İlk yayın: 20 Ekim 2011 @ homoinsurrectus.com

Wall Street İşgali’nin yayın organı Occupied Wall Street Journal’ı Türkçe olarak yayınlamaya devam ediyoruz. Gazete, bu sayısında ABD’nin dört tarafındaki işgallerle ilgili bilgiler veriyor.

Naomi Klein’ın işgalcilere yaptığı konuşmadan da bir bölümü okurlarına sunan gazetenin Türkçeye çevrilmesinde emek harcayan kişiler ise şöyle:

  • Cankız Çevik: Eylem ve Pragmatizm, Liseler ve Üniversiteler İşgale Yürüyor
  • Bayça Açıkalın : Özgürlük Meydanı’nın Manası
  • G. Dora Göksal : Örgütlü Emek Ayağa Kalkıyor, Editör’den, Dayanışma İlkeleri
  • Fatma Bilgen Şalap : İlk Defa Buluşmak, yeniden…
  • Kutlu Tunca : İsyan Bitmeyecek (Sol Küre)
  • Mithat Fabian Sözmen : Dünyanın En Önemli Şeyi (Evrensel)
  • Seda Şen : ParaBabası
  • Doğu Eroğlu : Diğer metinler ve çeviri editörlüğü

Not: Çevirilerini Türkçe versiyonda kullanmamıza izin veren Kutlu Tunca ve Mithat Fabian Sözmen’e teşekkürler.


Örgütlü Emek Ayağa Kalkıyor

Çeviri: Dora Göksal
Çeviri Editörü: Doğu Eroğlu
Yazının aslı: http://occupiedmedia.us/2011/10/organized-labor-stands-up/
Türkçe çevirisi:
http://occupiedmedia.us/tr/2011/10/orgutlu-emek-ayaga-kalkiyor/

New York’taki ve ABD’deki emek örgütleri ile sendikalar Wall Street İşgali’ni onayladıklarını, işgale ve %99 Hareketi’ne destek vermeyi sürdüreceklerini belirtiyorlar. Aşağıdaki metinler, işçi örgütlerinden gönderilen dayanışma mektuplarından alınmıştır:

Transport Workers Union Local 100 (Taşıt İşçileri Sendikası, TWA Local 100)

“TWA Local 100 olarak Wall Street’te, bir süredir içinde bulunduğumuz durumu dile getiren etkileyici gösteriler düzenleyen gençlerin cesaretini alkışlıyoruz: Devlet yetkililerince atılan müşterek fedakârlık söylevleri çıkmaz bir sokağa benziyor. Emekçiler ve sıradan vatandaşlar bütün fedakârlığı yapıyor olsalar da, ekonomiyi yerle bir eden sermayedarlar işin içinden sağ salim çıkıp hisselerini ve kâr paylarını arttırıyor. Genç nesil, işsizlik ve düşük maaşlı işlerden müteakip umutsuz bir gelecekle yüzleşiyor. Kamu çalışanları ise yüklü maaşlar talep eden ve kesintilerden nemalanan belediye başkanları ve valilerle karşı karşıya ya da toplu işten çıkarmalarla yüzleşmek durumunda. Bu bir pazarlık değil, düpedüz şantaj. Wall Street göstericilerini, onların eşitsizlikleri azaltma çabalarını ve her ABD’linin iyi bir işe, sağlık ve emeklilik güvencesine sahip olmasını destekliyoruz.”

Retail, Wholesale and Department Store Union (Toptan Perakende ve Mağaza Emekçileri Sendikası)

“Wall Street İşgali, dikkatleri reddedilmesi güç bir gerçeğin üzerine çekti: Şirketlerin aç gözlülüğü milyonlarca çalışan ve işsiz insanın hayatını mahvediyor. Az sayıda şirket, banka ve ortaklık, kolektif zenginlik ve varlığımıza eşdeğer trilyonları elinde tutuyor. Bu paralar büyük iş sahalarının yaratılmasına ve isthidam programlarına yatırılmalı ve onların pervasızlığı sonucu ortaya çıkan ekonomik durgunluktan zarar görmüş sayısız insan için kullanılmalı. Varlıklı %1’in uzun süredir yalan söylediğini anlayıp Wall Street’i işgal eden cesur erkek ve kadınlar, sesini duyuramamış %99’u temsil ediyor. Verdikleri mesaj tam da bu yüzden böylesine büyük bir etki yaratıyor. Onlar, ortaya koydukları açık tavırla, sadece aktivist ve sendikacıların değil, aynı zamanda milyonlarca sıradan insanın da dikkatini çekti: “Wall Street ekonomimize, demokrasimize ve yaşamlarımıza hükmedemez.”

National Nurses United (Ulusal Hemşire Birliği)

“170,000 kayıtlı hemşiresiyle ülkenin en büyük hemşire işçi sendikası olan Ulusal Hemşire Birliği, devam eden Wall Street İşgali gösteri ve toplantılarını destekliyor. Halkın acılarını, tam da yaratıldıkları yerde bütünüyle, avaz avaz haykıran öğrenciler, sendika üyeleri, din adamları ve diğer birçoklarınca ortaya konulan bağlılığı, anlayışı ve fedakârlığı alkışlıyoruz. Finans krizine sebep olan Wall Street’tir ve yarattıkları külfetin bize geri ödenmesine ilişkin talebi paylaşıyoruz. Hemşireler olarak bu mücadeledeki sloganımız bellidir: “Amerika’yı iyileştir. Wall Street’e ödet!”

