İlk yayın: 26 Eylül 2011 @ homoinsurrectus.wordpress.com

WikiLeaks’in ortaya çıkardığı El Cezire skandalıyla ilgili daha önce Foreign Policy ve Empire Strikes Black ‘ten iki yazıyı çevirmiş ve durumun karışıklığını ortaya koymaya çalışmıştım. Son 24 saatte yayınlanan yazılarla birlikte gidişat iyice belli oldu; Kanfar için iddia edilenler hiçbir biçimde cevap bulmazken gazetecilik ve yöneticilik başarıları ön plana çıkarılmaya başladı.

Aşağıda bu eğilim doğrultusunda yazılanlardan birini, Claire Ferris-Lay’in Arabian Business’ta “Did he jump or was he pushed?” ismiyle yayınlanan makalesinin çevirisini bulabilirsiniz.


İntihar mı cinayet mi?

Claire Ferris-Lay, 25 Eylül 2011
Türkçeleştiren: Doğu Eroğlu

Muammer Kaddafi onları “en büyük düşmanı” ilan etti, Bahreyn “iftiracı ve yalancı” olduklarını söyledi, Hüsnü Mübarek ise Tahrir Meydanı’ndaki hükümet karşıtı gösteriler sürerken Mısır’daki tüm temsilciliklerine kilit vurdu.

Doha kökenli haber ağı El Cezire, geçtiğimiz birkaç ay içerisinde, bölgeyi etkisi altına alan Arap Baharı’nı dünyaya duyuran bir kuruluşken, olayların bir parçası haline geldi.

Geçtiğimiz hafta da bundan farklı geçmedi. Kanalın Filistin doğumlu, emektar genel direktörü Wadah Kanfar tüm dünyadaki haber sayfalarının baş köşesindeydi. Batı dünyası Kanfar’ın ani istifasını, ABD’nin itirazı üzerine Irak Savaşı ile ilgili haberlerinin üslubunu yumuşatmayı kabul ettiğini gözler önüne seren WikiLeaks yazışmalarına bağlarken, kimi medya uzmanları ise pek de şaşırmış görünmüyordu.

Arap dünyasına yayın yapan El Hayat Gazetesi’nin yazı işleri müdürü Antoine El-Hage, Arabian Business’a yaptığı açıklamada, Arap dünyasında vuku bulan son hadiselere de bağlı olarak, El Cezire’nin son aylarda rotasını ve kurum politikalarını değiştirdiğini belirtti. El-Hage, bu değişimin üst kademeleri de etkilemesinin son derece anlaşılır olduğunu söyledi.

Kanfar’ın yerine Qatargas’ın yönetim kurulunda bulunan ve Katar kraliyet ailesi mensubu Şeyh Ahmed bin Jassim El Thani’nin getirilmesi, Katar kraliyet ailesinin kuruma ve sunduğu içeriğe hakim olma çabasını gözler önüne seriyor.

“El Cezire: Hükümetleri Sarsan ve Çağdaş Gazeteciliği Yeniden Tanımlayan Kanal” isimli kitabın yazarı Shawn Powers, ise konu hakkında şunları söyledi: “Bana kalırsa, WikiLeaks hikayesi asıl meseleyi örtpas etmek için gündemde tutuluyor. Katar kraliyet ailesi, kurumun etkisinin tahmin ettiklerinden de kuvvetli olduğunu fark ettiler, maksadını aştığını düşündüler ve ipleri tekrar ele almak istiyorlar.”

Kimileri ise aynı fikirde değil. El Arabiya.net editörlerinden Ferhat Bin Suud, Kanfar’ın istifasının yapısal bir değişime sebep olmayacağı görüşünde: “Kuruluş öteden beri Katar kraliyet ailesi tarafından finanse ediliyor, onlar daha Kanfar piyasada yokken buradaydı ve hala işlerin başındalar. Yani, kurumda yapısal bir değişiklik falan olmayacaktır.”

Kanfar ise, istifası sonrasında El Cezire’yle yaptığı bir mülakatta, yerine geçen El Thani’nin “harika bir yönetici ve editör” olduğunu söyledi.

El Cezire’nin Arap dünyasındaki hükümet karşıtı gösterilere yayın akışında geniş yer ayırması, komşu ülke Bahreyn de dahil olmak üzere, pek çoklarını oldukça öfkelendirdi. Ağustos ayı içerisinde Bahreynli milletvekili Hasan El Dossari Katar iktidarına çağrıda bulunmuş, Bahreyn’deki insan hakları ihlallerini işleyen ve Facebook aracılığıyla ülkedeki demokrasi yanlısı aktivistlerin tespit edildiğini anlatan bir belgeselin yayından kaldırılması talebinde bulunmuştu.

Kanfar’ın El Cezire’nin başında geçirdiği sekiz yıl, tartışmalar yönünden oldukça zengin geçti. Kanfar yine de, Müslüman Kardeşler’e duyduğu sempati ve iş Katar’ı ilgilendiren meselelere geldiğinde takındığı çekimser tavır yerine, Arap medyasına getirdiği devrimci solukla anılıyor.

