Doğu Eroğlu (2 Temmuz 2020 Teyit.org)

Küresel sera gazı emisyonlarının artışında enerjiden sonraki sebep arazi kullanımı. Toprağı nasıl değerlendirdiğimiz Türkiye’nin sera gazı emisyon profiline etki ediyor. Madencilik ve ormancılığın iklim değişikliğine etkilerini, Türkiye’deki güncel örneklere bakarak değerlendiriyoruz

Muğla’nın Yatağan ve Milas ilçeleri çevresindeki kömüre dayalı Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santralleri ve bu santrallere kömür sağlayan açık ocak madenlerin yol açtığı zorunlu göç hikayeleri artık Türkiye’de biliniyor. 

Türkiye’de kömüre dayalı termik santrallerin neden olduğu halk sağlığı sorunları, santrallerin kuruldukları bölgelerdeki ekosistemlere verdiği zarar zaten yıllardır tartışılıyor. Göçe zorlama bir de bunların üzerine psikolojik travma ekliyor. İklim değişikliği çerçevesinden baktığımızdaysa kömüre dayalı termik santrallerin sera gazı emisyonları öne çıkan önemli bir sorun oluyor. Fakat bu olup bitenlerin dünyanın kalan karbon bütçesine bindirdiği tek yük, kömürden üretilen elektrikle ortaya çıkan sera gazı emisyonları değil. Toprağı değerlendirme biçimimiz dünyanın karbon dengesi üzerinde ciddi sonuçlara yol açıyor.

Küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 23’ü arazi kullanımıyla ilişkili 
Karbon döngüsünde ağaçların ve toprağın işlevi (Kaynak: http://www.fao.org/3/a-i8195e.pdf)

Arazi kullanım değişiklikleri yüzünden açığa çıkan sera gazı emisyonları, enerji, madencilik faaliyetleri, tarım ve yapılaşmanın bir başka etkisi. IPCC’ye göre insan kaynaklı küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 23’ü arazi kullanımı değişiklikleriyle ilişkili. Hem ormanlar hem de toprağın kendisi karbon yutağı işlevi görüyor. Toprak yüzeydeki ilk 30 santim dünyanın en büyük karbon yutağı. Karbon döngüsü sırasında bitkiler, atmosferden gelen karbondioksitin toprağın yapısına katılmasını sağlıyor.

Burada tutulan karbon miktarının yaklaşık 680 milyar ton olduğu sanılıyor. Toprak yutaklarının neredeyse yüzde 30’luk kısmı ise kuzey permafrost bölgesinde yoğunlaşmış durumda.

Ormanlarsa fotosentez yoluyla havadan aldıkları karbondioksiti kendi yapılarına katıp bu gazın atmosferdeki seviyesini azaltarak sera gazı etkisini hafifletirken insan faaliyetleri   bu iki doğal döngüyü sekteye uğratabiliyor: Toprağın yüzeyinde tutulmaktan olan karbon, yapılaşmadan kaynaklı dönüşümler, tarım uygulamaları, madencilik gibi faaliyetlerden etkileniyor ve yüzeyin aşınmasıyla topraktaki karbon atmosfere karışıyor.

Farklı coğrafyalarda toprakta tutulan karbon miktarları
Ormansızlaştırma ağaçların karbon bağlama ihtimalini alıyor

Üstelik bu toprağın üzerinde bir de orman örtüsü bulunuyorsa, bir bölgeyi ağaçlardan arındırıp orada söz gelimi madencilik faaliyeti yürütmenin karbon maliyeti gittikçe ağırlaşıyor.

Karbonun bir kısmı da ormanlarda, ağaçların gövdelerinde birikiyor. Yine insan faaliyetlerinden ötürü meydana gelen ormansızlaşma, erişkin ağaçların gelecekteki karbon bağlama potansiyelinin kaybolması anlamına geliyor.

IPCC İklim ve Arazi Raporu’na göre, buzla kaplı olmayan arazilerin neredeyse yüzde 70’i insan faaliyetlerinden etkileniyor. Arazi kullanımının ve ormansızlaşmanın artması, daha az karbonun toprak ve ormanlar tarafından tutulması demek.