Industrial Workers of the World (Dünya Endüstri İşçileri Birliği, IWW)

“IWW Genel Savunma Komitesi, Wall Street’i işgal etme cesaretini gösteren kardeşleri ile dayanışma içerisindedir. Bizler, New York polisinin zorbalığını, tacizini ve acımasızlığını kınıyor, bundan iğreniyoruz. Polisin bu tavrı Wall Street’in ve kapitalizmin gerçek doğasını açıkça ortaya koymaktadır. İnsanlığını muhafaza eden herkesi, rahatsızlıklarını dile getirenlerin acımasızca susturulması karşısında durarak işçi sınıfına destek vermeye çağırıyoruz. Kapitalizmin, küreselleşmenin ve borsanın bu istikrarsızlığından etkilenmeyenler, önceden hesaplanan bu ekonomik felaket sonucu emekçilerlerle aralarındaki uçurumun açılmasından faydalanarak daha çok zenginleşenlerdir. Birleşik Devletler ve dünya çapında bu işgalin ön saflarında yer tutan cesur yoldaşlarımızı, emekçileri destekliyoruz. Asıl işgalci güçlerin varlıklı üst sınıflar, onların kurumları ve bu gücü aldıkları Birleşik Devletler olduğunu iyi biliyoruz. Efendilerinin zenginliğini ve gücünü koruyan polis ve ordu kuvvetleri de en az efendileri kadar suçludurlar. Sokaklarımızla çalışma alanlarımızı sadece sınıf halinde birleşerek ve direnerek geri alabiliriz.”

American Federation of State County and Municipal Employees (Amerika Eyalet, İlçe ve Belediye Emekçileri Federasyonu), AFL-CIO (AFSCME)

“Wall Street’e açık bir mesaj iletiliyor: İlk öncelik, CEO’ların ya da onların kukla siyasetçilerinin güçlerine güç katmak değil hayatlarımızı onlardan arındırarak yeniden inşa etmek olmalıdır. Wall Street’in aç gözlülüğünü protesto edenlerle birlikteyiz. Yaşamları mahveden, işleri ortadan kaldıran ve milyonlarca Amerikalı’yı evsiz ve umutsuz bırakan, geleceğimizle oynayan bankalardır. Onların pervasız kâr arayışlarıyla emekçi sınıfların tüketimi üzerine kurdukları Amerikan rüyası sona ermiştir.”

Laborers’ International Union of North America (Kuzey Amerika Emekçilerinin Enternasyonel Birliği)

“Amerika’nın en değerli varlığı Wall Street değil, emekçileridir. Ancak bugün bu ülkede milyonlarca emekçi işlerinden, evlerinden umutlarından ve hayallerinden yoksun bırakılmış durumdadır. Tüm bunlar olurken, şirketler rekor kârlılık oranları yakalamakta, bunların arasından en kazançlı çıkanları da vergi ödemeyen ve işçi sınıfı ile orta sınıfların varlığını kendine aktaranlardır. Bu ekonomik krize Wall Street neden oldu ama şirketler bunu emekçi sınıflara ödetmeye çalışmakta. Bu saldırıyı geri püskürtmenin tek yolu, sendikaları ve Wall Street İşgali gibi hareketleri güçlendirmekte yatıyor.”

Amalgamated Transit Union (Birleşik Ulaşım Emekçileri Sendikası, ATU)

“Bu genç insanlar, emekçilerin sırtından geçinen bankacılardan ve borsacılardan bıkmış, kocaman bir Amerikan nüfusu adına konuşuyor. Sendika üyelerimiz rekor ücret artışları ve hizmet kesintilerini ödemek zorunda bırakıldı. Yoksul insanlar kazançlarını yitirip, milyonlar yoksullaşırken bizden ne cüretle onların üstüne titrememizi bekliyorlar? Sendikamız ülke çapında benzer işgal eylemleri düzenleyerek desteğini arttırmayı tasarlıyor.”

United Steelworkers (Birleşik Çelik İşçileri)

“1.2 milyon aktif ve emekli üyesiyle Kuzey Amerika’nın en büyük sanayi sendikası olan Birleşik Çelik İşçileri, Wall Street İşgali ile dayanışma içindedir ve hareketi şiddetle desteklemektedir. Üç haftadır New York’ta gece gündüz gösteriler yapan, çoğu işsiz gençlerden oluşan bu cesur kadın ve erkekler, dünyamızdaki birçokları adına konuşuyor. Bizler, şirketlerin aç gözlülüğü, yolsuzlukları ve küstahlığından, bunların sonucu ortaya çıkan ve çok uzun zamandır süren sancılardan artık bıktık. Sendikamız halk (Main Street) yerine Wall Street’i yükselten finans liderlerine karşı ayağa kalkmış ve onlarla mücadele etmektedir. Küresel ekonominin, sırf ayrıcalıklı azınlık kendileri hariç herkesin emeğinden para kazansın diye, emekçiler, onların aileleri, çevre ve geleceğimizi feda etmesinden doğan yıkıma en başından beri tanığız.”


