukları yaşındaki diğer arkadaşlarımıza polisin yaptıklarını görünce bize karşı olan mesafeli tutumlarını çok da koruyamadılar” diye de ekliyor. Mahalledeki bir işletme sahibinin, “Polis sokağa girince birkaç esnaf arkadaş önlerini kestik. ‘Bu gençlere yaptıklarınız yetmedi mi?’ dedik. Biz iş yapıyoruz, vergimizi veriyoruz. Bizim vergilerimiz bize biber gazı olarak geri dönüyor. En sonunda dayanamadım, ‘Tayyip Emminiz sizi Suriye’ye götürsün, belli ki savaşmayı çok seviyorsunuz!’ deyiverdim. Bu lafımdan sonra üzerime yürüdüler ve tehdit ettiler” sözleri de İ.K.’yi bir bakıma doğruluyor.
Toprak rantıyla ilk tanışma
İ.K.’nin dile getirdiği endişeler, mahallenin geleceğine ilişkin başka bir tehdide de işaret ediyor. Mahallenin çocukları, düzenlenen forumlarda daha önce duymadıkları yeni şeylerle tanıştıklarını, Cami-Cemevi projesinin ardından çevreden işittikleri ancak çok da aşina olmadıkları kavramlarla karşılaşmışlar. 16 yaşındaki A.T., aslında çevrelerindeki mahallelerde gözlemledikleri fakat adını bilmedikleri kavrama kentsel dönüşüm dendiğini 31 Mayıs sonrasında öğrendiğini söylüyor. Mahalledeki ağabeyleri ve ablalarının istenmeyen projeye itirazında, yakında kendilerinin de yaşam alanlarını terk etmeye zorlanabileceği ihtimalinin pay sahibi olduğunu söyleyen A.T.’nin kendi ailesi de Ankara’daki geçmiş soylulaştırma dalgalarından birinin mağduru. A.T. henüz doğmadan, aile Derbent Mahallesi yakınlarındaki tapusuz evleri yıkılınca Tuzluçayır’a taşınmış. A.T.’nin, “Yıkılan ev hikâyesinin birkaç defa konuşulduğunu hatırlıyorum. Özellikle dedemi çok etkileyen bir konu olduğunun da farkındaydım. Cami-Cemevi projesiyle birlikte Belediye o bölgeye ilişkin yeni kararlar aldığından beri ailem bu konuyu daha çok konuşuyor. Arkadaşlarımın ailelerinde de konuşulduğunu biliyorum” sözleri son bir yılda daha yakıcı hale gelen meseleyi gözler önüne seriyor. Mahalleli Cami-Cemevi projesine yer tahsisi için Kartaltepe mahallesindeki gecekonduların gece yarıları yakıldığını, arsaların düşük fiyatlar karşılığında kapatıldığını, bölgeden konut edinmek isteyen yurttaşların buradan uzaklaştırıldığını sık sık birbirlerine hatırlatıyorlar.
Çocuklar sokakta: Karşılıklı rıza ilişkisi
30 yıl önce mahalleliyle, mahalleyi kendinde çalışma alanı belleyen üniversiteliler ve sol örgütler arasındaki ilişkiyi bozan şey 12 Eylül olmuş. Her daim açık kapılar kilitlenmeye, gecekondu mahallesine imar girdikçe ortaya çıkan zenginler dayanışmayı olumsuz etkilemeye başlamışlar. Gecekondular yerlerini blok apartmanlara bırakıp köşe başlarında milyonerlerin türemesiyle başlayan dönüşümün ikinci safhasını, o günleri yaşayanlar Fatsa’da Belediye Başkanı Fikri Sönmez nezdinde halk hareketine vurulan darbeye benzetiyor. O dönemde uyuşturucunun Tuzluçayır’a giriş yaptığını söyleyen mahallenin yaşlıları, söylev düzeyindeki manipülasyona da dikkati çekiyorlar: “Halkı devrimcilerden soğuttular. Tıpkı Kenan Evren gibi, gençlere ‘terörist’ demeye başlayanlar oldu. 12 Eylül toplumsal ilişkileri ve güveni yıktı. Uyuşturucunun başı çektiği planlı bir yozlaştırma süreci başlatıldı.” Bu bağlamda Gezi Parkı eylemlerinin başladığı 31 Mayıs 2013 gençler ve çocuklar için olduğu kadar, 1980’i ve sonrasındaki baskıları deneyimleyen mahalleliler için de önemli. Tuzluçayırlı çocuklar da aileleri ve kendilerinden yaşlı mahalle sakinleriyle aralarındaki ilişkinin karşılıklı rızaya dayandığını gizlemiyorlar. Son bir yılda günlük pratiklerinin ve düşünüş biçimlerinin uğradığı başkalaşımın ailelerine rağmen değil, ailelerinin de sessiz onayıyla olduğunu ifade ediyorlar. İlk başta siyaseten doğrucu gözüken ve sonu gelmeyen uyarılarda bulunan aileler, durumun ciddiyeti anlaşılınca çocukların da eyleme geçişine ses edememişler. Görünüşe göre, kendisine sokağa çıkmamayı öğütleyen babasını TOMA taşlarken gören M.Z.’nin şaşkınlığı çok sürmemiş. Gezi olayları, Cami-Cemevi projesi ve Ankara’daki olaylı yerel seçim gibi hadiseler geçmişteki toplumsallığı Tuzluçayır’a anımsatınca, çocukların da sokaklarda oluşu bir sorun olmaktan çıkmış. Çocuklar, Türkiye’deki toplumsal krizin ilişkinin bu yönde gelişiminde payı olduğunu, koşulların farklı olması halinde aileleri ve büyükleriyle böyle sessiz bir sulh yapmalarının zor olduğunu da ekliyorlar.