IPCC İklim ve Arazi Raporu, küresel buzsuz alanlar arazi kullanım dağılımı grafiği (Kaynak: https://www.ipcc.ch/site/assets/uploads/2019/08/4.-SPM_Approved_Microsite_FINAL.pdf)

IPCC’nin değerlendirmesine göre, gezegenin buzla kaplı olmayan bölgelerinin yüzde biri, yapılaşma ve altyapıyla kaplı. Arazinin yüzde 14’ü sulu ya da susuz tarıma ayrılmış durumda, yüzde 37’lik alan otlak olarak kullanılıyor. Dünya arazilerinin yüzde 22’lik kısmında ormancılık faaliyetleri yapılıyor. Kalan yüzde 28’lik arazideyse insan etkisinin çok az olduğu ormansız ekosistemler, el değmemiş ormanlar ile çorak ya da kayalık topraklar bulunuyor.

“Tarım ve hayvancılığın daha geniş alana yayılması engellenmeli”

IPCC’nin arazi üzerindeki insan baskısını azaltmak için birçok tavsiyesi var. Bu önerilerin başında tarım ve hayvancılık sektörlerinde yapılabilecekler geliyor. Tarım ve hayvancılığın daha da geniş alanlara yayılmasını engellemek ilk hedef. Zira insan etkisinin bulunmadığı yüzde 28’lik araziye de tarım yayılırsa, burada depolanmış karbon da atmosfere karışabilir ya da buradaki ormanlar ortadan kalkabilir.

Tarımsal üretimde verim artışı, tarlaların ve otlakların daha iyi yönetilmesi, diğer bir deyişle bu faaliyetlerde birim alandan edinilen verimin artması IPCC’nin önerileri arasında. Ama halihazırdaki gıda sistemi zaten küresel emisyonlar içinde ciddi bir yer kaplıyor. O yüzden IPCC de gıdada tedarik zincirlerinin daha iyi idare edilmesini, gıdada talebin yönetilip tüketim alışkanlıklarının dönüştürülmesini önemsiyor. Aynı zamanda gıdada üretici ve tüketiciden kaynaklı israfların önlenmesi gerekiyor.

Toprağın karbon tutma kapasitesinin muhafazası çok önemli. Su yönetimi daha iyi yapılıp erozyon olasılıklarının azaltılması bu kapasitenin korunması demek. Tarımda toprağın tuzlanmasına ya da asitleşmesine yol açan faaliyetlerden de vazgeçilmeli. Dolayısıyla tarımsal su kullanımı konusunda alınacak iklim değişikliği uyum önlemleri arazi kullanımını da dikkate almalı.

“Ormanlara baskı azalmalı”

Ormancılıkta ise ormanların azalmasını önlemek en kritik nokta. Tekrar ormanlaştırma faaliyetleri elbette olumlu ama öncelikle insan faaliyetlerinin halihazırdaki ormanlara baskısının azalması ve ormanları korumak için risk planlamasının iyileştirilmesi gerekiyor. 

Küresel sıcaklık artışı yüzünden yangınlara karşı daha savunmasız hale gelen ormanların korunması için idarelerin dikkatli olmaları gerekiyor. Çünkü orman yangınları ormansızlaşma etkilerinin de üzerinde bir iklim maliyeti demek.

Ormansızlaşma sırasında ağaçlar yanıyor, yani bir orman yangını meydana geliyorsa, ağaç gövdelerinde biriken karbon da atmosfere karışıyor ve iklim maliyeti yükseliyor. İstanbul Üniversitesi – Cerrahpaşa Orman Fakültesi’nden Prof. Dr. Doğanay Tolunay, yangınlarla yükselen ormansızlaşma kaynaklı karbon maliyetini şöyle açıklıyor:

Prof. Dr. Doğanay Tolunay 

İklim değişikliği ile orman yangınları arasında karşılıklı ilişkiler var. İklim değişikliği yangın riskini artırıyor. Kuraklıklar ve sıcaklık artışlarıyla orman daha yanıcı hale geliyor ve o sırada bir kıvılcım çok büyük yangınlara yol açabiliyor. Orman yangınları sonucunda ağaç varlığımızı kaybediyoruz. Odunda depolanmış olan karbon da karbondioksit olarak atmosfere gidiyor. Dolayısıyla iklim değişikliğine katkı sağlıyor. Orman alanının yanması ya da ortadan kalkması, ormanın her yıl aldığı bir ton karbonun ya da 3,67 ton karbondioksitin atmosferde kalmaya devam etmesi anlamına geliyor. Böyle bir çifte etkisi var; hem yandığı için atmosfere karbon veriyor hem de her yıl atmosferden alıp oduna dönüştürdüğü karbondioksit miktarı azalmış oluyor.