İsyan Bitmeyecek

Chris Hedges
Çeviri:
Kutlu Tunca
Çeviri Editörü: Doğu Eroğlu
Yazının aslı: http://occupiedmedia.us/2011/10/this-rebellion-will-not-stop/
Türkçe çevirisi:
http://occupiedmedia.us/tr/2011/10/isyan-bitmeyecek/

Zuccoti Park’ın etrafındaki gökdelenlerde parayla ve insan hayatlarıyla oynayan, talepleriyle politik sınıfı, basını ve adli sistemi atlatan, kâr için ekosistemi yıkıma uğratan, kumar ve spekülasyon amacıyla ABD Hazinesi’nin içini boşaltan finansal derebeyleri, üç hafta önce aşağıdaki sokakta toplanan ilk eylemcileri öyle pek de umarsamamıştı.

Seçkinler kendi alanları dışındaki herkesi kenarda ve görünmez görür. Chicago tiyatro kooperatifinde çalışan ve faturalarını garsonluk yaparak ödeyen Ketchup adındanki genç kadının muktedirler için ne önemi olabilirdi ki? O ve Zucotti Park’taki diğer insanlar onlarla nasıl baş edebilirdi? Güç sahibi olmayanlar güçlüler için nasıl bir tehlike arzedebilir ki? Geçtiğimiz hafta J.P. Morgan’ın New York Polis Vakfı’na bahşettiği 4.6 milyon dolar örneğinde olduğu gibi, kendi para teknelerine güvenenler daima güç ve güvenlik satın alabilir. Piyasa putları önünde diz çöken, kendini beğenmişlikleriyle kör olmuş, başka insanların acıları karşısında vurdumduymaz, dizginsiz bir açgözlülük ve ayrıcalıkla davul gibi şişmiş tüm patronlara kibrin budalalığı öğretilmek üzereydi.

Şu anda, işgal hareketi başladığından bu yana geçen üç hafta sonrasında bile seçkinler ve onların basındaki sözcüleri ne istediğimiz konusunda kafa patlatmaya devam ediyor. ”Talepler listesi nerede? Neden önümüze belirli amaçlar koymuyorlar? Ne istediklerini niçin dile getirmiyorlar?”

Oysa bizim için amaç çok açık. O tek bir sözcükle dile getirilebilir: İSYAN. Sistem dahilinde bir iş yapmaya girişmedik. Seçim reformu için Kongre’ye yalvarmıyoruz. Seçim politikasının maskaralık olduğunu biliyoruz. Duyulmanın ve yetki kullanmanın bir başka yolunu bulduk. Mevcut politik sisteme ve iki büyük partiye güvenmiyoruz. Kurumsal basının sesimizi yükseltmeyeceğini biliyoruz ve bu nedenle kendi basınımıza sahibiz. Ekonominin oligarklara hizmet ettiğini biliyoruz. Bu protestonun hayatta kalması için herkesi önemseyen hiyerarşisiz komünal sistemler inşa etmek zorunda olacağımızı biliyoruz.

Bunlar iktidar seçkinlerinin anlayamayacağı amaçlardır. Onlar hayatlarımızdan sorumlu olmayacakları bir günü tasavvur edemez. Bizleri küreselleşmenin ve pervasız kapitalizmin doğal birer yasa, asla değiştirilemez sürekli ve sonsuz bir dinamik olduğuna inandırmak istiyorlar. Anlayamadıkları ise şu: Kurumsal devlet feshedilinceye kadar bu isyan bitmeyecek. Yoksulların, işçi sınıfının, yaşlıların, hastaların, çocukların, emperyal savaşlarımızda katledilen ya da karanlık mevkilerimizde işkence edilenlerin kurumsal suistimali sona erinceye kadar isyan bitmeyecek. Öğrencilerin eğitim görmek için artık büyük borçların altına girmeleri, ailelerin hastane faturalarını ödemek için iflasa sürüklenmeleri gerekmeyinceye kadar isyan bitmeyecek. Ekosistemin kurumsal yıkımı engelleninceye, ilişkilerimiz ve tüm gezegen yeniden şekilleninceye kadar isyan bitmeyecek.

Ve bu nedenle seçkinler ve onların ayakta tuttuğu bu çürümüş ve yozlaşmış kurumsal iktidar sistemi ciddi biçimde sorunludur. Tam da bu nedenle taleplerimizin ne olduğunu sormaya devam ediyorlar. Sağırlar, budalalar ve körler.


ParaBabası!

