Doğu Eroğlu (2 Temmuz 2020 Teyit.org)

Yenilenebilir enerjinin fiyat rekabetçiliği hiç olmadığı kadar yüksekken, Türkiye’de idare bizi küresel iklim krizinden koruyabilecek olan doğaya, halk sağlığına ve toplumsal hayata hasar veren kömüre dayalı enerji üretiminde ısrar ediyor. Tüm dünyada en çok sera gazı emisyonu üreten sektör olan enerjide Türkiye’nin kömür ısrarını inceliyoruz

M.Ö. 1200 sonrasında Anadolu’da iz bırakan Frigya’nın kralsız geçirdiği dönem, bir kehanetin gerçekleşmesiyle son bulur. Şehre öküz arabasıyla giriş yapan ilk kişinin kral olacağı kehanetinin ardından, talih ünlü hükümdar Midas’ın babası Gordios’un yüzüne güler. Kral ilan edilen Gordios, kendisine tahtın yolunu açan öküz arabasını tapınağın yanına bağlar. Ama Gordios’un attığı düğüm o kadar karmaşıktır ki düğümün konu olduğu efsane, Gordios’un kral oluş öyküsünü bile gölgede bırakır.

Tarihçi Plutark’a göre, M.Ö. 333’te Frigya’yı ele geçiren Makedonya hükümdarı Büyük İskender, çözenin tüm dünyaya hâkim olacağı rivayet edilen Gordion Düğümü’nün cazibesine karşı koyamaz.

Antonio Tempesta’ya ait çizim 

Kral Gordios’un attığı düğümü yüzyıllar sonra Büyük İskender çözer. Plutark, Büyük İskender’in düğümü bir kılıç darbesiyle ikiye ayırdığını söylüyor. 

Bugün Gordion Düğümü kavramı, çözümü imkânsız, karmakarışık hale gelmiş, çok katmanlı sorunları tarif etmekte kullanılıyor.

Efsanenin söylediği şey şu: Bazen çözümü imkânsız gibi gözüken sorunlar karşısında, geleneksel çözüm yolları dışında kalan, radikal yaklaşımlara gerek duyulabilir.

İklim değişikliğinin Gordion Düğümü enerji; yani bu konuda atılacak adımlar diğer tüm sektörlerdeki uyum ve azaltım çabalarını hızlandırabilir. Fakat enerji başta olmak üzere sektör bazlı değerlendirmelere geçmeden önce birkaç kavram hakkındaki tanımları netleştirmekte fayda var.

Azaltım ya da uyum politikaları içinde Türkiye 

İklim değişikliğinin farklı sektörlerdeki, yani enerji, ulaşım, tarım, gıda gibi alanlardaki karşılığından bahsederken sürekli azaltım ve uyum kavramlarına değineceğiz.

Azaltım kavramını kullandığımızda insan faaliyetleri sebebiyle oluşan iklim değişikliğinin sebebi olan sera gazlarında gidilen bir kesintiden söz ediyoruz. Yani termik santral yerine güneş enerjisinden elektrik üretmek ya da sürekli kişisel otomobillerin kullanıldığı bir hayat yerine yürünebilir ya da bisiklet dostu kentler planlamak birer azaltım eylemi.

Uyum ise iklim değişikliğinin halihazırdaki etkilerine karşı yaşamsal faaliyetlerimizi daha dirençli kılmak ve gelecekte iklim değişikliği etkilerinin gözlenebileceği alanları güçlendirmekle ilgili. İklim değişikliği yüzünden olasılığı artan orman yangınlarına karşı daha etkin yangın söndürme tedbirleri almak ya da aşırı iklim olayları yüzünden tarımda meydana gelebilecek verim kaybını önlemeye yönelik faaliyetler veya kentleri aşırı yağışlar ya da sıcaklık dalgalarına karşı dayanıklı hale getirmek birer uyum çalışması.

Tüketim alışkanlıklarımızı tartışırken aslında enerjiden de bahsetmiş oluyoruz. Türkiye’nin 2017’de saldığı sera gazı emisyonlarının yüzde 72,2’si enerji kaynaklı. Ayrıca enerji üretmek için de yüzde 88 oranında fosil yakıt kullanıyoruz. 

Türkiye’nin birincil enerji arzında kaynakların dağılımını gösteriyor. 
Kaynaklara göre 2018 brüt elektrik üretimi ( TSKB sektörel görünüm raporu, Kasım 2019)

Elektrik üretiminde devreye alınan kaynaklar bazen değişse de Türkiye’de kullandığımız elektriğin neredeyse yüzde 70’i, doğal gaz, ithal ya da yerli kömür gibi fosil yakıtlardan geliyor. Bunu azaltmanın yolu enerji üretimindeki fosil yakıt ağırlığından kurtulabilmekten geçiyor. Fakat Türkiye bu konuda şimdiye dek çok da kararlı davranmadı. 

