İlk yayın: 30 Ekim 2011 @ homoinsurrectus.com
Aşağıdaki yazı ilk olarak ijustsaidthat.wordpress.com adresinde yayınlandı. Yazıdan haberdar olmamı ise, yazıyı aynen yayınlayan empirestrikesblack.com ‘a borçluyum.
Kenyalı akademisyen P. Ngigi Njoroge’nin kaleme aldığı yazı, Libya hakkında Batı blokunda ve Türkiye basınında çıkan değerlendirmelerle büyük ayrımlar içeriyor. Kanaatimce en önemli görüş farklılığı ise “demokrasi” ve “özgürlük” gibi Batılılarca evrenselleştirilmiş değerler noktasında yaşanıyor. Bu konuda Homo Insurrectus’ta yayınlanmış Liberalizm Yazıları-1‘e de göz atmanızı tavsiye ederim.
Muammer Kaddafi hayatını kaybetti, ölümü yalnızca yayınlanan görüntüler aracılığıyla medya etiğini tartışmaya açmamalı, aynı zamanda Avrupa Evrenselciliği’ni de yeniden masaya yatırmalıyız.
*Senin ölümün, benim yaşamım.
Libya’nın mahvı ve Muammer Kaddafi’nin katli
P. Ngigi Njoroge
Çeviri: Doğu Eroğlu
Son günlerde olup bitenler karşısında dehşete düşmüş durumdayım ve itiraf etmeliyim ki, tarafsızlığımı ve serinkanlılığımı daha fazla muhafaza edemiyorum.
Yine de, sağduyulu kalmayı becerebilmek, Avrupa ve Amerika’nın saldırgan tutumuna akılcı yanıtlar verebilmek için bazı gerçekleri hatırlamamız gerekiyor.
Muammer Kaddafi, Libya’da yaşayan bir Arap kabilesinden gelmedir. Amerikan ve Avrupa kültürlerinden tamamen farklı bir kültüre mensuptur. Bu sebepledir ki, Batı dünyasının bayraktarlığını yapmakla övündüğü “demokrasi” ve “özgürlük” gibi değerleri laf olsun diye vurgulamaya çalışmamıştır. Yine de, bu durum onun kendi halkı ve kimi Afrika toplulukları için, en iyi olduğunu düşündüğü şeyi yapmasına engel olmadı. 42 yıl önce kansız bir darbeyle (Bu noktaya fazladan vurgu yapmakta yarar var. Kaddafi, işbirlikçi, halkın azgelişmişlik ve sefalet içinde yaşamasına göz yuman Kral İdris ve hükümetini devirirken katliam yapmayı tercih etmedi) iktidara geldiğinde yaptığı ilk iş, ülkenin petrol gelirlerinin kamu yararına kullanılmasını garanti altına almak oldu. Kaddafi, görevde kaldığı yıllar içerisinde Libya’yı kendine has bir refah devletine çevirdi; çağının en üst tekniklerini kullanan sağlık tesisleri tüm halk tarafından erişilebilir hale geldi; eğitim maliyetleri devletçe üstlenildi; Libya’nın çorak arazileri ağaçlandırıldı ve ormanlar vücuda geldi; fakir Libya, orta gelir düzeyine sahip bir ülke oldu çıktı. Kısa bir süre içerisinde, Libyalı olmayan siyah Afrikalılar, iş aramak için ülkeye akın eder oldular. Libya merkezli bir şirkette çalışan bir Kenya vatandaşı, Avrupa ülkeleri mart ayında operasyonlara başladığı sıralarda oldukça endişeliydi. Libya’daki yüksek yaşam standartlarından ve keyfini sürdüğü konforlu hayattan bahsediyordu ve petrolün litresinin yalnızca 10 Kenya Şilini [Türk Lirası karşılığı yaklaşık 17 kuruş] olduğunun altını çiziyordu!
Kaddafi, iyi yönetimin yalnızca düzenli seçimler ve kısıtlı iktidar gücüyle sağlanabileceğine inanan küstah ve naif Avrupalı veya Amerikalılar gibi değildi. Tıpkı Ganalı bir yorumcunun önceki gün belirttiği gibi, Kaddafi görevde kaldığı 42 yılı, halkının refahına adadığı bir süre olarak değerlendiriyordu. Batılılar, yalnızca kendi uyguladıkları yönetim biçimlerinin doğruluğuna inanır, başkarına da yalnızca bu yönetim biçimlerini uygulamalarını salık verirler. Fakat insanlar, yerelde filizlenen alternatif yönetim biçimlerinin başkaları için uygun olabileceğini göz ardı ediyorlarmış gibi gözüküyor. Örneğin, beyaz yağmacılarca işgale uğramazdan evvel, Agikuyu’da [Oldukça eski bir geçmişe sahip Kenya kabilesi] demokratik bir yönetim vardı; iktidara sahip olacak aileler 35 yıl için göreve gelir ve bu sürenin sonunda barışçıl bir biçimde yerlerini yeni bir aileye bırakırlardı.
Kaddafi Afrika’nın diğer ülkelerindeki bağımsızlık mücadelelerine de destek verdi. Bunlar içinde en kayda değeri ise Güney Afrika’ya yaptığı katkılardır. Batı dünyası, beyazların hakimiyetindeki apartheid [ırk ayrımcılığı] rejimiyle bilindik ilişkilerini sürdürürken, Kaddafi Afrika Ulusal Kongresi’ne ve Nelson Mandela’ya silah ve maddi yardımı yapıyordu. Bill Clinton, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını kazanmasından hemen sonra bölgeye yaptığı ziyarette Kaddafi yönetimindeki Libya’yı eleştirmiş, karşılığında ise Nelson Mandela’nın tepkisiyle yüzleşmek zorunda kalmıştı. Mandela, “En darda olduğumuz zamanlarda bize yardım elini uzatan insanları eleştiren sözlerinize katılmamız imkansızdır” şeklinde konuşmuş ve Clinton ile ters düşmüştü.