Wasalu “Lupe Fiasco” Jaco
Çeviri:
Seda Şen
Çeviri Editörü: Doğu Eroğlu
Yazının aslı: http://occupiedmedia.us/2011/10/money-man/
Türkçe çevirisi:
http://occupiedmedia.us/tr/2011/10/moneyman-2/

Şşştt! ParaBabası, kalabalık dışarıda.
Geçmiş, gelecek ve şu an dışarıda.
Öğretmenler ve aşçılar ve okulu bırakanlar da. Sokaktan
gelen haberlere bakılırsa seni arıyorlar…

Şşştt! ParaBabası soruyorlar sana maç kaç-kaç?
Kasapta ne kadar kan döktün? Rakamlar
yükseliyor ama nereye? Kalabalık dışarda
ve seni soruyorlar…

Şşştt! ParaBabası ParaBabası telefonda belediye başkanı.
Soruyor tüm o insanlar evlerine dağıldı mı.
O analar ve babalar ve öğrenciler ve aşçılar.
O öğretmenler ve hocalar, bir saniye bakayım…

Şşştt! ParaBabası ParaBabası çadırlar hala ayakta, şarkılar hala söylenmekte ve kahve bardaklarında. Akşam çöküyor ve
güneş batıyor ama ortalıkta hala iyi insanlar bekliyor…
Gözler açık ve sesleri gür. Beyaz ve siyah ve renksiz gurur.
Pankartlar büyük ve gülümsemeler aydınlık. Allah için, bence
korkunç bir gece olacak!

Şşştt! ParaBabası zavallı ParaBabası kaçmalısın arka kapıdan.
Çünkü aç gözlülüğün insanları sana saldırtan. Ne bombalar
ne mermiler ne taşlar ne de silahlar. Sadece hashtagler ve
avazı çıktığı kadar bağıran sesler! Ve ParaBabası ParaBabası
araca ihtiyacım olmayacak. Ama eğer senin bana ihtiyacın olursa…

Bulabilirsin beni dışarıda.


Özgürlük Meydanı’nın Manası

Rebecca Manski (B. R. Manski ve Rizzo’nun katkılarıyla)
Çeviri:
Bayça Açıkalın
Çeviri Editörü: Doğu Eroğlu
Yazının aslı: http://occupiedmedia.us/2011/10/what-liberty-square-means-the-progress-of-revolutions/
Türkçe çevirisi: http://occupiedmedia.us/tr/2011/10/ozgurluk-meydani%E2%80%99nin-manasi-devrimlerin-gelisimi/

Devrimlerin Gelişimi

New Yorklular bundan bir yıl önce, ilericilerin kalesi sayılan Wisconsin eyaletindeki seçmenlerin, ilerici geleneğin temsilcisi Russ Feingold yerine, Çay Partisi Hareketi’nin milyoner adayını desteklemesiyle dehşete düştü. Böylelikle eyaletin başkenti kendini Çay Partisi Hareketi’ne (ABD tarihindeki Tea Party hadisesine referansta bulunan muhafazakar siyasi oluşum) destek veren cumhuriyetçilerin eline geçti. Seçimin beraberinde getirdiği değişim, aylar içinde iyice belirginleşti. Vali Scott Walker, kişilerin örgütlenme, toplu sözleşme yapma, temel sağlık hizmetlerinden yararlanma, gıda, barınma, nitelikli eğitime ulaşma ve hatta oy kullanma haklarına karşı yoğun bir saldırıya girişti.

Walker ve yandaşları, siyasal düzenin hiçbir ihtiyaca cevap vermemesiyle birlikte kendini dışlanmış hisseden binlerce genç ve yoksul seçmenin sandığa gitmemesi sonucu iş başına gelmişti. Eyaletteki seçimlere katılım oranı, 2008 yılında rekor kırmış, inanılmaz rakamlar yakalanmıştı. 2010 yılında ise, Obama yönetiminin ve Kongre’deki demokratların savaşı sona erdirme başarısını gösteremeyişleri ve Amerika’nın genç ve yoksullarına yeni bir umut aşılayamamaları sebebiyle Wisconsin’deki eyaletler sandığa gitmemeyi tercih ettiler. Böylece Walker yönetime geldi, aradan geçen sürede ise yoksulların mahvı pahasına elindeki gücü gittikçe artırdı.

Günümüz siyaseti, aşırı sağcılar ve Demokratlar arasında süregelen çatışmalar etrafında şekillenmekte. Bazıları, Wisconsinliler’in hak ettiklerini bulduklarını söyleyecek kadar ileri gidiyor. Ancak, İlerici Parti’nin doğumuna ev sahipliyi yapan eyalet, seçimlerde Çay Partisi’ne verdiği destekle kamuoyunu şaşırttıysa da, onlara ilk ve en sert tepkiyi veren de yine Wisconsin oldu.

Çay Partisi hareketinin kurumsal finansörleri Amerikan Devrimi’ne ve Bağımsızlık Savaşı’na atıfta bulunuyorlarsa da, gerçekte yaptıkları ise devrim çağrısında bulunmak değil. Tam tersine, ilerici olmayan, reaksiyoner bir ideolojiyi temsil ediyorlar. Geçmişe dönmek istiyorlar. Bağımsızlık Savaşı’ndan, Birleşik Devletler’in kurucularından bahsettiklerinde, genellikle köleliğin sona ermediği, sendikaların hukuki statü kazanmadığı, kadınların kanunlar karşısında tanınmadığı, medeni hakların olmadığı, ekolojist hareketin başlamamış olduğu bir dönemden bahsediyorlar. Aslına bakılırsa, Çay Partisi hareketi de dahil olmak üzere, tüm siyasi erk Boston Çay Partisi olayından önceye, yalnızca elitlerin oy kullanabildiği zamana geri dönmek istiyorlar.

Peki Wall Street İşgali hareketini, sol cenahın çağdaş Çay Parti Hareketi’ne verdiği yanıt haline getiren şey nedir?

