İlk yayın: 10 Ekim 2011 @ homoinsurrectus.wordpress.com

Occupy Wall Street (Wall Street İşgali) hareketinin dünkü (9 Ekim) konuğu, Sloven filozof Slavoj Žižek’ti. Bir süre durum hakkında bilgi aldıktan sonra önceden tasarladığı konuşmasına başladı. Žižek, göstericilere sunduğu Radikalizm 101 semineri kapsamında önce aşağıdaki konuşmayı yaptı, sonra da pek çok konuya hızlı hızlı değindi. Konuşma, herhangi bir ses sistemi olmadan, Žižek’in etrafındakilerin, filozofun sözlerini yüksek sesle tekrarlaması yoluyla kalabalıklarla buluştu. Bu biyolojik ses sistemi oldukça hoş bir görüntü ortaya koyduysa da, hem etraftan gelen gürültü, hem de Žižek’in oldukça aksanlı İngilizce’si, durumu biraz zorlaştırdı. Konuşmanın tam metnini oluşturabilmek adına pek çok kişi kafa kafaya verdiyse de hala anlaşılamayan noktalar olduğunu belirtelim.

Žižek göstericilere şunları söyledi:

2008’deki finansal çöküş, insanların binbir zorlukla edindiği varlıklarına öyle bir darbe vurdu ki, bu meydanı dolduran bizler haftalar boyunca gece gündüz demeden uğraşsak, buna denk bir hasara yol açamazdık. Bizleri hayalci olmakla itham ediyorlar. Asıl hayalci olan, işlerin böylesi bir belirsizlik içerisinde sürüp gidebileceğine inananlardır. Bizler hayalci değiliz. Bilakis, kâbusa dönen hayallerimizden uyanmaktayız. Hiçbir şeyi yok ettiğimiz yok. Yalnızca düzenin kendi kendini yok edişine tanıklık ediyoruz.

Çizgi filmin meşhur sahnesini hepimiz biliriz; çakal uçurumun kenarına varır fakat yürümeye devam eder. Ayaklarının altında hiçbir şey olmadığının farkında değildir bile. Ancak aşağıya bakıp durumu idrak etmesiyle birlikte düşmeye başlar. Yaptığımız şey tam da budur. Wall Street’teki beyefendilere diyoruz ki, “Hey siz, aşağı bakın!”

2011’in Nisan ayında Çin yönetimi, alternatif gerçeklik ve zaman yolculuğuna yer veren her türlü televizyon, sinema ve yazın eserini yasakladı. Çin için iyiye işaret, demek ki insanlar farklı seçeneklerin hayalini hala kurabiliyorlar. O halde yasaklanmalı. Bu tip yasaklar bizler için ise geçerli değil. Zira süregelen düzen, hayal kurma becerimizi bile baskılamış vaziyette. Devamlı izlediğimiz filmleri düşünün. Dünyanın sonunu hayal etmek kolaydır, bir meteor gelir ve dünya üzerindeki tüm yaşamı yok eder, falan filan. Ama kapitalizmin nihayete erişini düşleyemezsiniz. O halde burada ne halt ediyoruz? Gelin sizlere komünizm zamanından kalma harika bir fıkra anlatayım.

Herifin biri çalışması için Doğu Almanya’dan Sibirya’ya gönderilmiş. Adam mektuplarının incelenep ve sansürlenebileceğinden emin, arkadaşlarıyla bir anlaşma yapmış. Onlara şöyle demiş: “Yalnızca bizim anlayabileceğimiz gizli bir kod belirleyelim. Eğer size gönderdiğim mektup mavi mürekkeple yazılmışsa, yazdıklarımın doğruluğundan emin olabilirsiniz. Yok, eğer kırmızı mürekkeple kullanmışsam bilin ki yalan söylüyorum.” Aradan bir ay geçer ve arkadaşları ilk mektubu alır. Mektubun tümü mavi mürekkeple kaleme alınmıştır: “Buradaki her şey harika. Dükkanlar ağzına kadar yemekle dolu. Sinemalarda en güzel filmler oynuyor. Evler ise geniş ve son derece lüks. Bulamadığım tek şey kırmızı mürekkep.”

Bizler de hayatlarımızı böyle sürdürüyoruz. Dilediğimiz bütün özgürlüklere sahibiz. Tek eksiğimiz ise kırmızı mürekkep. Özgür olmadığımız gerçeğini vurgulayacak lehçeden yoksunuz. Özgürlük, savaş ve terör hakkında yalnızca bize öğretilenleri dillendiriyoruz ve bu da özgürlüğümüzün sahteliğini ortaya çıkartıyor. Sizler burada önemli bir şey yapıyorsunuz, kırmızı mürekkepi bizlere takdim ediyorsunuz.

Bizleri bekleyen bir de tehlike var. Yaptığınız işin büyüsüne kapılmayın. Burada iyi vakit geçirdiğimiz muhakkak. Ama unutmayın, eğlenceli zamanlar çabuk geçer. Önemli olan eğlenceden sonra gelen gündür, yani sıradan hayatlarımıza geri döneceğimiz gün. O gün geldiğimizde hayatlarımız değişmiş olacak mı? İleride bu günlere bakıp “gençliğimizde her şey ne kadar da güzeldi” diye iç çekmenizi istemiyorum. En temel mesajımızı aklınızdan çıkarmayın: Farklı alternatifleri düşünmemize izin vardır. Yasak artık geçerliliğini yitirmiştir.