Arazi kullanımına ve orman varlığına dolaylı olarak etki eden sektörleri de unutmamak gerekiyor. Madencilik ve inşaat bunların en önemlileri.

Madencilikle başlayalım. Muğla-Milas’taki İkizköy’ün Yeniköy Termik Santrali’ne kömür sağlayacak açık ocak madenler tarafından yutulması, bölgedeki kızılçam ormanlarını ortadan kaldıracak. Yani kömür madenciliği faaliyeti yüzünden sadece maden çıkarılması ve işlenmesi sırasında açığa çıkan sera gazı emisyonlarını finanse etmiş olmayacağız, faaliyete konu bölgede yok olacak ağaçların ömürleri boyunca depolayacağı karbondan da feragat edeceğiz. Üstelik bu bölgede toprakta tutulan karbonun atmosfere karışmasına da mâni olamayacağız.

İklime olan etkileri göz ardı ediliyor 

Türkiye’de açık ocak madencilik faaliyetleri Muğla bölgesine özgü değil. Özellikle değerli maden arama ve işleme projeleri ekosistemlere ve halk sağlığına etkileri yüzünden toplumsal tepki çekse de bu projelerin iklim etkileri pek de değerlendirilmiyor.

Türkiye’de son yılların en tartışmalı madencilik projelerinden biri olan, Artvin-Cerattepe’deki altın ve gümüş arama faaliyetleri, idare ile yargının yatırım planlamasındaki önceliklerini en iyi gösteren örneklerden biri.

Artvin-Cerattepe’de yapılması planlanan madencilik faaliyetleri, Rize İdare Mahkemesi’nden 2014’te çıkan, “Maden Artvin’i yaşam alanı olmaktan çıkarır” kararıyla birlikte iptal edilmişti.

Artvin Cerattepe’de gerçekleştirilmesi planlanan altın ve gümüş madeni arama projesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilen ÇED Olumlu Kararı’nın iptali için açılan davada Rize İdare Mahkemesi’nin verdiği karar

Ancak aynı mahkeme, birkaç değişiklik sonrası bir kez daha idareden yatırım izni alan maden projesi hakkında 2016’da açılan davayı reddetmiş, yani madene izin vermişti. Maden bugün faaliyette.

“Mahkemeler artık projeleri hukuka uygun hale getiriyor” 

Türkiye’de iklim değişikliği etkilerini hızlandıran maden ve enerji projelerine karşı açılmış davaları izleyen Ekoloji Kolektifi’nden Avukat Fevzi Özlüer’e göre artık mahkemelerin işlevi, planlanmış projelerin hukuka uygun hale getirilmesinden öteye gidemiyor.

Avukat Fevzi Özlüer 

Devlet bizim anladığımız anlamda şirketlerin ve yurttaşların girişimlerini, eylemlerini hukuka uygun hale getiren, bunu düzenleyen, aynı zamanda denetleyen bir aktörken, şirketlerin çıkarlarını düzenleyen, yurttaşların da eylemlerini denetleyen ve bu anlamıyla hukuku da yeniden anlamlandıran bir işleve büründü. İşlevini, yargı kararlarının hukuki sonuçlarını uygulamak değil yargı kararlarının hukuki sonuçlarını yeniden biçimlendirmek olarak değiştirdi.Devlet bu işletmenin orada kesinlikle yapılması gerektiği düşüncesiyle, bunun olası zararlarını en aza indirecek bir strateji izliyor.

Kirazlı’da altın madenine karşı başlayan nöbet sürüyor 

Cerattepe’dekine benzer bir altın madeni projesi Çanakkale Kirazlı’da da bulunuyor. Temmuz 2019’da altın madeni için yüz binden fazla ağacın kesilmesi üzerine Çanakkale ve Türkiye’nin diğer kentlerinden gelenler maden yakınlarında eylem başlattı ve madencilik faaliyetleri durdu.