Özgürlük Ağacı’ndan Özgürlük Meydanı’na

İşçiler Wall Street’te her gün yürüyüşler düzenlerken, 17 ve 18’inci yüzyıllardaki kölelik döneminde ölen Afrikalılar’ın gömülü olduğu alandan geçiyorlar ve farkına bile varmadan tarihin çeşitli katmanlarına temas ediyorlar. Gelin 21’inci yüzyıla yeni bir katman ekleyelim.

21’inci yüzyılın Özgürlük Ağacı, Özgürlük Meydanı’dır (Liberty Plaza). Durumu daha somut hale getirmek için hatırlatmakta fayda var: İlk Amerikan Devrimi’nin gerçekleştiği günlerde, insanlar sıkıntılarını dile getirmek ve kolektif çözümler yaratmak için Boston Common Parkı’nın içerisindeki Özgürlük Ağacı’nda toplanırlardı. Amerikan demokrasisi dediğimiz şey işte böyle başladı. Bugün, bu demokratik uygulamaya Özgürlük Meydanı’nda tekrar sahip çıkıyoruz.

Lisedeki tarih kitaplarımızda görmezden gelinse de, Amerikan Devrimi, farklı sosyal sınıflardan, etnisite, cinsiyet ve ırktan gelenlerce gerçekleştirilmişti. Aralarında Crispus Attucks’un da olduğu emekçi sınıflardan radikaller Boston limanlarında çalışırken, Paul ve Rachel Revere gibi zanaatkarlar, John ve Sam Adams gibi avukatlar hep birlikte emek sarfediyorlardı. Özgürlük Ağacı, aralarında hiçbir bağ bulunmayan bütün bu insanları ortak bir amaç uğruna bir araya getiriyordu.

Amerikan tarihinde, çokuluslu bir kuruma (East India Company, İngiliz Doğu Hindistan Ticaret Şirketi) yapılan en büyük karşı saldırı, Özgürlük Ağacı’ndaki bir toplantıyla başlamıştır. Günümüzde bu hadiseyi Boston Çay Partisi ismiyle anıyoruz.

Tutkulu ve ilerici

Wall Street’i işgal eden bizler, medya tarafından çağdaş Çay Partisi Hareketi’yle kıyaslanıyoruz. Acaba bu, onların da, bizim de oldukça hırslı görünüyor olmamızdan mı ileri geliyor? Yoksa iki grubun da “devrim” diskurunu sahiplenmesinden ötürü mü? İnanç ve tutku bundan böyle Çay Partisi Hareketi’nin tekeli altına mı alındı? Tutkuyla Amerikan Devrimi’ne vurgu yapan herkes, Çay Partisi’yle ilişkilendirilme endişesiyle mi yaşayacak? Kimileri Özgürlük Meydanı’ndaki şiddet içermeyen doğrudan eylem yöntemlerinden ötürü endişeye kapıldı. Bazilari, şiddetsiz doğrudan hareketin Özgürlük Meydanı’ndan alınıyor olmasından korkuyor. İlerleme çağrısında bulunurken, kabalaşmaktan, yıkıcı davranmaktan, kısaca Çay Partisi Hareketi’nin uç fanatikleri gibi gözükmekten korkuyorlar.

Özgürlük Meydanı’ndakilerin birçoğu da, 1776 devrimlerinde gösterilen gayretleri önemli buluyor ve şükranla anıyoruz. Öyle görünüyor ki, iki taraf da devrimci lafları ağzından düşürmüyor. Yine de bizi çağdaş Çay Partisi takipçilerinden ayıran büyük bir fark var; bizim”devrim” diye nitelendirdiğimiz şey, çok sayıda devrimin bir bileşkesinden oluşuyor: Köleliğin kaldırılması, işçilerin eşit haklara kavuşması, kadın hakları hareketi, yurttaşlık haklarının sağlanması, feminist ve eşcinsel özgürlük hareketi, çevre mücadelesi gibi alanlar, devrimci mirasımızın parçaları. Bu ülkedeki hak arayışını yükseltmekten, eşit sosyal ve ekonomik haklar, ırk ve cinsiyet ayrımcılığının son bulması için mücadele eden bütün hareketleri ilerletmekten ötürü büyük gurur duyuyoruz.

Biz ülkemizi, bu alanlardaki ilerleciliğinden ötürü seviyoruz. Bu yönlerde daha da ilerleyeceğimize inanıyoruz. Çay partisi yalnızca geçmişe bakabilir. Biz tarihin akışıyla, geleceğe bakarak hareket ediyoruz.


Dünyanın En Önemli Şeyi

Naomi Klein
Özgürlük Meydanı’nda 6 Ekim’de yaptığı konuşmadan alınmıştır.
Çeviri: Mithat Fabian Sözmen (Evrensel Gazetesi’nden alınmıştır)
Çeviri Editörü: Doğu Eroğlu
Yazının aslı: http://occupiedmedia.us/2011/10/the-most-important-thing-in-the-world/
Türkçe çevirisi:
http://occupiedmedia.us/tr/2011/10/dunyanin-en-onemli-seyi/

Eğer bildiğim bir şey varsa o da yüzde 1’lik kesimin krizleri sevdiğidir. Yüzde 1 için sermaye yanlısı dilek listelerini kabul ettirmenin en ideal zamanı insanların paniklediği, çaresiz kaldığı ve ne yapacaklarını bilemedikleri anlardır. Eğitimi ve sosyal sigortaları özelleştirme, kamu hizmetlerini yok etme, sermayenin üzerindeki son baskı kırıntılarından da kurtulma… Bunlar, ekonomik krizler sırasında tüm dünyada yaşanır.

