2000 yılında Burdur Cezaevine yapılan operasyonda kepçeyle kolu koparılan Veli Saçılık, ‘cezaevindeki hasarı karşılaması’ istemiyle açılan davanın muhtemel son duruşması öncesinde süreci BirGün’e anlattı
Doğu Eroğlu (30 Eylül 2014 BirGün Gazetesi)
Devlet, 5 Temmuz 2000’de Burdur Cezaevine dozerlerle yapılan operasyonda kolunu kopardığı Veli Saçılık’tan önce kendisine ödenen tazminatı faiziyle geri istedi, şimdiyse cezaevine hasar verdiği iddiasıyla para cezası talep ediyor. F Tipi cezaevlerindeki tecridi yaygınlaştırmak, cezaevine konarak iradesi kırılamayan mahkûmları “hizaya sokmak” için kurgulanan cezaevleri operasyonlarının ilk kurbanlarından olan Saçılık, 1995’ten bu yana yaşadığı devlet şiddetini ve ceza infaz sistemindeki terörü BirGün’e anlattı. Saçılık’ın da aralarında bulunduğu 61 kişinin Burdur 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde yargılandığı tazminat davasının bugün görülecek duruşmasından karar çıkması bekleniyor.
Adım adım F tipine
1994’te 17 yaşındayken Ankara’nın sanayi bölgesi OSTİM’de işçi olarak çalışmaya başlayan Saçılık, 1 Mayıs’a katıldığı ve bildiri dağıttığı için “yasadışı TDKP GKB örgütüne yardım ve yataklık ettiği” iddiasıyla 1995’te tutuklandı. Ulucanlar Cezaevinde 3 ay kaldıktan sonra tahliye olan Saçılık’ın cezası 1998’de kesinleşti ve 3 yıl 9 aylık cezasını çekmek için yeniden Ulucanlar’a girdi. Burdur Cezaevine nakledilen Saçılık, 10 mahkûmun öldürüldüğü 26 Eylül 1999 Ulucanlar Cezaevi Katliamından kurtulmayı başardı fakat 19 Aralık Operasyonunun provaları Saçılık’ı Burdur’da da buldu. Hem Ulucanlar hem de Burdur’daki devlet operasyonlarını strateji geliştirme adımları olarak değerlendiren Saçılık’a göre, devlet F Tiplerini yaygınlaştırma operasyonu için doğru anı bekledi.
Cezaevlerinde ‘psikolojik savaş’
Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, 19 Aralık Katliamı ardından basına verdiği demeçte, operasyona bir yıl boyunca hazırlandıklarını ifade ediyordu. Tantan’ın bu sözlerini anımsatan Saçılık, cezaevlerinin 19 Aralık öncesindeki durumunu şöyle özetliyor: “Ulucanlar’da 5’inci koğuşta resmi olarak 30, aslında 98 kişiydik ve masaların üzerinde yatılıyordu. Arama bahanesiyle jandarma koğuşu basar, canı istediğinde mahkûmları döverdi. Mahkemeye ve hastaneye giderken dayak çok yaygındı. Cezaevine ilk gelen veya nakil olanlara “Hoş geldin dayağı” atılması meşhurdu. 1999’da bir psikolojik harp ortamı vardı; devlet bir saldırıya hazırlanıyordu ve devrimciler de yaklaşan saldırıyı nasıl püskürteceğinin hesabını yapıyordu.” Saçılık’a göre bu geç kalınmış bir operasyondu; 1996’daki ölüm oruçları yüzünden F Tipine geçişte geç kalan devlet, ikinci denemesine daha ciddi hazırlanmıştı.