Bürokratlar, rüzgar gülü çevirirken

TMMOB (Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Başkanı ve endüstri mühendisi Oğuz Türkyılmaz Türkiye’de karar alıcıların 2000’li yıllarda enerji politikalarında direği yenilenebilir enerjiye kırmak konusunda alaycı ve ciddiyetsiz bir tavır benimsediğini aktarıyor:

Oğuz Türkyılmaz

2005-2014 arası Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi yönetim kurulu üyesi olarak çalıştım. Dönemin üç bakanıyla da gayet yakın ilişkimiz oldu. O dönemde katıldığım onlarca toplantıda Türkiye’nin rüzgâr enerjisi potansiyelinden bahsettiğim vakit önce bulduğum rakamları nereden bulduğumu söylüyorlardı. Hatta o kadar ki rüzgarla ilgili konuştuğum vakit adamlar, koca koca bürokratlar, ki bir kısmı benden yaşça büyük, oturup rüzgâr gülü yapıyorlardı kâğıttan, kurşun kalemlerin ucuna takıp karşıdan bana rüzgâr gülü çeviriyorlardı!

Yenilenebilir enerji 2010’larla birlikte piyasada fosil yakıtlara göre fiyat avantajını da ele geçirdi. Bugün güneş ve rüzgârdan üretilen birim elektrik, kömür ve nükleer enerjiden üretilen elektrikten çok daha ucuz. 

Güneş enerjisi üretiminin diğer enerjilerle fiyat karşılaştırması. (Kaynak: https://www.lazard.com/media/451086/lazards-levelized-cost-of-energy-version-130-vf.pdf)

Fakat Türkiye’nin resmi enerji politikaları henüz bu değişime adapte olabilmiş değil. 2017 itibarıyla Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, kamu spotları hazırlayarak enerji üretiminde yerli kömür kullanımını teşvik etti. Dönemin Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak ise 6 Nisan 2017’de gerçekleştirdiği Milli Enerji ve Maden Politikası Toplantısı’nda, “Dünyadaki en yüksek çevre kriterlerinin bile ilerisinde bir çevre yaklaşımıyla, yatırım bakış açısıyla, verimlilik altyapısıyla bir süreci başlatacağız. Çünkü yerli kaynağımız varsa bunu sonuna kadar kullanmak zorundayız. Yüzde 23’lük bir artışla yerli kömürün payını artırdık” diye konuştu.

Türkiye ithal kömüre bağlı

Bakanlık, enerji üretimindeki temel hedeflerinden birinin enerji güvenliği olduğunun altını çiziyor. Yani enerjide dışa bağımlılığın azaltılması, kömüre dayalı enerji politikalarının önemli ayaklarından birini oluştursa da bu argümana karşı bazı itirazlar yükseliyor. İtirazların ilki Türkiye’de son yıllarda çalışmaya başlamış, inşaatı devam eden ya da proje aşamasındaki kömürlü termik santrallerin ithal kömüre dayalı olması.

Diğer itiraz ise yerli ve milli enerji kaynaklarının kömürle sınırlı olmadığı yönünde. Yenilenebilir enerji yerine kömüre ağırlık veren yerli ve milli enerji politikasına, Belectric Kuloğlu GES firmasının kurucu ortağı endüstri mühendisi Cenap Kuloğlu, “Kömür yerli-milli. 4,5 gigavat’lık bir kömürümüz var. Şimdi, yerin altı yerli-milli de yerin üstü niye yerli-milli değil? sözleriyle karşı çıkıyor.

Güneş enerji santrali ve enerji depolama alanlarında çalışan bir mühendis olan Cenap Kuloğlu, iklim ve diğer endişeler bir yana bırakılsa bile, merkezi idarenin sırf maliyet avantajından ötürü vakit kaybetmeden yenilenebilir enerjiye yönelmesi gerektiğini söylüyor.

Dünya güneşlenme süreleri haritası (Kaynak: Dünya Bankası https://globalsolaratlas.info/download/world)

Kuloğlu Türkiye’de  güneşli gün sayısının Avrupa’dakinin önünde olmasına karşın Türkiye’nin yenilenebilir enerjiden sağladığı elektriğin Avrupa’nın çok gerisinde olduğunu aktarıyor: “Almanya’nın bizim Karadeniz kıyısına vuran kadar bizde güneşi var ama 50 gigavat’a yaklaştı. Bizim son dört senede yaptığımız ise  topu topu beş buçuk gigavat!

Kuloğlu maliyetler bakımından da yenilenebilir enerji kaynakları ile fosil yakıtlar arasındaki farkın büyümeyi sürdürdüğünü söylüyor: “Güneş elektrik santrali, 5-6-7 senede kendisini amorti ettikten sonra maliyeti 1 dolar sent. Bugün evimizde kullandığımız elektrik için 71 kuruş, yani 12 dolar sent ödüyoruz, 12 katı!”