Bu taktiği durdurabilecek yalnızca tek bir şey var. Ne şanslıyız ki, bu aynı zamanda çok büyük bir şey: Yüzde 99. Ve yüzde 99, Madison’dan Madrid’e sokaklara çıkarak “Hayır, sizin krizinizi biz ödemeyeceğiz” diyor.

Bu slogan 2008’de İtalya’da başladı. Oradan Yunanistan, Fransa ve İrlanda’ya sızdı ve nihayet krizin tam başladığı yere ulaştı.

Televizyondaki şaşkın uzmanlar, “Niye protesto ediyorlar?” diye sorarken dünyanın geri kalanı, “Neden bu kadar geç kaldınız?”, “Ne zaman ortaya çıkacağınızı merak ediyorduk” diye soruyor ve en çok da “Merhaba” diyorlar.

Pek çok insan Wall Street’i işgal hareketiyle, sözde küreselleşme karşıtı protestoların dünyanın dikkatini çektiği 1999’daki Seattle eylemleri arasında paralellikler kuruyor. Bu, gençliğin başını çektiği, küresel, antimerkeziyetçi bir hareketin sermayeyi direk hedef aldığı son eylemdi. Ve ‘hareketlerin hareketi’ olarak adlandırdığımız bu eylemlere katıldığım için gururluyum.

Ama önemli farklılıklar da var. Mesela biz zirveleri hedef alıyorduk: Dünya Ticaret Örgütü, IMF, G8. Zirveler yapıları itibariyle geçicidir, sadece bir hafta sürerler. Bu bizi de geçici hale getiriyordu. Ortaya çıkardık, dünya manşetlerini süsler sonra kaybolurduk. Ve 11 Eylül sonrasının aşırı “vatansever” ve militarist ortamında bizi, en azından Kuzey Amerika’da tamamen ortadan kaldırmak kolay olmuştu.

Öte yandan Wall Street işgal hareketi kendine sabit ve kalıcı bir hedef seçti. Böylece kendisinin eylem alanındaki varlığını belli bir tarihle sınırlamadı. Akıllıca. Yalnızca bir yerde sabit kalırsanız, orada kök salabilirsiniz. Bu çok önemli bir noktadır. Bilgi çağının ortaya çıkardığı bir gerçek şu ki pek çok hareket güzel bir çiçek gibi hızlıca açtı ama aynı hızla da soldu. Sebebi, köklerinin olmayışı ve hareketin sürdürülebilirliğini sağlayacak uzun soluklu planlarının olmayışıydı. Gelen ilk fırtınada yok olup gittiler.

Yatay ve derinlemesine demokratik yapıya sahip olmak harikadır. Ama bu ilkeler, sıkı çalışma ve önümüzdeki fırtınaları dindirebilecek kadar dayanıklı yapı ve kurumlarla uyumludur. Bunun gerçekleşeceğine dair büyük bir inancım var.

Bu hareketin doğru yaptığı başka bir şey de şiddete başvurmama konusunda gösterdikleri kararlılık. Medyanın yansıtmaya can attığı, kırık cam ve sokak kavgaları fotoğraflarını vermeyi reddettiniz. Ve bu muazzam disiplin, bir kez daha bu tip olaylarda asıl sorumlunun polisin utanç verici ve sebepsiz acımasızlığı olduğunu kanıtladı. Daha dün burada yaşananlara tanık olduğumuz gibi… Bu sırada harekete olan destek de gün geçtikçe artıyor.

Fakat bu hareketle 1999’un en büyük farkı şu ki, biz, kapitalizmi çılgın bir ekonomik büyüme dönemindeyken hedef almıştık. İşsizlik düşüktü, hisse senedi portföyleri şişkindi. Medya, kolay kazanılan parayla sarhoş olmuştu. O dönemde her şey sermayenin yükselişiyle ilgiliydi, çöküşüyle değil.

Biz çılgınlığın arkasındaki kuralsızlaştırmanın bir karşılığı olacağına dikkat çekmiştik. Bu aşırılık emeğe ve çevreye zararlıydı. Şirketler hükümetlerden daha güçlü hale geliyordu ve demokrasileri tahrip ediyordu. Fakat dürüst olmak gerekirse, sistem iyi gider gibi gözükürken özellikle de zengin ülkelerde açgözlü ekonomik sistemi hedef alan hareketlerin inandırıcılığı azdı.