Ne yazık ki, Kenya basını da dahil olmak üzere tüm anaakım medya ağız birliği etmişçesine Kaddafi’nin “diktatörlüğünden”, “despotluğundan” ve Libya’nın “tiran rejimi” altında ezildiğinden dem vuruyorlar. Öyle ki, yerel gazetelerde Kaddafi hakkında çıkan oldukça tatsız ve saldırgan karikatürler normal karşılanır oldu. Tüm bunlar Batılı medya devlerinin cahilliklerinden ve yürüttükleri beyin yıkama operasyonundan kaynaklanıyor. Çevreme baktığımda pek çok Afrikalı’nın kendi başlarına, kendi kimlikleri çerçevesinde düşünebilme yetilerini kaybettiğini görüyorum. Bu tür insanları zihinsel ve ruhsal köleler olarak niteleyebiliriz. Onlar, Kaddafi’nin karakterinin ve düşüncelerinin önemli bir parçasını anlamlandıramıyorlar. Kaddafi, Araplar’ın Siyah Afrikalılar’ın soyundan geldiğine inanıyordu ve kendi halkının siyahlara minnet borcu olduğunu düşünüyordu (Kaddafi, oğullarından birine, Roma ordularına karşı oluşturduğu filli süvari birlikleriyle savaşan Kartacalı ünlü siyah general Hannibal’ın adını vermişti. O dönemde, Kartaca, günümüzde Libya’nın olduğu topraklarda hakimiyet kurmuştu). Kaddafi’nin bu düşünceleri pratik hayatta da yansımasını buldu; siyah Afrikalı’lar kolaylıkla Libya’ya çalışmak için gidebiliyorlar, hatta Libya Ordusu’na bile katılabiliyorlardı. Dahası, Kaddafi, Libya’yı ve Sahra Altı Afrika ülkelerinin kalabalık halklarını kapsayan bir Afrika Birliği’nin hayalini kurmaktaydı. Öyle ki, ölümünden hemen önce, Batılı beyazların egemenliğindeki Dünya Bankası [World Bank] ‘na karşı, Afrika Bankası’nı kurmanın tasarılarını yapıyordu.
Elbette, anaakım medyadan bu tür şeyleri olumlu karşılamasını bekleyemeyiz. Benzer şekilde, sözde “devrimcilerin” altına imza attığı uygulamalar da onları dehşete düşürmeye yetmedi; siyah toplulukların katledilmesi, diğer topluluklarınınsa toplama kamplarına gönderilmesi basının hiç mi hiç ilgisini çekmedi.
Yukarıda bahsettiğim gibi, zihinsel ve ruhsal olarak köle hayatı sürenlerin bu büyük utancı anlamaları, Batı ittifakının Kaddafi’ye karşı yürüttüğü korku ve yalan kampanyasını fark edebilmeleri mümkün değildir. Ortaya atılan en büyük yalan, müdahaleden evvel, halihazırda Libya’da Kaddafi’ye karşı süregelen bir halk ayaklanması olduğudur. Tam tersine, ayaklanan halk değil, Paris’te, Avrupa başkentlerinde eğitilmiş ve silahlandırılmış, ABD, Fransa ve İngiltere’nin kitle imha silahları sayesinde zaferden kuşku duymayan bir isyancılar grubudur. KESİN OLAN TEK BİR ŞEY VAR Kİ, O DA KADDAFİ’NİN HALKIN VE YEREL MİLİSLERİN DESTEĞİNİ ARKASINA ALMIŞ OLDUĞUDUR. Eğer ABD, Fransa ve İngiltere’nin kumandasındaki hava saldırıları ve bombardımanlar olmasaydı Batı güdümlü isyancılar yenilgiye uğratılacaktı. Kaddafi altı aydan uzun bir süre dayanmayı başardı; 500 milyonluk Batı ittifakına karşı, 6,5 milyon nüfuslu ülkesinin başında durmayı bildi. Kişisel fikrimce, Kaddafi, Barrack Obama, David Cameron ve Nicholas Sarkozy gibi onurdan yoksun, utanmaz zorbalara karşı cesaretle dikildi. Bu katiller tarihin sayfalarında, giriştikleri namussuz ve vahşi eylemlerle yer bulacaklardır.
Peki biz özsaygısını muhafaza edebilen Afrikalılar olarak bu olaydan ne gibi dersler çıkarmalıyız? Yaygın askeri güce sahip bu insanların gelecekte daha büyük trajedilere yol açabileceklerini unutmamalıyız. Fakat onlara karşı koymak için büyük bir silaha sahibiz: Niyetlerini gün yüzüne çıkarıp bilinçlenmeli ve dünyayı yönetme iddialarının ne kadar gülünç ve yersiz olduğunu yüzlerine haykırmalıyız. Artık onlara gerçek isimleriyle hitap etmenin zamanıdır; zorbalar, aç gözlü köpekler, başkalarının malına göz diken hırsızlar, en büyük yalanların yaratıcıları… Dünyanın geri kalanının, Afrika, Hindistan, Brezilya ve diğer Güney Amerika ülkelerinin, Çin ve Rusya’nın bu düzene karşı bir savunma hattı kurma hazırlıklarına giriştiğini görebiliyorum. Zorbaların günleri sayıldır.