Yenilenebilir enerjiye verilen destek koşullu ve sınırlı 

Arz sürekliliğini sağlayacak, yani sürekli elektrik üretip her an dağıtımı garanti altına alabilecek santrallerin toplam gücüne elektrik üretim piyasasında baz yük adı veriliyor. Enerjide planlama yapan otorite, elektrik dağıtımının tüm yıl boyunca ve günün her saatinde sürebilmesini; dolayısıyla üretimin de kesintisiz sürmesini önemsiyor. Oğuz Türkyılmaz’a göre, yenilenebilir enerji kaynaklarına verilen desteğin koşullu ve sınırlı olmasının arkasında da baz yük kaygısı bulunuyor. 

Belectric Kuloğlu GES firması kurucusu Cenap Kuloğlu, baz yük çıkmazının yenilenebilir enerji kaynaklarının yanında baraj tipi HES’lerin kullanılmasıyla aşılabileceği görüşünde: 4800 megavatla, bir Akkuyu kadar, Atatürk Barajı’nın depolama gücü var. Aynı şekilde Keban Barajı’nı da alalım, 1200 megavat. İkisi beraber yapar 6 gigavat. Barajlar ile güneşten üretilen elektrik birbirini tamamlar. Ne zaman çok su var [Yağışların çoğaldığı mevsimler], o zaman güneşimiz biraz daha az. Ne zaman çok güneş var [Yağışların azalıp güneşlenme süresinin arttığı dönem], o zaman barajlarımızda zaten su biraz az. Güneş battı. Peki, elektrik nerede? O zaman vanayı açacağız. HES’in vanasını açacağız.

Enerji kaybı yüzde 11,8

Baz yük tartışmasında yenilenebilir enerjiye dayalı çözümleri savunanlar, elektrik depolama teknolojilerindeki gelişimin de yenilenebilir lehine dönüşümü hızlandıracağı düşüncesinde. Zira baz yük tartışmasının ortaya çıkmasının en temel sebebi elektriğin depolanmasına ilişkin teknolojilerin yetersizliği.

Türkiye’de üretilen elektriğin tamamı elektrik dağıtım şebekesine dağıtılıp tüketicilere gönderiliyor, yani elektrik depolanıp saklanmıyor. Ulusal bir ağ söz konusu olduğu için bu ağın beslenmesinde dev tesisler kullanılması yaklaşımı daha yaygın. Yani binlerce megavatlık kapasiteye sahip termik ya da nükleer santral projeleri kuruldukları bölgeye değil, ulusal ağa elektrik veriyor. EPDK 2018 Elektrik Piyasası Sektör Raporu’na göre, ulusal elektrik dağıtım ağında dağıtım şirketlerinden kaynaklanan elektrik kaybı 2018 sonu itibarıyla yüzde 11,8. İletim sisteminden kaynaklı kayıp oranı ise yüzde 1,92.

Ulusal ağ modelinde kayıp oranı yüksek ancak böyle bir sistemin terk edilmesi ciddi bir dönüşüm anlamına geliyor. Bu da tüm Türkiye’ye elektrik sağlayan dev tesisler yerine elektriğin üretildiği yerde tüketilmesi, elektrik dağıtım şirketlerinin büyük ölçüde devreden çıkması demek.

“Enerji üretildiği yerde tüketilebilir” 

İstanbul Politikalar Merkezi’nde araştırmalarını sürdüren sosyolog Sinan Erensü, ulusal ağ modelinin yarattığı eşitsizliklerin enerjinin üretildiği yerde tüketilmesi sayesinde azaltılabileceği görüşünde: Ülkemizde belli yerlerde enerji üretiliyor, belli yerlerde de enerji tüketiliyor. Bu enerji üretilen yerler ile enerji tüketilen yerler her zaman aynı olmuyor. Bu aynı olmayınca bir sürü problemi de beraberinde getiriyor. O problemlerden bir tanesi nakil hatlarında meydana gelen büyük kayıplar. Bu kayıpları önlemek için enerjinin tüketildiği yerde üretilmesi en akla yatkın olanı. Enerjiye hepimizin ihtiyacı var diyoruz ama enerji santralleri belli bölgelerde yapılıyor. Dolayısıyla o üretilen enerjinin yükü sadece belli bölgelerin omuzlarında kalıyor. Enerjinin kullanılacağı yerde üretilmesi fikri, böylesi bir adaletsizliği, bölgesel ve sınıfsal adaletsizlikleri bir nebze olsun giderme bakımından kıymetli bir fırsat sunuyor.

Yerel enerji üretimi kooperatifleşmeyle mümkün olabilir

Yerel ağlara dayalı yenilenebilir enerji kooperatifleri bu dönüşümün ayaklarından biri olabilir ancak şimdilik bu modelin uygulanabilmesinin önünde engeller bulunuyor. Elektrik dağıtım piyasasını elinde tutan dev şirketler ile merkezi idare arasındaki ilişkilerin bu dönüşümü geciktiriyor olabileceği, yenilenebilir enerji kooperatifleri çevrelerinde sıkça konuşuluyor.