10 yıl sonra artık ortada zengin ülke kalmamış gibi gözüküyor. Sadece bir ton zengin insan var. Kamu refahını sömürerek ve doğal kaynakları tüketerek zengin olan insanlar…

Bugün herkes sistemin derin adaletsizliğini ve kontrolden çıktığını görebilir. Dizginsiz açgözlülük küresel ekonomiyi mahvetti ve doğayı da yok ediyor. Okyanuslarımızda aşırı balık avlıyoruz, derin sondajlarla suyumuzu kirletiyoruz, Alberta’da olduğu gibi enerjinin en kirli biçimlerine dönüyoruz. Ve atmosfer ona yüklediğimiz derecede fazla karbonu kaldıramayarak tehlikeli bir ısınma yaratıyor. Ekonomik ve ekolojik felaketler serisi günümüzün yeni normali haline geldi.

Bunlar ortadaki gerçekler. O kadar apaçıklar ki, 1999’dakine göre halkın bu sorunlara bağlanmasını sağlamak çok daha kolay ve bu da hareketi daha hızlı örmeye yardım ediyor.

Hepimiz dünyanın tepetaklak halde olduğunu biliyoruz ya da en azından hissediyoruz: Aslında fosil yakıt ve bunun emisyonunu kaldıracak atmosfer boşluğunun bir sonu olmasına rağmen, sonsuzmuş gibi davranıyoruz. Ve ihtiyaç duyduğumuz toplumu yaratmak için finansal kaynaklar son derece bol olmasına karşılık, katı ve değişmez sınırları varmış gibi davranıyoruz.

Günümüzün görevi bu gidişatı tersine çevirmek, bu sahte kıtlığa meydan okumaktır. Makul, kapsayıcı bir toplum kurabileceğimizde ısrar etmeli ama aynı zamanda dünyanın sahip olduğu gerçek limitlere de saygı göstermeliyiz.

İklim değişikliği bu görevi yapmamız için belli bir zaman sınırı olduğunu bize gösteriyor. Bu sefer hareketimiz dikkatini dağıtamaz, bölünemez ya da yok edilemez. Bu sefer başarmalıyız. Ve sadece bankaları düzenlemekten ve zengin üzerindeki vergileri arttırmaktan -onlar da önemli olsa da- bahsetmiyorum.

Toplumumuza hakim olan değerleri değiştirmekten bahsediyorum. Bu, tek bir medya dostu talebe indirilmesi zor bir şey ve nasıl yapılacağını bulmak da kolay değil. Fakat zor olması aciliyetini de arttırıyor.

Bu meydanda gerçekleştiğini gördüğüm şey de bu. Birbirinize yardımcı oluşunuz, birbirinizi sıcak tutuşunuz, bilgilerinizi serbestçe paylaşmanız ve sağlık hizmeti sağlamanız vs. Buradaki favori dövizimde diyor ki, “Seni önemsiyorum.” İnsanlara, “Bırakın ölsünler” diyen, birbirleriyle iletişimden kaçındırmayı öğreten bir kültürde, bu hayli radikal bir söylem.

Gezegendeki en güçlü ekonomik ve siyasi güçlerle bir kavgaya giriştik. Bu korkutucu. Ve bu hareket büyüdükçe ve güçlendikçe daha da korkutucu hale gelecek. Daha küçük hedeflere –mesela yanınızda oturan kişi- kaymak gibi bir eğilimin her zaman olacağının farkında olmalısınız. Nihayetinde bu kazanılması daha kolay bir savaş olacaktır. Bu arzuya yenilmeyin. Zor durumdayken birbirinizi çağırmayın demiyorum size. Ama bu sefer, uzun yıllar boyunca sürecek bir mücadelede yan yana yer alacakmış gibi davranalım birbirimize. Çünkü önümüzdeki görev bizden en azından bunları talep edecek.

Gelin bu güzel harekete dünyanın en önemli şeyiymiş gibi davranalım. Çünkü gerçekten öyle.


İlk defa buluşmak, yeniden…

Amity Paye
Çeviri:
Bilgen Şalap
Çeviri Editörü: Doğu Eroğlu
Yazının aslı: http://occupiedmedia.us/2011/10/meeting-for-the-first-time-again/
Türkçe çevirisi:
http://occupiedmedia.us/tr/2011/10/ilk-defa-bulusmak-yeniden/

New York’un finans merkezinin işgal edildiği 3 haftalık süre boyunca, kentteki siyahi topluluğun bir çok üyesi, özellikle de yaşça büyük olanlar, işgal hareketin gençlerden oluşan ayrıcalıklı bir beyaz sınıfın tekelinde olduğunu hisseti ve katılma konusunda tereddüt yaşadı.

50’li yaşların ikinci yarısını süren siyahi gösterici Aaron hislerini “aynı şeyi çok uzun bir süredir kendi başımıza zaten yapıyorduk, beyaz çocukların durumu meşrulaştırmasına niçin ihtiyacımız olsun ki?” biçiminde dile getiriyor ve ekliyor: “Hareket, ancak kendi toplumumuzun, kendi insanlarımızın katılımıyla gerçekçi bir zemine oturabilir.”

Ancak Çarşamba günü Foley Meydanı’ndaki 30.000 kişilik miting ve Liberty Plaza’ya yapılan yürüyüş, gözle görülür değişiklikler içeriyordu.

NYU öğrencisi Michael “bugünkü mitingin karakteri gerçekten değişti. Bugün yaşça büyük bir çok siyahi insan da aramıza katıldı” diyor.