Temmuz 2019’dan bu yana ise Kirazlı’daki maden sahası yakınlarında çadır nöbeti tutuluyor. Nöbete katılanlar değişse de Kirazlı yakınlarındaki eylemciler her gün maden şantiyesi girişine yürüyüş yapıp bölgedeki madencilik faaliyetlerini protesto ediyor.

Kasım 2019’da Kirazlı’da konuştuğumuz eylemcilerden Barış Ugan, “Maden sahasının ağaçsızlandırılmış halini gösteren drone videosunu görünce insanlar çok rahatsız oldu. Bu madenler iklim değişikliğinin sonuçlarını hızlandıracak. Oranın tekrar orman haline gelmesi belki 250-300 sene olacak. Belki de hiç gelmeyecek. En önemlisi, toprak kalmıyor! Orası tamamen kaya artık. Doğanın bu şekilde yok olmasına izin vermemek için burada eylemdeyiz” diyor.

Kazdağları’nda 279 adet maden arama ruhsatı var

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği tarafından, bölgedeki biyoçeşitliliğin korunmasına katkı sağlamak için hazırlanan Kazdağı İnteraktif Haritası, bölgede 84 farklı madencilik projesi bulunduğunu tespit edebilmiş. Ancak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın CHP Balıkesir Milletvekili Fikret Şahin’in soru önergesine verdiği yanıt, henüz işletmeye başlamayan birçok maden projesi olabileceğini gösteriyor. Bakanlık, Kazdağları ve Madra Dağı etrafında, toplam 279 farklı arama ve işletme ruhsatı olduğunu söylüyor.

Ormansızlaştırmanın bir diğer unsuru: Yapılaşma 

Ama Türkiye’de arazi kullanımı ve ormansızlaşmayı değiştiren sadece madenler değil. Tarım ve ormancılık gibi arazi kullanımı emisyonlarına başlıca etkiyi yapan faaliyetler ile madencilik dışında, yapılaşma faaliyetleri de arazi ve orman üzerinde baskı kuruyor.

2000’li yıllarla birlikte inşaat projeleri büyümenin itici gücüne dönüştü. Sadece özel sektör değil, merkezi idare de TOKİ aracılığıyla inşaat yoluyla büyüme politikalarına destek verdi. İnşaat şirketleri daha önce görülmemiş büyüklüklere bu dönemde ulaştı.

Engineering News-Record tarafından açıklanan en büyük 250 küresel inşaat şirketi listesinde 2019’da Türkiye’den tam 44 şirket vardı. Türkiye Müteahhitler Birliği Başkanı Mithat Yenigün, kurumun Aralık 2019’da düzenlediği bir törende Türkiyeli inşaat firmalarının Çin’in ardından küresel ölçekte ikinciliği 10 yıldır koruduğunu kıvançla anlatıyor. 

TOKİ, şirketlerle birlikte gayrimenkul yatırım ortaklığı modeliyle birçok inşaat projesi gerçekleştirirken neredeyse bir milyon konut inşa etti. Kentsel dönüşüm uygulamalarının da damga vurduğu son yirmi yıllık dönemde inşaat ve binalarda iklim değişikliğiyle mücadele yönünde kararlı bir adım atılmadı.

Küresel sera gazı salımlarında en büyük pay enerjinin. İnşaat sektörü ve binalarsa, enerji kaynaklı sera gazı emisyonlarının yüzde 39’undan sorumlu.

Görsel: Global Status Report for Buildings and Construction’a göre, enerji kaynaklı emisyonların dağılımına baktığımızda, yüzde 39’luk kısmın inşaat sektörü faaliyetlerinden ve binalarda kullanılan enerjiden kaynaklandığını görüyoruz (Kaynak: https://www.worldgbc.org/sites/default/files/2019%20Global%20Status%20Report%20for%20Buildings%20and%20Construction.pdf)

İnşaat ve binalardan kaynaklanan emisyonlar dediğimizde aslında konut ve konut dışı binaların ısınma, elektrik ve diğer ihtiyaçları yüzünden açığa çıkan sera gazı salımları ve inşaat sektöründe kullanılan çelik, çimento ve diğer yapı malzemelerinin üretiminden kaynaklanan emisyonlardan bahsediyoruz.