Türkiye’de yenilenebilir enerji kooperatifi yapısının resmen tanınması için en çok çabalayan kurumlardan Troya Çevre Derneği’nin Çanakkale’deki ofisine gittiğimizde Oral Kaya, bizi ofisin çatısına kurdukları güneş panelini göstererek karşılıyor. Henüz gün ortasına bile gelmediğimiz halde, saat 11:45 itibarıyla dernek ofisine elektrik sağlayan akülerin hepsi güneş panelleri tarafından doldurulmuş.

Troya Çevre Derneği, enerji kooperatiflerini yasallaştırmak için çalışıyor 

Çanakkale’de birçok kömüre dayalı termik santral kurulma hazırlığını fark edenler, 2009’da Troya Çevre Derneği’ni kurmuş ve iklim değişikliği gibi küresel bir soruna karşı yerelden ne yapabileceklerini tartışmaya başlamış. Dünyadaki yerel enerji modellerini inceledikten sonra yenilenebilir enerji kooperatiflerinin Türkiye’de de uygulanabileceğine ikna olan dernek, ilgili literatürü Türkçeleştirmek ve Türkiye’de yenilenebilir enerji kooperatiflerinin yasal olarak kurulup işletilebilmesi için yaklaşık 10 yıldır uğraşıyor.

2013 ve 2016’daki mevzuat değişiklikleriyle yurttaşların yenilenebilir enerji kooperatif kurup elektrik üretmelerinin önü açıldı. Ürettikleri elektriğin ihtiyacı kadarını kullanan kooperatif üyeleri, ellerindeki fazla elektriği şebekeye satarak hem yatırım maliyetlerini karşılayabilecek, bir süre sonra da kâr etmeye başlayabileceklerdi. Kooperatifler piyasa şartlarına göre, ortalama yedi sene içerisinde yatırım maliyetlerini amorti edecek, bu aşamadan sonra hem kendilerine hem de yakınlarında yaşayan tüketicilere şebeke aracılığıyla elektrik üretmeyi sürdüreceklerdi. Devlet desteğiyle amortisman süresi daha da azalabilecekti. Ancak yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırabilecek karardan kısa sürede geri adım atıldı.

Oral Kaya’ya göre, 10 Mayıs 2019’da çıkan bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yoluyla yenilenebilir enerji kooperatiflerine sunulan alım garantisi ve üretim koşullarında değişiklikler yapılınca işler çıkmaza girdi. Yeni düzenlemeyle ancak tek bir yerde, örneğin bir apartmanda oturanlar kooperatif ortağı olabilecek ve kooperatifin üretimi de yine aynı apartmanın çatısında gerçekleştirilebilecek. Sinan Erensü kısa sürede değişen mevzuatı şöyle değerlendiriyor: Yani devlet yenilenebilir enerji kooperatiflerini tanıdığı zaman, aynı zamanda şunu da dedi: “Merak etmeyin. Siz yeter ki bu kooperatifleri kurun. Bu kooperatiflerden üreteceğiniz enerjiyi satın alacağımı ve avantajlı bir fiyattan, yani piyasanın daha ötesinde bir fiyattan satın alacağımı garanti ediyorum.” Bu sözünden 10 Mayıs [2019] itibariyle dönmüş oldu. Yenilenebilir enerji kooperatiflerinin bu aşamada aktif olmasının, faaliyete geçmesinin arzu edilmediği çıkarımını yapmak yanlış olmaz.

Bugün itibarıyla yenilenebilir enerji kooperatiflerinin çok azı elektrik üretebiliyor. Oral Kaya, kısıtlamaların kalkıp devlet desteğinin uzun vadeli politikaya dönüşmesi halinde, Türkiye’de de yenilenebilir enerji kooperatiflerinin Almanya’daki gibi yaygınlaşabileceğini söylüyor.

Ancak Türkiye’deki fosil yakıtlara dayalı elektrik üretim politikası şimdilik sürüyor. Fosil yakıtlar birincil enerjide yüzde 88, elektrik üretiminde ise yaklaşık yüzde 70 oranında yer kaplamaya devam ediyor.

Almanya’da yenilenebilir enerjideki sahiplik yapısını inceleyen bir araştırma, Aralık 2017 itibarıyla yenilenebilir enerji piyasasındaki kurulu gücün yüzde 31,5’inin şahıslara ait olduğunu ortaya koydu. (Kaynak: Renewable Energies Agency https://www.unendlich-viel-energie.de/media-library/charts-and-data/infographic-dossier-renewable-energy-in-the-hands-of-the-people)
Faal kömürlü termik santral sayısı 31

EndCoal.org tarafından yürütülen Global Coal Plant Tracker küresel kömürlü termik santral takip arayüzündeki Ocak 2020 verilerine göre Türkiye’de faal kömürlü termik santral sayısı 31. İnşaat öncesi süreçleri devam eden 28 kömürlü termik santral projesi var. İki santralin inşaatı devam ediyor, 10 proje ise rafa kalkmış durumda. 2010-2019 döneminde tasarı aşamasını geçemeyen proje sayısıysa 78.