Basında ‘cezaevi bataklığı’ propagandası
Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte Kürt hareketinin şaşkınlığa düştüğü anın iyi değerlendirildiğini belirten Saçılık, basındaki propagandanın da planlı operasyonu ortaya koyduğunu belirtiliyor: “Basında, cezaevlerinin terör örgütleri ve mafyanın egemenliğinde olduğu propagandası yapılıyordu. Sağmalcılar Cezaevinde 8 mafya mensubu birbirini öldürdü. Cezaevi ringinde belinde tabancasıyla gazeteci tehdit eden Nuri Ergin, Alaattin Çakıcı’nın adamlarını kesti. Bu gibi olaylarla ‘Devlet cezaevlerine hâkim değil’ görüntüsü oluşturuldu.” Saçılık bu propagandaya televizyondaki haber bültenleri yoluyla maruz kaldıkları ironik bir anı ise şöyle aktarıyor: “Bir gün koğuşta jandarma arama yapıyordu. Tesadüf, o sırada açık olan televizyonda da haberler yayınlanıyordu. Haberde, “Cezaevlerine terör örgütleri cezaevlerine hâkim, devlet 7 yıldır arama yapamıyor’ deniyordu. O propagandaya koğuşumuz aranırken rastlamamız ironikti.” Çok geçmeden propagandalar ve hazırlıklarda sona gelindi ve önce 5 Temmuz 2000’de Burdur’da, 19 Aralık’taysa tüm cezaevlerinde operasyon başladı.
Burdur Cezaevinde kaldığınız süre içerisinde, cezaevlerine yapılacak topyekûn bir operasyonun emarelerini sezinlediniz mi?
Ulucanlar Katliamının ardından 5 yaralı mahkûm Burdur’a nakledildi. Hepsi Ulucanlar’daki Hamam denilen yerde işkence görmüştü; birinin ayağına çivi çakmışlar, bir diğerinin bacağına kurşun sıkmışlardı. Bir arkadaşımızın teni, yanıklardan görünmüyordu bile. Onları, işkence ve tecrit konusunda isim yapmış cezaevi müdürü Kâtip Özen’in Erzurum’dan Burdur’a tahliyesi izledi. Özen Burdur’daki mafyacı takımını toplayıp üzerimize saldırttı. Burdur nispeten sakin bir cezaeviydi ama bir şekilde hükümetin gündemine sokmaya, jandarma göndertmeye çalıştı. Sıcak suyu kesilmeye, aramalar sıklaşmaya, görüşümüze gelenlere saldırılar olmaya, mahkeme ve hastaneye gidişlerdeki dayak rutinleşmeye başladı. F Tipi planını biliyorduk; her an saldırı olabileceğini düşünerek pansuman malzemeleri koğuşta bulunduruyorduk.
Saldırının fiilen başlaması ne üzerine oldu?
11 arkadaşımızı, Cumhurbaşkanı Demirel’e hakaretten yargılandıkları bir dava için İzmir’e mahkemeye götürmek istediler. Biz de ring aracında dövmeyeceklerinin garantisini istedik. “Hiçbir garanti vermiyoruz, dövebiliriz” yanıtı gelince duruşmaya gitmeme kararı alındı. Bu davaya hiç önem vermiyorduk ama meğerse cezaevi hazırlıklarını yapmış, Bolu ve Konya’daki tugaylardan asker getirmişler ve bahane bekliyorlarmış. Her şey 5 Temmuz akşamı bir anda patlayan ses bombalarıyla başladı. AİHM kararında da, “Jandarma müdahalesine kadar içeride bir direniş olduğuna dair bir emare yoktur” deniyor. Yani olayları jandarma başlattı. Kapının önüne çelik dolaplar ve sıralar çekildi. Kaldığımız 4. Koğuşu gaz bombalarıyla kısa sürede ele geçirdiler, biz de hemen karşımızda bulunan, küçük bir odadan bozma olduğu için “3 buçukuncu koğuş” dediğimiz 3. Koğuşa çekildik. Orada nedense epey oyalandılar. O yaşıma kadar itfaiyenin yangın söndürdüğünü sanırdım, koğuşun önündeki barikata benzin döküp yakan itfaiyeciyi de ilk orada gördüm. Hakkımda, “Tuğla attı” diye ifade veren de belki aynı itfaiyecidir!