TOKİ’nin temel hedefleri arasında iklim değişikliği ile mücadele yok 

1999 Marmara ve 2011 Van Depremleri sonrasında afet riski gerekçe gösterilerek, Türkiye’nin pek çok kentinde kentsel dönüşüm uygulamaları TOKİ eliyle gerçekleştirildi. 2001-2019 döneminde TOKİ 81 ildeki 3 bin 274 şantiyede toplam 847 bin 954 konutun üretim sürecini başlattı.

TOKİ’nin 2023 hedefleri, kurumun önümüzdeki üç yıl içinde 250,000 konut inşa etmeyi planladığını gösteriyor.  2000’lerdeki yeniden imar dalgasının gerekçelerinden biri depremdi ancak bu dönemde yapılan binaların afetlere ve özellikle iklim değişikliğine uyumlu olduğunu işaret eden bir bulgu da yok. Mekanda Adalet Derneği Direktörü, şehircilik uzmanı Yaşar Adanalı, kentsel dönüşüm seferberliği sırasında inşa edilen binalarda iklim değişikliği uyum ve azaltım tedbirlerinin bulunmadığını söylüyor: Kentsel Dönüşüm politikasının son 15 yıllık uygulamaları ile iklim değişikliği ve iklim değişikliğine uyum politikaları arasında hiçbir alaka yok. En başından itibaren böyle bir alaka kurulmadı. Adaptasyon meselesinde biz neler yaşadık son 10 yılda? Samsun’da TOKİ’lerin sel felaketiyle sular altında kaldığı ve bodrum katında bir ailenin olduğu gibi hayatını kaybettiği deneyimler yaşadık. İklim değişikliği merkezli ya da iklim değişikliğiyle uyumlu bir kentsel dönüşüm ve konut politikası olsaydı tüm bunların yaşanmıyor olması gerekecekti. Ekolojik ayak izi kontrollü mahallelerin, içinde yeşili de olan, yapılaşma yoğunlukları düşük olan yerlerin, altları otopark, üstleri beton kamusal alanlar ve yüksek katlı yapılara dönüştüğü, iklimle uyumlu olmayan bir kentleşme modelini tecrübe ettik.

Mega projeler karbon yutağı düşmanı  

İnşaat ve kentleşmenin bir de mega projeler ayağı var. Geniş arazilere yayılan, çoğu zaman beraberinde yeni karayolu taşımacılık ağlarını ve yapılaşmayı getiren mega projeler sadece bugünün ve geleceğin karbon yutakları olan ormanları yok etmiyor, aynı zamanda su kaynaklarını baskı altına alıyor, toprağın karbon yutağı özelliğini ise azaltıyor.

Kanal İstanbul proje alanında kalan ve ortadan kalkacak Sazlıdere Baraj Gölü 
Fotoğraf: Doğu Eroğlu

Mega projeler akımının sonuncusu Kanal İstanbul hakkında yapılan eleştiriler üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan projeyi birkaç defa, “İsteseler de istemeseler de Kanal İstanbul’u yapacağız” sözleriyle savunmuş, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ise proje hakkında, İstanbul’umuzun, ülkemizin, İstanbul Boğazımızın koruma, kurtarma projesidir. Boğazın özgürlük projesidir. Örnek bir şehircilik projesidir” ifadelerini kullanmıştı.

Kanal İstanbul krokisi 
Kanal İstanbul ve üçüncü köprü maliyetinin karbon karşılığı  

İstanbullular projeye Çevre ve Şehircilik Müdürlüklerine verdikleri dilekçelerle karşı çıktı. Başka kentlerden vatandaşların dahi itiraz ettiği projenin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreci sonunda Kanal İstanbul Projesi hakkında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED Olumlu Kararı verdi ve proje için yatırım izni çıkmış oldu. Proje gerçekleşirse hafriyat ve inşaat çalışmaları ciddi bir karbon maliyeti ortaya çıkaracak.