Yenilenebilir enerjideki fiyat avantajına rağmen elektrik üretiminde kömüre ve fosil yakıtlara yatırım yapılmasının birçok sebebi var. Ama üzerinde en çok fikir birliğine varılanı, kömüre dayalı termik santrallere sağlanan alım garantileri, teşvikler ve kapasite mekanizması yoluyla devletten şirketlere aktarılan kaynaklar. İktisatçı Erinç Yeldan, elektrikteki yıllık talep artış oranlarının özellikle yüksek hesaplandığını, bu sayede kömüre dayalı yeni termik santral yatırımlarının planlanabildiği görüşünde. Hukukçu Prof. Dr. Leyla Ateş ile iktisatçı Doç. Dr. Sevil Acar tarafından gerçekleştirilen Türkiye’de Yenilenebilir Enerjide Vergi Harcamaları isimli araştırmadaysa, 2017’de enerjideki vergi harcamalarının yüzde 79’unun fosil yakıt teşviklerine, sadece yüzde 17’sinin yenilenebilir enerjiye aktarıldığını gösteriyor. Aynı çalışmaya göre 2016’da fosil yakıta dayalı enerji kaynaklarından aldığı pay yüzde 87’ydi; bu pay 2017’de düşmüş olsa da vergi gelirinin enerjiye düşen payı hâlâ büyük ölçüde fosil yakıtlara ayrılıyor.

Kömürlü termik santrallere yönelik politikalar sadece yeni yatırımları değil eski santrallerin de yenilenip kullanımda kalmalarını hedefliyor. 2012’nin kömür yılı ilan edilmesi ardından yalnızca yeni yatırımlar teşvik edilmedi, kömüre dayalı eski santraller de özelleştirildi. Özelleştirmeler kapsamında, santralleri devralan şirketlerin bazı teknolojik yenilemeler gerçekleştirerek santrallerin topluma ve çevreye etkilerini azaltmaları öngörülmüştü fakat şirketler bu yatırımları yapmadı ve santrallerin çoğu baca arıtma filtreleri olmaksızın yıllarca çalışmayı sürdürdü. Termik santrallerden yayılan kirleticileri kısmen önleyebilen fakat sera gazı emisyonlarına herhangi bir etki etmeyen filtreler kamuoyunda çok tartışıldı ve pek çok süre uzatımının ardından Ocak 2020’de altı santralin faaliyetleri eksiklikler tamamlanıncaya kadar kısmen ya da tamamen durduruldu.

Termik santral özelleştirmeleri ömrünü tamamlayan santralların ömrünü uzattı 

Türkiye termik santralleri özelleştirip, teknolojik iyileştirmelerle aslında ekonomik ömrünü tamamlamış bu santrallerin ömrünü uzattı. Aynı dönemde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Elektrik Üretim A.Ş. ise bürokratik süreçlerini tamamladığı yatırıma hazır termik santralleri özel sektöre pazarlamaya başladı.

Gazeteci Pelin Cengiz

Trakya’da, Eskişehir’de, Ankara ve Konya’da EÜAŞ’ın planladığı kömürlü termik santralleri anımsatan ekoloji gazetecisi Pelin Cengiz, bu yeni yöntemi şöyle tarif ediyor: Kârlı ya da verimli olmaktan çıkan termik santralleri yatırımcıya cazip hale getirmek için EÜAŞ, termik santral projelerinin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreçlerini bu şirketler için kendi eliyle yapmaya başladı. Birtakım bürokratik engelleri aşarak, sektörün de ‘kılçıksız’ diye tabir ettiği bir biçimde, bu projeleri özel sektörün hizmetine hazır hale getirdi.”

Avrupa’da pek çok ülke 2030’a kadar kömüre dayalı termik santralleri kapatacağını açıkladı. Bu kömür ekonomisi için kötü haber. Yenilenebilir enerji fiyatları ucuzlarken kömürün toplumsal ve politik baskı görüyor olması, kömür şirketlerinin fonlara erişimini zorlaştırıyor. Pek çok sermaye kuruluşu kömür projelerine kredi vermek istemiyor. Sivil toplum da kara listeler hazırlayarak yatırımını artıran kömür şirketlerini ve bu şirketlere kredi veren finans kuruluşlarını teşhir ediyor.

Avrupa kömürden çıkış haritası. Kaynak: (https://beyond-coal.eu/share/)

Cengiz’e göre hem Türkiyeli kömür şirketleri hem de yabancı yatırımcılar EÜAŞ’ın kömür projelerine mesafeli yaklaşıyor: “Eskişehir Alpu Ovası’na yapılmak istenen termik santral yedi kez ihaleye çıktı, yedisinde de teklif gelmedi. Yani bu çok önemli bir gösterge. Belli ki yatırımcılar bu tür projeleri uygulanabilir görmüyor.”