4. Koğuşu hızla ele geçirip 3. Koğuştaki direnişinizi nasıl oldu da kıramadılar? Operasyon sırasında dikkatinizi çeken garip şeyler oldu mu?
3. Koğuşta 2-3 saat kaldık. Jandarmanın kararlı olsaydı bizi etkisiz hale getirip koğuşu ele geçirebilirdi. Ama bir gaz bombası atıp bekliyor, bir süre yan duvarı deliyor, durup konuşup sonra yukarıdan deliyorlardı. Kendi aralarında demirleri nasıl keseceklerini konuşuyorlardı. Yani bizi hemen ele geçirmekten ziyade prova yapıyor gibiydiler. Ellerindeki kuvvet düşünüldüğünde 3-4 saatte bitirebilecekleri bir direnişi 8-10 saate yaydılar. Tepkilerimizi ölçtüler; atılan gaza ne kadar dayandığımızı, nasıl karşılık verdiğimizi gözlemlediler. 6 ay sonra 19 Aralık’ta yaptıkları katliam için bilgi topladılar.
Kolunuzu kopartan kepçe müdahalesine kadar neler yaşandı?
3. Koğuşu itfaiye tamamen yakınca, yan taraftaki kadınlar koğuşuna geçtik ve koğuşun ikinci katına çıktık. İçeriye önce gaz ve su sıktılar, ardından da kepçeyle duvarları yıktılar. Kepçe duvarda delik açınca nefes almak için o tarafa yaklaştım; kepçe operatörü beni gördü ama buna rağmen kepçeyi sağa sola savurarak beni duvarla kepçe arasına sıkıştırdı ve kolumun kopmasına sebep oldu.
Yargı süreçlerinde hakkınızda ‘Kepçeye taş attı’ gibi iddialar sıkça dillendirildi. O anda böyle bir eylem mümkün müydü?
Her şey bir anda gerçekleşti; duvarın delinip benim nefes almak için oraya yönelmem ve kepçenin bana müdahale etmesi anlık bir olaydı. İşkence yapan, onlarca gaz bombası atan, koğuşu benzinle yakanlara karşı bir direniş elbette gerekir. Kimse orada kendine saldırana öbür yanağını dönemez. Kepçe orada bir öldürme aygıtına dönüşmüş; ben götürüldükten sonra koğuşun içerisine kepçeyi defalarca sokarak arkadaşlarımı öldürmek istemiş. Taş atmadım ama başka bir arkadaşımın kolunu koparmış olsalardı o taşı atardım ve bunu da kendime hak görürdüm. Operasyonu anbean kaydettiler ama taş attığıma ilişkin tek bir delil yok. Bu iddia AİHM kararında da, “Veli Saçılık’ın taş attığına ilişkin ispattan yoksun iddialar” diye anılıyor.
‘Arkadaşların seni dozer önüne itti’
Basında ilk anda yer bulmayan olaylar, Saçılık’ın kopan kolunun cezaevi operasyonunun birkaç gün sonrasında, 30 kilometre uzaklıktaki Isparta’da bir sokak köpeğinin ağzında bulunmasıyla ulusal basının gündemine geldi. Çok geçmeden kopan kolun Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesine gönderildiği, uzvun geri dikilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle defnedildiği ancak yeterince derine gömülmediği için köpekler tarafından bulunduğu anlaşıldı. Bir hafta hastanede kalan Saçılık Burdur Cezaevinde Müdür Özen’in, “Yahu, senin olayda arkadaşların seni kepçenin önüne itti” sözleriyle karşılandı. Saçılık bu sözler karşısında ne hissettiğini anımsayamadığını söylüyor: “Şaştım kaldım… Müdüre ne cevap verdiğimi bile hatırlayamıyorum. Ulucanlar’daki operasyondan sonra katliamda kullanılan tüfeklerden biri operasyonda ele geçirilmiş gibi gösterip mahkûmlara dava açılmıştı. Müdürün bu sözleri aklıma o olayı getirdi.”