‘Korkum adaletin daha da zedelenmesi’
Yine de ebeveynler Tuzluçayır’da çatışmaların hızlandığı günlerde, aralarında 18 yaşın altındaki pek çok mahalle sakininin de olduğu grupların, polisle oldukça yakın temas kuruşundan endişelenmekten kendilerini alamamışlar. Ancak yerel inisiyatifi göz önünde bulundurmayan idare ve kolluğa karşı duruşun pek çoklarınca meşru bulunuşu ebeveynlerin elini kolunu bağlarken, çocuklara da direnişleri için dayanak oluşturmuş. Polisle karşı karşıya geldiğinde ne hissettiğini sorduğum Tuzluçayırlı bir lise öğrencisi, karmaşık durumu şöyle açıklıyor: “Ağabey, bunu bana geçen sene olaylar ilk çıktığında sormuş olsaydın korktuğumu söylerdim. Bir yandan kendi geleceğimizi, ölen ağabeylerimizi aklımıza getirip eylemlere katılıyorduk ama polise biraz yaklaştığımızda çok da korkuyorduk [Gülüyor] Geceleri olayların içinde yaşadıklarımızı gündüz birbirimize heyecanla anlatıp yorum yapıyor, gülüşüyorduk [Utanarak dudağını büküyor]; ama aradan bir sene geçince farklı düşünmeye başladım. Ankaralıların geri kalanı için de öyledir belki ama bizim için çok uzun bir yıl oldu. Artık ne için direndiğimizi daha iyi biliyoruz. Görüyorsunuz, Ankara’da polis birilerine saldırınca burası da karışıyor. Ben mesela eylemlerde hâlâ korkuyorum ama vurulmaktan, yaralanmaktan değil. Biz haklı olduğunu düşündüğümüz bir mücadele için sokaktayız, diğer yandan polis ülkenin her yerinde yoldan geçenleri bile vurup öldürüyor, üstelik de ceza almıyor. Şimdi polisin karşısındayken tek korkum yaralansam, bana bir zarar verseler, bunu yapan büyük ihtimalle yargılanmayacak. Adalet ararken adalete güvenimiz yine sarsılacak.” Konuşmanın devamında Berkin Elvan’ı sormaya cesaret edemiyorum.
Çok yerel tek sorun
Tuzluçayır örneği üzerinden yapılan değerlendirmeyle tümevarımda bulunmak, genel-geçer çıkarımlar yapmak elbette sağlıklı olmayacaktır. Lakin farklı zamanlarda, mahalli direnişler olarak ülke gündemine gelen yerel direnişlerde çocukların karar alma süreçlerine katılımdaki zafiyetten şikâyet edişi dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Gerze’de Anadolu Gurubu tarafından planlanan ithal kömüre dayalı termik santral yatırımının, yerel halka sorulmadan inşa edilmesine yönelik çabanın, kasabada hiç görülmeyen bir eylemliliğe ve çatışmalı duruma yol açmasının yanı sıra, o güne kadar siyasete etki etme istenci olmayan çocukları harekete geçirmesi, Karadeniz’de boru tipi HES’lere karşı dedeleri ve nineleriyle birlikte ilkokul öğrencisi kız ve erkeklerin de nöbetlere katılışı, 1 Mayıs’ta yasaklanan meydanlara aileleriyle birlikte erişmeye çalışırken vurulanlar, akranları terörist ilan edilirken ısrarla eşit yurttaşlık isteyen çocukların taleplerine ilişkin ipuçları sunuyor.