Avrupalı bankalar kömürü fonlamaktan vazgeçiyor 

Avrupa İklim Eylem Ağı’ndan (CAN Europe) Elif Gündüzyeli, her gün yeni bir bankanın ve özellikle Avrupalı bankaların iklim değişikliği konusunda kendi finansman kriterlerini açıkladığını, kömür piyasalarında iş yapan kuruluşlara fon ve hizmet sağlamaktan vazgeçtiklerini aktarıyor: “Yatırım ve finans ve hatta sigorta dünyası da kömürden çekilmeye başladı. Sivil toplum kuruluşlarının yaptığı şey bu kara listeleri ortaya koymak, yani iklim tetikleyicisi şirketler kimlerdir, onu göstermek… Paris Anlaşması’ndan beri yatırımcılar ya da emeklilik fonları, yeni yatırımlarını nereye yapacaklarına bu listelere bakıp karar veriyor.

Ama merkezi idarenin karbonsuzlaşmayı kabul etmemesi, hatta özelleştirmeler yoluyla termik santrallerin ömrünü uzatıp EÜAŞ eliyle yeni santraller planlaması yalnızca bir iklim değişikliği sorunu yaratmıyor. Kömüre dayalı santrallerin sağlık etkileri ve yarattığı ekolojik hasar uzun yıllardır Türkiye’deki çevre hareketinin gündeminde.

Yatağan’daki kirlilik mahkeme kayıtlarında

Birbirine yaklaşık otuzar kilometre arayla kurulu Yeniköy, Kemerköy ve Yatağan Termik Santrallerinin bulunduğu Muğla’nın Milas-Yatağan bölgesi, kömürün her türlü etkisinin gözlemlenebildiği bir açık hava laboratuvarına benziyor.

Bölgedeki santrallerin yarattığı çevresel etkiler uzun yıllardır biliniyor. Buna karşın baca arıtma sistemleri olmadan çalışan santrallerin 2014’teki özelleştirmeler sonrasında yaklaşık 30 yıl daha çalışması bekleniyor.

Yatağan Termik Santrali’nin kapatılması için açılan dava kapsamında hazırlanan 22 Ocak 1996 tarihli bilirkişi raporunda, “Yatağan Termik Santrali’nin çevresinde çok ağır tahribata sebep olduğu anlaşılmaktadır. 1993-94 yıllarında yapılmış havadaki SO2 ölçmeleri tek birimin çalıştırılması halinde dahi havadaki SO2 kirliliği bitkiler için verilmiş sınır değerin üstüne çıkmaktadır. . . 1994 yılında orman ağaçları üzerinde yapılmış olan araştırmalar da 1993 ve 1994 yılı yapraklarında önemli ölçüde kükürt biriktiğini ve ağaçların büyümelerindeki duraklamanın devam ettiğini göstermiştir” ifadeleri geçiyor.

80’ler ve 90’lardaki tartışmalar sırasında bilim insanları, santrallerin halk sağlığı etkileri olacağını zaten söylüyordu. Dolayısıyla son yıllarda yapılan araştırmaların ulaştığı sonuçlar pek de şaşırtıcı değil.

Linyit Yatağan’da 25 yılda 45 bin erken ölüme yol açtı 

Linyit cinsi kömür yakan, yani havaya çok miktarda sülfür ve kül salan üç santral, Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santralleri, HEAL, Çevre Mühendisleri Odası ve Avrupa İklim Eylem Ağı tarafından yapılan çalışmaya göre, 1982’den 2017 sonuna kadar yaklaşık 45 bin erken ölüme yol açtı. Rapora göre, özelleştirme şartnamelerinde yer alan teknolojik iyileştirmeler yapılsa bile, santrallerden kaynaklı hava kirliliğinin 5 bin 300 insanın daha erken ölümüne yol açacağı öngörülüyor.

Bölgede kömüre dayalı termik santrallerin sağlık etkilerinden şikâyet çok ama resmi makamlarca kayıt altına alınmış herhangi bir veri yok.

Kömür ve halk sağlığı ilişkisi veri eksikliği nedeniyle kurulamıyor 

Muğla Tabip Odası Başkanı Dr. Hakkı Turan, kömürün sağlık etkileri konusunda pek çok gözlem yapılabilse dahi, kömür ile bölgedeki halk sağlığı arasında bağ kurabilecek bilimsel veri bulunmadığını söylüyor: Yatağan’ın bazı yerleşim yerlerinde, diğer yerleşim yerlerine, köylerine ya da mahallelerine göre hem tıkayıcı akciğer hastalığının, Türkçesiyle nefes darlığı hastalığının, hem de bazı solunum yolu kanser türlerinin biraz daha fazla gözlemlendiği bir gerçek. Ancak bu konuda Sağlık Bakanlığı’ndan net veriler alamadığımız için bilimsel anlamda, istatistiki olarak bunları ortaya koyup söyleyebilmemiz maalesef yıllardır mümkün olmuyor. Desülfürizasyon ünitesinin çalışmadığı zamanlarda zaten o sülfür dioksit gazının genzinizde, boğazınızdaki yakıcı tadını alabiliyorsunuz. Hava kalitesinin bozulduğu zamanlarda acil servislere nefes darlığı şikayetiyle başvurular artıyor.