Projenin ÇED Raporuna göre, ortadan kalkacak yaklaşık 13 milyon metrekarelik büyüklüğündeki (yaklaşık 20 bin futbol sahasına eşit) orman alanının sağladığı karbon yutağı kaybı da bu maliyete eklenecek. İnşa edilecek köprüler ve projenin beraberinde getireceği ek yapılaşmayla bu maliyet artacak.

Kanal İstanbul proje alanında kalan Sazlıdere Baraj Gölü etrafındaki ormanlar 
Fotoğraf: Doğu Eroğlu 

Türkiye’deki çevre hareketi İstanbul’a Üçüncü Havalimanı (İstanbul Havalimanı) ve Üçüncü Boğaz Köprüsü (Yavuz Sultan Selim Köprüsü) gibi önemli arazi kullanımı değişiklikleri ile ormansızlaşmaya yol açmış projelere karşı çıktı. Ulaştırma odaklı bu projeler Marmara Bölgesi’nde yoğunlaştığı için son yıllarda bu projelerin etkileri konusunda kamuoyu yaratmaya çalışırken öne çıkan yapılardan biri Kuzey Ormanları Savunması(KOS).

Gönüllülerden oluşan KOS’un asıl hedefi Edirne’den başlayıp Kocaeli’ne dek uzanan ormanları muhafaza etmek. KOS gönüllüsü Batuğhan Otyıldız, iklim değişikliği etkilerinin kentlerde daha çok hissedildiğini anlatarak kentlilere daha çok ulaşabildiklerini söylüyor:

KOS olarak ormanları ve ormanın içinde bulunduğu habitatı, canlı yaşamını korumaya amaçlıyoruz. Aslında iklim krizine karşı elimizde büyük bir koz var. O da ormanlar. Orman ve yeşil alanlar karbon emisyonlarını filtreliyor. Bu açıdan Kuzey Ormanlarının korunması mühim. Ama kentlilerin burayı görememesi, buranın aslında var olduğunu bilememesi büyük bir problem. Şu anda da Kanal İstanbul Projesi söz konusu…

Kentsel mekân yeniden yapılaşmaya açılıyor

Mega projelerin iklim maliyetlerini yalnızca yaratacakları ormansızlaşma, arazi kullanımı etkisi ya da inşaat sırasında oluşacak sera gazlarıyla ölçmek mümkün değil. Bu projeler   karayolu ya da havacılık odaklı oldukları için beraberlerinde ek kentleşmeyi getiriyor. Ulaşım için tasarlanan bu projeler gerçekte ulaşımla ilgili sorunları ya çözemiyor ya da ulaşımın iklim etkisini derinleştiriyor.

Prof. Dr. Haluk Savaş, ulaştırma projeleri olarak tasarlanan bu projelerin ulaştırma etkilerinin azımsanacak düzeyde olduğunu aktarıyor:  Bunlara ulaştırma projeleri olmaktan çok birer rant projesi, yani kentsel mekânı yeniden yapılaşmaya açan, arazi kullanımını ciddi ölçüde değiştiren projeler olarak bakmak lazım. Şu anda İstanbul’un trafiğinde Üçüncü Köprü’nün payı önemsenmeyecek kadar az. Gerek Kuzey Marmara Otoyolu gerekse Yeni Havaalanı civarında 550 bin, 600 bin civarında yeni nüfusun yerleşmesi söz konusu. Hele bir de bunların üstüne bir de Kanal İstanbul projesi gündemde biliyorsunuz. Onun da olumsuz etkilerini düşünecek olursak İstanbul artık yaşanabilir bir kent olma sınırlarının çok dışına çıkacak.

Tüm insan faaliyetlerinin kökeninde yatan toprak üzerindeki girişimlerin birtakım iklim maliyetleri var. İklim değişikliği belki de insanlığın bugüne kadar karşılaştığı en büyük zorluk. Fakat yaşanmakta olan kriz insanlığın gezegenle kurduğu ilişkiden, toplumların yaşama biçimlerinden kaynaklanıyor. Uluslararası işbirliği bu zorluğu aşmak için şart ama bir yandan da ulusal planlamanın her aşamasında değerlendirilmesi gereken bu kritere daha fazla görmezden gelmemek gerekiyor.