Katar Emiri’nin sahip olduğu ve yine Emirlik tarafından finanse edilen, buna rağmen içerik olarak bağımsızlığını muhafaza eden kanal, Arap medya organizasyonlarının geleneksel kalıbının dışına çıkmayı başardı.

“Dubai: Dünyanın En Hızlı Şehrinin Hikayesi” kitabının yazarı Jim Crane, El Cezire’nin her zaman tüm eleştirileri kendine çeken bir paratoner gibi olduğunu ve böylesi bir kurumu yönetmenin inanılmaz derecede zor bir görev olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Kanfar görev yaptığı sekiz yıl boyunca, Washington ve Arap sermayesinin siyasi hassasiyetleri ile Arap sokakları arasında gerilen bir ipte yürüyen bir canbaz ustası gibiydi. El Cezire imparatorluğunun temellerini atanlardan biriydi ve Katar’ın en önemli ihraç malının vücuda getirilmesine katkıda bulundu.”

Filistinli Kanfar, kendini gökten düşmüşçesine El Cezire’nin zirvesinde buldu. 1985–1990 yılları arasında Ürdün Üniversitesi’nde okurken başlattığı öğrenci birliği, kısa sürede başka üniversitelere de sıçradı. 1989’a gelindiğinde, demokrasiye geçiş tartışmalarında birlik oldukça önemli bir rol oynar hale gelmişti, Kanfar ise karizmatic kişiliği, hitabeti ve liderlik vasıflarıyla ismini duyurmaya başlamıştı. 1997’de Güney Afrika muhabiri olarak El Cezire’de işe başladı, sonrasında Afganistan ve Irak’ta görev yaptı.

İkinci Körfez Savaşı’ndan hemen önce El Cezire’nin Bağdat operasyonlarını yönetmekle görevlendirildi. Amerikan istilası başladığında ise 100’den fazla mensubu olan bir ekibe liderlik ediyordu. Kanalın yayınları yalnızca Amerikalılar’ı kızdırmakla kalmadı (rakiplerinin yayın akışında bu denli yer işgal etmesi onları oldukça rahatsız etmişti), aynı zamanda pek çok Iraklı’yı da canından bezdirdi.

Her şeye rağmen, kanalın karşılaştığı en yaygın tepki alkış ve övgülerdi. Kanfar mükafatını, 2003’te kanalın yönetici pozisyonlarından birine atanarak aldı. Üç yıl sonra ise genel direktör olarak göreve başladı.

2006 yılında, genel direktör olarak göreve başlamasından hemen sonra Arabian Business’a yaptığı açıklamada El Cezire’nin vizyon sahibi biri tarafından yönetilmesi gerektiğini söylemişti: “Böyle bir kurumu yönetmek için yöneticilik vasıfları oldukça önem taşıyor, fakat asıl ihtiyaç duyulan vizyon sahibi bir lider.”

Kanfar’ın giriştiği mücadelede başarısız olduğunu iddia etmek çok zor. Kanfar geçtiğimiz hafta odasını boşaltırken, El Cezire dünya çapında 65 büroya ulaşmış, İngilizce yayın yapan edisyonu 100 ülkede 220 milyon kişiye erişir bir kurum haline gelmişti. Mısır’daki olayların ilk günlerinde izlenme oranlarında %2400 gibi inanılmaz bir artış görülen kanalın, New York’ta yayın yapmak için Time Warner ile imzaladığı anlaşmanın mürekkebi bile kurumadı.

Fakat kanal büyüdükçe mücadele de büyüdü. Kanfar’ın istifasından kısa bir süre önce WikiLeaks’in ortaya çıkardığı yazışmalar, Kanfar ve ABD arasındaki yakın ilişkileri gündeme taşıdı. 2010 tarihli yazışmalar, kanalın eski genel direktörü ile ABD Savunma Haberalma Teşkilatı’nın sürekli temas halinde olduğunu öne sürüyor.

O halde, Kanfar istifaya mı zorlandı? Kendisi bunun aksini iddia ediyor: “İstifam yalnızca görevde sekiz yılımı doldurmuş olmamla alakalıdır. Böylesi bir süre, elinden gelenin en iyisini yapma iddiasındaki her lider için yeterlidir.”

Şimdilik, gündemi suçlamalar, iddialar ve komplo teorileri belirliyormuş gibi gözüküyor. Tüm bunlara rağmen Kanfar vicdani olarak rahat olduğunu belirtiyor. Arabian Business’a yaptığı son açıklamada bazı noktaların yeniden altını çizdi: “İsrailliler’in adamı, Amerika’nın adamı, Saddam’ın adamı, onun adamı, bunun adamı… Yeni suçlamalar artık beni şaşırtmıyor. İddialar beni öfkelendirmiyor, aksine güldürüyor.”