Yatağan’da 48 köye maden ruhsatı verildi 

Yatağan’da termik santrallerin yol açtığı sağlık ve çevre sorunlarının hissedilmediği gün yok. Ama bir başka mesele bu sorunları bile unutturuyor. Bölgedeki 48 köyün arazisine maden ruhsatları verilmiş durumda. Bazı köylerin sakinleri çoktan göçe zorlandı ve köyler haritadan silindi. Yatağan Termik Santrali’ne kömür sağlayan maden ocağı birkaç yıldır Turgut Köyü’nün sınırına dayanmış halde.

Turgut Köyü’ne Ocak 2018’deki ilk gidişimde, köyün zeytinlikleri çok daha geniş bir alana yayılıyordu. İki yıl içinde maden zeytinliklerin içine doğru yaklaşık 300 metre ilerledi. Zeytin sökümü kanunlarla yasaklanmış olsa da zeytin bahçeleri Yatağan Termik Santrali’ne kömür sağlayan açık ocak kömür madenleri tarafından yutuldu.

Açık ocak kömür madeni için yapılan kazı zeytinliklerin altını kazdıkça, sökümü yasak olsa da zeytin ağaçları madenin içine yuvarlanmaya başlıyor. Dolayısıyla zeytin tarımıyla geçinen köylüler arazilerini satma baskısıyla karşı karşıya kalıyor.

2018 itibarıyla Turgut Köyü önündeki zeytinliklerden açık ocak kömür madeninin görünümü. Fotoğraf: Doğu Eroğlu 

Köylüler ya geçim kaynaklarını yitirdikleri için topraklarını satmak zorunda kalıyor ya da araziler kamulaştırma yoluyla elden çıkıyor. Yeniköy, Kemerköy ve Yatağan Termik Santrallerine kömür sağlayan ocakların yutmakta olduğu bir başka yerleşim olan İkizköy’de 2018’de meydana gelen arazi gaspı, istimlak yoluyla gerçekleşmiş.

Açık ocak kömür madeninin İkizköy’e en çok yaklaştığı yer, köyün merkezi olarak kabul edilen Işıkderesi Mahallesi. TKİ (Türkiye Kömür İşletmeleri) tarafından başlatılan istimlak sürecinde madencilik faaliyetleri de Işıkdere Mahallesi’ne doğru ilerlemiş. Maden yaklaştıkça köyün merkezinde yaşamak da imkânsız hale gelmiş. 50 yaşındaki Aytaç Yakar, “Devamlı dinamit patlatıyor, duramıyorsun ki zaten orada. Açıldı evlerimiz, böyle böyle açıldı. Nasıl duracaksın? Mecbursun kalkmaya!” diyor. “Adam geldi tepene, iş makinesi çalışıyor. Dinamit bir yandan patlıyor… Köye taşlar gelmeye başlayınca, evler yarılmaya başlayınca artık köylü korktu, bıraktı gitti yani her şeysini köyde diyen 45 yaşındaki Ali İhsan Işık, köydeki hayat zorlaşınca istimlak işlemlerinin hızlandığını anlatıyor. 

Araziler değeri altına satıldı 

Pek çok köy sakininin tapulu arazilerini dönüm başına 10 bin, eğer üzerinde zeytin ağacı dikiliyse 13 bin liradan satın alan idare, konutlar için de farklı bedeller ödeyerek, Işıkdere Mahallesi’nde yaşayanlara göç edebilecekleri yeni yerler göstermeksizin istimlak işlemlerini gerçekleştirmiş.

Köyünü terk edip yakındaki Milas ilçesine ya da Muğla kent merkezine taşınanlar olmuş ama pek çok İkizköy’lü eski köy merkezinin yanındaki diğer mahallelere evler yapmayı tercih etmiş. Zaten istimlak yoluyla aldıkları bedel, başka yerlerde arsa satın alıp ev yapmaları için pek de yeterli olmamış. Örneğin Özel Gökce, kamulaştırmadan aldığı 76 bin liranın üzerine kredi çekmiş, hayvanlarını satmış ve ancak yeni bir arsa alıp ev inşa edebilmiş. 

Ancak Gökce gibi, İkizköy’ün Karadam Mahallesi yakınındaki ovaya (Eskiden tarım arazilerinin bulunduğu ovada kurulan bu evlere artık Ova Mahallesi deniyor) yerleşmek zorunda kalan pek çok aile, bugünlerde bir defa daha göçe zorlanıyor.