‘Biz bedelini ağır ödedik’
Burdur Cezaevinde açlık grevine başlayınca Burdur Devlet Hastanesine götürülen ve 2 hafta yatağa kelepçeli halde tutulan Saçılık çok geçmeden Haymana Cezaevine nakledildi, 19 Aralık Katliamından kısa bir süre sonra da tahliye oldu. 6 ay Haymana’da kalan Saçılık, Burdur’dan Ankara’ya nakil için de kendilerinden para istendiğini belirtiyor: “Annemden nakil için para istemişler, ‘Oraya gidecekse bir bedeli var’ demişler. Annem de, “Biz bedelini ağır ödedik” deyip para vermemiş.”
Hiçbir devlet görevlisi yargılanmadı
Saçılık’ın kolunun koptuğu operasyona imza atan devlet yetkilileri ve operasyona bizzat katılan askerler ile memurların hiçbiri ceza davalarında yargılanmadı. Operasyona katılan gardiyanlar ve jandarmalar hakkında yapılan suç duyurusunda önce Vali soruşturma izni vermedi; Bölge İdare Mahkemesi yargılamaya olur verdiyse de savcıdan takipsizlik kararı geldi. “Şimdiye kadar Ulucanlar ve diğer operasyonlarla ilgili hiçbir ceza davasında devlet aleyhine karar çıkmadı, hiçbir kamu görevlisi doğru düzgün yargılanmış bile değil. AİHM’in önüne geçmek için açılmış şekilden ibaret davaları saymıyorum” diyor Saçılık.
AİHM’den rekor tazminat bekleniyor
AİHM, Burdur Cezaevi Operasyonunda işkencenin sabit olduğuna hükmetse de, Saçılık’ın Antalya’da görülen ve lehine sonuçlanan tazminat davası Danıştay tarafından bozuldu. Isparta’da tekrar görülen davada Saçılık lehindeki AİHM kararı ve cezaevinde isyan çıkarttıklarına ilişkin açılan ceza davasının zaman aşımına uğramış olması dikkate alınmadı. Nihayetinde yerel mahkemenin aldığı karar Danıştay tarafından da onandı ve kopan kolu karşılığında Saçılık’a ödenen 150 bin TL’lik tazminat, yasal faiziyle 700 bin TL olarak geri istendi. Cezaevine zarar verdiği gerekçesiyle hâlâ yargılanan Saçılık, hukuk sürecinin güncel durumunu şöyle özetliyor: “AİHM’den Türkiye aleyhinde rekor bir tazminat kararı bekliyoruz. Danıştay da AİHM’in vereceği kararı tahmin etmesine karşın orada olmayan bir itfaiye erinin ifadelerini gerekçe gösterip devleti koruma histerisiyle hareket ederek kararı onadı.”
F tipi işkencesi sürüyor
Saçılık, Ulucanlar ve Burdur’da provaları yapılan 19 Aralık Katliamı sonrasında yürürlüğe konan ceza infaz sisteminde tecrit modelinin devam ettiğini vurguluyor. Mahkûm ve tutuklulara yapılan baskının çıplak aramalar, kaba dayak ve her türlü hak ihlali suretinde sürdüğünü aktaran Saçılık, mücadelenin sönmediğini ekliyor: “Ecevit zamanında, ‘Buralar 5 yıldızlı otel, niye şikâyet ediyorsunuz?’ diyenler ağırlaştırılmış müebbet alıp tecridi tandılar. Operasyon emrini veren MGK üyeleri ve askerler F Tipine girdiler. ‘Örgüt baskısından direniyorlar, örgütleri F Tipinde yok ederiz’ dediler ama direnişin dayatmalarla değil, insanların baskıya direnme iradesi yüzünden olduğunu anladılar. Sessiz ölüme dönüşmemesi için devrimciler F Tipinde mücadele etmeyi sürdürüyor, gayet öfkeli ve onurlu biçimde çıkıyorlar.”