Her şeyin mükemmel olduğu bir dünyada yaşamıyoruz. Daha önümüzde uzun bir yol var. Cevap bekleyen pek çok zor soruyla karşı karşıyayız. Neyi istemediğimizi biliyoruz. Peki istediğimiz şey nedir? Nasıl bir toplumsal düzen kapitalizmin yerini alabilir? Ne tip liderler arzuluyoruz?

Unutmayın, sorun yozlaşma veya aç gözlülük değildir. Sorun, sizi pes etmeye zorlayan düzenin kendisidir. Düşmanlarınızın ayırdında olduğunuz kadar, sizi düzenle uzlaştırmaya çabalayan sahte dostlarınıza karşı da tetikte olun. Nasıl ki kahve kafeinden arındırılıyor, alkolsüz bira üretiliyor, yağ içermeyen dondurma yapılıyorsa, burada olup biten de zarasız, basit bir gösteriye çevrilmek istenecektir, kafeinsizleştirilmeye çalışılacaktır. Niye burada olduğumuzu unutmamalıyız; emek sömürüsü ve işkence dışarıdan tedarik edilirken, ve hatta özel yaşamlarımızın özneleri için bile kimi şirketlerce uluslar arası bir piyasa yaratılırken, vicdanımızı yatıştırmak için kaynakların yalnızca yüzde 1’ini aç çocuklara ayrıldığı bir dünyaya tahammülümüz kalmamıştır.*

Şimdi anlıyoruz ki, upuzun bir zaman boyunca siyasi angajmanlarımız da bizim adımıza başkalarına havale edildi. Artık kendimizin olanı geri istiyoruz. Bizler komünist değiliz. Eğer komünizmden anladığımız 1990’da çöken sistemse, o zamanki komünistlerin bugünün en azılı kapitalistleri haline geldiğini belirtmek isterim. Bugün Çin’de süregelen, demokrasiye ihtiyaç dahi duymayan kapitalist düzen, sizin Amerikan kapitalizminizden çok daha dinamik bir vaziyettedir. O halde, kapitalizme eleştiri getirdiğinizde, size anti demokrat damgası vurulmasına izin vermemelisiniz. Kapitalizmin demokrasiyle olan evliliği resmen sona ermiştir.

Değişim mümkün. Peki günümüzde mümkün olarak tarif edilenler nelerdir? Basına şöyle bir bakmanız yeterli olacaktır. İş teknolojiye ve cinselliğe geldiğinde her şeyin mümkünmüş gibi gözüktüğünü göreceksiniz. Ay’a seyahat edebilirsiniz. Biyogenetik bilimi sayesinde ölümsüz olabilirsiniz. Canınızın neyle isterse, hayvanlarla bile seks yapabilirsiniz. Bir de topluma ve ekonomiye göz atalım. Neredeyse her şeyin imkansız olduğunu göreceksiniz. Zenginlerden birazcık olsun daha fazla vergi alınmasını istersiniz, cevap bellidir: “Yoo! Rekabet gücümüzü yitirebiliriz.” Sağlık güvencesi için daha fazla kaynak ayrılmasını talep edersiniz, yine imkansız bir istekte bulunmuşsunuzdur. Bunun totaliter rejimlere özgü bir durum olduğunu söylerler. Bir şeylerde yanlışlık var gibi; size ölümsüzlük vaat edilmişti ama sağlık güvenceniz için ufacık bir masraftan bile kaçınılıyor.

Belki de önceliklerimizi daha açık bir biçimde ortaya koymalıyız. Yüksek standartlarda yaşamayı değil, hayatlarımızı daha iyi şartlarda sürdürmek istiyoruz. Komünizmle tek ortak yönümüz, ortak miras konusundaki hassasiyetimizdir. Doğanın ortak varlıkları, fikir hakları adı altında özelleştirilen varlıklar, biyogenetik varlık ve diğerleri. Yalnızca ama yalnızca bu uğurda mücadele etmeliyiz.

Komünizm mutlak bir biçimde başarısızlığa uğradı. Fakat ortak miras sorunu hala önümüzde durmakta. Burada toplanan sizlerin, Amerikalılar’ı temsil etmediğiniz söyleniyor. Kendini “gerçek Amerikalı” addeden köktenci muhafazakarlara hatırlatılması gereken bir şey var. Hristiyanlık nedir? Kutsal Ruh’tur. Peki Kutsal Ruh nedir? Üyelerinin birbirine sevgi bağıyla bağlandığı, özgürlükleri ve sorumluluklarından başka hiçbir şeye sahip olmayan, eşitlikçi bir toplumdan başka bir şey değildir. O halde şöyle diyebiliriz, Kutsal Ruh şu anda buradadır. Aşağıda, Wall Street’i mesken tutanlar ise sahte ilahlara tapan putperestlerdir. Öyleyse ihtiyacımız olan tek şey sabırdır. Yalnızca, zamanı gelip de buradan ayrıldıktan sonra, hayatlarımızda hiçbir şeyi değiştirememiş olup da, her yıl bir araya gelip biralarımızı yudumlarken burada geçirdiğimiz güzel zamanları yad etmekten korkarım. Bunun böyle olmayacağına dair kendimize söz verelim.

İnsanlar çoğu zaman bir şeyi arzu eder, fakat gerçekten istemezler. Gerçekten arzuladığınız şeyleri istemekten çekinmeyin. Çok teşekkürler!

* Burada anlaşılamayan çok fazla şey olduğu için, en manalı cümleyi kurdum diyebilirim. Kusura bakmayın.

Çeviren: Doğu Eroğlu