Bir yıl içinde iki istimlak yapıldı 

İkizköy’ün merkezindeki ev ve arazilerin istimlak edilmesinin ardından yerinden edilenler, TKİ Bölge İşletme Şefliği yetkilileriyle görüştüklerini, tekrar göçe zorlanmamak için hangi arazilerin güvenli olduğunu yetkililere sorduklarını aktarıyor. Aytaç Yakar, TKİ yetkilileriyle arasında geçen konuşmayı şöyle anlatıyor:Müdür haritayı masanın üzerine açtı. ‘Yoldan aşağısı kalıyor [madene katılmıyor], evinizi yaptırabilirsiniz’ dedi. Biz sevindik ve bu söz üzerine yaptırdık evimizi. Aradan bir yıl geçmeden buraya tekrar tebligat gönderdiler, ‘Kalkacaksınız yerinizden’ diye. Bize deseydin, ‘Aytaç Hanım, orası da alınacak sonunda. Bu sene alınmaz ama seneye alınacak ama 2020 yılında alınacak… Yine orada yerinden kalkacaksın, rahatsız olacaksın. Yaptırma’ deseydi bana ev yaptırmazdım. Ben daha dün kalktım yerimden, bir daha yerimden nasıl kalkayım? Bana çok zor geldi. Ben istemiyorum. Yine oradan da kaldıracaklarmış, kaldırmasınlar.” İkizköy’de yerinden edilenler bana Haziran 2019 tarihli ikinci istimlak evraklarını gösterirken, ikinci defa evini taşıması istenen Aytaç Yakar ise gözyaşlarını tutamıyor.

Yeni evine istimlak kâğıdı gelen bir başka İkizköy sakini 40 yaşındaki Necla Işık’ın; Hayalet Köy diyorlar İkizköy’e. Görseniz taş taş üstünde değil!” diye tarif ettiği, maden tarafından istimlak edilip boşaltılan Işıkdere Mahallesi’ne ulaşmak kolay değil. Köy merkezinin eski yolunda artık güvenlik görevlileri nöbet tutuyor. Köyün eski sakinleriyle bir traktör ve römorkuna doluşup yola koyulduğumuzdaysa önümüzü birçok yerde maden şirketinin arabaları kesiyor. Neyse ki etrafta hala İkizköylülerin sahibi olduğu zeytinlikler var da köy yakınlarına gidişimiz tümden engellenemiyor.

Tarımdaki düşüş artık olağan

Bölgedeki kömürlü termik santrallere kömür sağlayan açık ocak madenin yanında yıllardır hayatını sürdürmeye çalışan İkizköy halkı hem santrallerin baca gazlarından etkileniyor hem de açık ocaktan yayılan toz emisyonlarından. Tarımdaki verim düşüşü artık olağan karşılanıyor. Karadam Mahallesi’nde yaşayan 63 yaşındaki Yaşar Üstün açık ocaktan yayılan tozun sağlık etkilerini, Birbirimizi göremeyecek kadar toz oluyor bazen. Onun için nefesimiz tıkanıyor, soluk alamıyoruz. Kapıdan pencereden çıkamadığımız gün oluyor diye özetliyor. Konuştuğum herkes solunum yolu hastalıklarının son yıllarda arttığını aktarıyor. Bunlara bir de yerinden edilmenin yol açtığı psikolojik travmalar ekleniyor.

İkizköy aşırı iklim olaylarına karşı da savunmasız 

Bunlar yetmezmiş gibi Aralık 2019’da İkizköy’de nadir görülen bir iklim olayı meydana geldi. Karadam yakınlarından geçen bir hortum, İkizköy’den göçe zorlanmış köylülerin evlerine ciddi hasar verdi. Sıcaklık artışının etkilerini yaşamlarında hisseden, termik santrallerin ortasında ve toz yayan açık ocak kömür madenlerinin yanı başında yaşayan İkizköylüler, aşırı iklim olaylarına karşı da oldukça savunmasız.

Özel Gökce benim de aklımdaki soruyu, “Bir sürü alternatif varken niye kömür diye ısrar ediliyor, bilmiyorum yani… diye dillendiriyor.

Toplumun yüzde 83’ü kömürün tercih edilmemesi gerektiği görüşünde 

2018’de KONDA tarafından gerçekleştirilen Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri Araştırması’na göre, toplumun yüzde 83’ü kömür yerine çevreye daha az zarar veren enerji kaynaklarının tercih edilmesi gerektiği görüşünde.

Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri Araştırması’nın bulgularından.  Ankete katılanların yüzde 53’ü yaşadığı yerin yanında kömür santrali kurulmasını istemiyor.
Kömür, nükleer enerjiyle birlikte en az tercih edilen iki enerji türünden biri. Yenilenebilir enerji kaynaklarınaysa oldukça ılımlı bir yaklaşım var.
Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri Araştırması’nın bulgularından 

Türkiye 2019 sonunda bir kömür krizi yaşadı. Kamuya ait kömürlü termik santralleri 2014’te satın alan şirketler, özelleştirme şartları arasında olmasına rağmen teknolojik iyileştirmeleri zamanında yapmayınca yardıma TBMM koştu. Ancak süre uzatımı öngören kanun tasarısı Ak Parti ve MHP oylarıyla kabul edilmesine karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından veto edildi. Santrallerin bir kısmı Ocak 2020’de mühürlendiyse de, bu santralların bazıları yeniden açıldı. 

Türkiye’nin artık iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum konusunda samimi olduğunu göstermeye ihtiyacı var. Bunun yolu daha da gecikmeden kömür ve bağlı sektörler için çıkış ve adil dönüşüm planları yapıp enerji portföyünde yenilenebilir kaynakların payını yükseltmekten geçiyor.