Onlarca yıldır, ekonomik ve sosyal adaletsizliklere karşı kendi içlerinde sürdürdükleri mücadeleden sonra, siyahilerin Wall Street İşgali’ne şüpheyle bakmaları, harekete mesafeli durmaları doğal karşılanabilir.

Brookylnli aktivist Callef Cousar, Amsterdam News’a “Biz daha önce de buradaydık. Daha önce de protestolar ve mitingler yaptık, toplantılar ve boykotlar düzenledik, bazılarımız için bunlar adeta alışkanlık haline geldi.” şeklinde konuştu. Cousar açıklamalarına şöyle devam etti: “Eğer şehrin merkezinde yaşıyorsanız bu kurumsal aç gözlülüğün etkilerine her an, her yerde rastlayabilirsiniz. Bu durumu şehre git gide daha seçkin bir yapı kazandırılmasında, polisin düşmanca tavırlarında ve kent hayatının giderlerindeki artışta gözleyebilirsiniz. Wall Street’teki gösterilerden çok önce, bizler temel haklarımız için şehrin göbeğinde mücadele ediyorduk.”

Çarşambadan bu yana gözle görülür en anlamlı değişiklik ise, Foley Meydanı’nını dolduran rengarenk Folay Meydanı’ndan çok-(ırklı)renkli simalar akarken, bir çok siyahinin, ayrımları geride bırakmaya ve ilkelerini koydukları bir uğraşı için dayanışma içinde olmaya hevesli olmalarıydı.

“Bu bir sınıf/kast savaşımıdır” diyor genç siyahi protestocu Steve: “Hangi ırktan olursa olsun, herkes aynı baskıyı hissediyor.”

New York Şehri Genel Meclisi’nde oluşturulan çalışma gruplarından biri olan People of Color’un hazırladığı doküman meseleyi en iyi şekilde yansıtıyor: “Gelin gerçekçi olalım. Ekonomik kriz Lehman Brothers’ın 2008’deki çöküşüyle başlamadı. İşin aslı, farklı renkten insanlar ve yoksullar bu ülkenin kuruluşundan beri krizin odağındaydılar, yerli topluluklar ise aynı sıkıntıyı ulusun doğuşundan beri yaşıyorlar. Bizler, bütün topluluklardan çıkan farklı sesleri etkin bir şekilde bir araya getirmeye çalışıyoruz.”

Öyle gözüküyor ki, ortaya çıkan bu yeni beraberlik duygusu, yapısal dönüşümü getirebilecek bir hareketi müjdeliyor.


Dayanışma İlkeleri

Çeviri: Dora Göksal
Çeviri Editörü: Doğu Eroğlu
Yazının aslı: http://occupiedmedia.us/2011/10/principles-of-solidarity/
Türkçe çevirisi:
http://occupiedmedia.us/tr/2011/10/dayanisma-ilkeleri/

Sıralanan “Dayanışma İlkeleri”, New York Şehri Genel Meclisi’nin demokratik aşamalarıyla gözden geçirilecek olup, “yaşayan bir belge” olarak ortaya konulmuştur.

17 Eylül 2011’de, ABD’nin dünyanın her köşesinden insan, ekonomik ve siyasi elitlerin derinleştirdiği ve küstahça sürdürdüğü adaletsizliğe karşı çıkmak için bir araya geldi. 17 Eylül’de buraya gelen her birey, siyasal haklarının gasp edilmesine ve sosyal ekonomik adaletsizliğe karşı ayağa kalktı. Düşüncelerimizi açıkça ifade ettik, isyan ettik, direndik ve Wall Street’i başarıyla işgal ettik. Bugün, kendimizi müşterek saygı, anlayış ve sevgi bağıyla birbirine bağlanmış, barışçıl sivil itaatsizlik yöntemini benimsemiş, siyasal olarak birbirinden bağımsız bireylerce oluşturulmuş bir topluluk olarak tanımlıyoruz ve Liberty Plaza’daki direnişimizi gururla sürdürüyoruz. Kazanılmış topraklardan Amerikalılar’a ve tüm dünya halklarına sesleniyoruz: Yeter! Daha kaç kriz patlak vermeli? Biz Yüzde 99’uz ve ipotek altına alınmış geleceklerimizi geri almak için harekete geçtik.

Doğrudan demokratik bir süreç sonunda, bireyler halinde toplandık ve birlikteliğimizin amaçlarını içeren ama sadece bunlarla sınırlı olmayan bu dayanışma ilkelerini ortaya koyduk:

  • Katılımcı demokrasiye dolaysız ve şeffaf olarak bağlılık
  • Kişisel ve kolektif sorumlulukların yerine getirilmesi
  • Bireylerin doğal haklarının tanınması ve bunun bütün bireyin her türlü ilişkisine tesiri
  • Baskının her türüne karşı birlik oluşturma
  • Emeğin değerinin yeniden tanımlaması
  • Özel yaşamın kutsallığı
  • Eğitimin temel bir insan hakkı olduğu inancı ile;
  • Yaygın açık kaynak uygulamalarını gerçekleştirmeye çabalamak ve desteklemek.
  • Bizler daha iyi bir eşitlik fırsatı sunan yeni sosyo-politik ve ekonomik alternatifi tasavvur etme cüretini gösteriyor ve takiben önerilecek diğer dayanışma ilkelerini sağlamlaştırıyoruz.