AKP’nin spin iktidarında “terörizm” vurgusu topluma verilen birincil mesaj olma özelliğini koruyor. PKK, Ergenekon ve KCK’den sonra, şimdinin ‘gözde’ terör odağı DHKP-C.
19 Aralık Katliamı’nı, yani 2000 yılında 20 cezaevine yapılan eşzamanlı saldırıyı “Tufan Operasyonu” olarak değil de, “Hayata Dönüş Operasyonu” adıyla kamuoyuna sunarak 31 ölümün hiç değilse epistemik meşruiyetini sağlamaya çalışan mantık, AKP iktidarının 10 yılına da damgasını vurdu. “Her kürtaj bir Uludere’dir” diyerek kürtajı Roboski Katliamı üzerinden tartıştıran, “Vicdani ret konusunda yasal düzenleme yapılacak” demeçleri sonrasında retçileri hapseden AKP’nin spin iktidarı, emri altındaki baskı aparatını genişletmenin yolunu, toplumsallaştırılan ‘terör diskurunda’ buldu.
Demokratik ülkelerde toplumu korkutmak ve manipüle etmek için kullanılan pek çok araç olsa da, bu araçların en önemlileri ‘terör’ ve ‘terörizm’ kavramları. Genellikle bireylerin veya marjinal grupların şiddet eylemlerini tarif etmek için kullanılan kavramlar, ölçek ve yıkıcılık bakımından bireylerinkinden fersahlarca ötedeki devlet şiddetini ise kapsamıyor. Adaleti yerine getirme, nedensellik veya konjonktürden bağımsız olarak bu şiddet biçimi, cevabi, kışkırtılmış, hatta üçüncü şahıslarca çağırılmış bir eylem olarak tanımlanıyor. Türkiye’de de, yalnızca AKP iktidarı döneminde değil, on yıllar boyunca geleneksel olarak muhalif kesimlere uygulanan devlet şiddeti benzer ilişkilendirmelerle meşrulaştırılageldi. Buna göre, işkenceden geçirilen, gözaltında kaybedilen, öldürülen vatandaşlar ‘şiddete’ maruz kalmıyorlardı. Muhaliflerin karşılaştıkları devlet şiddeti, ‘alınan istihbarat üzerine düzenlenen operasyon,’ ‘önleyici polis müdahalesi,’ ‘orantılı güç’ gibi tabirlerle kamuoyuna kolayca açıklanıyor.
Terminolojideki savrulma, devletin baskı eylemlerini yeniden tanımlamasıyla sınırlı değil; devletçe kullanılan şiddet dilinin anaakım basına rahatça sirayet edebilmesi, devletin kendi karşıtlarını kolaylıkla yeniden tanımlayabilmesine de olanak sağlıyor. 10 yıllık AKP iktidarının ısrarla kullandığı diskur sayesinde, halihazırda genelgeçer tanımının yapılması son derece güç olan terörizm olgusu, “siyasal amaçlara ulaşılması için başvurulan demokrasi dışı baskı ve şiddet unsurları” tanımından sapıp, her türlü şiddetsiz örgütlenmeyi de kapsar hale geliyor. Böylelikle bazı toplumsal kesimler, rahatça terörizmle ilişkilendirilerek toplum dışına itilmeye çalışılıyor. Aynı iktidarın değişik dönemlerinde farklı gruplar, ‘halkın düşmanları’ olarak tanımlanıp, hem itibarsızlaştırılıyorlar hem de bir süreliğine toplumsal günah keçisi oluveriyorlar.
Noam Chomsky’nin dediği gibi, devletin üstlendiği ‘şiddet toptancılığının’ yarattığı mağduriyetler, rejimce terörist olarak yaftalananların ‘perakende eylemlerinin’ sonuçlarını bine katlıyor. Kamuoyunun açıkça karşısına dikilemeyeceği bilinen terörizm diskuru, hedef alınan toplumsal grupların hüviyetinden bağımsız olarak, önleyici eylem, güvenlik operasyonu, polis müdahalesi gibi anılan devlet müdahalelerini de kendiliğinden terör kategorisinin dışına atıveriyor. Böylelikle terörizm söylevi, totaliter rejimin elindeki en önemli propaganda malzemelerinden birine dönüşüveriyor. Tıpkı hegemon devletlerin kendilerine dışsal bir halk düşmanı yaratmadan totaliter özelliklerini meşrulaştıramaması, savaş makinesini canlı tutamaması gibi, AKP de ikinci defa tek başına iktidar olduğu 2007 genel seçimlerinden bu yana kendine manevra ve meşruiyet kazandıracak bir halk düşmanı olmadan yapamıyor. İşte son 10 yıldaki halk düşmanlarının bazıları:
PKK: 1980’den bu yana, terörizm diskuru kullanılarak iktidarlara en geniş hareket alanı sağlayan örgüt elbette PKK. Oslo Görüşmeleri sonrasında değişen ilişkiler güncel gelişmelerle birlikte farklı bir noktaya geldi.
Ergenekon: 2006’da başlayan operasyonla yüzlerce kişinin tutuklanmasından 2 yıl sonra iddianame ortaya çıktı. Yedinci yılına giren yargılamada karar aşamasına gelindi. 2007’den 2010’a dek geçmiş ve güncel tüm derin devlet operasyonları Ergenekon Terör Örgütüyle ilişkilendirildi. Dava kapsamında 100 binden fazla telefon görüşmesi dinlendi, 588 kişi tutuklandı, 7 sanık ifade veremeden öldü.
KCK: 2009’da başlayan KCK davasında bine yakını tutuklu, 2 binden fazla kişi yargılanıyor. Yargılananların 200’den fazlası seçilmiş Kürt siyasetçilerden oluşuyor.
DHKP-C: Önce Çağdaş Hukukçular Derneği ve Grup Yorum çevresinde başlayan operasyon, kısa sürede 28 ilde yapılan gözaltılarla yüzlerce kişinin tutuklandığı dev bir çuvala dönüştü. Kamu Emekçileri Sendikaları Federasyonu da operasyona dahil edildi.
Tüm bu dava/örgütlerle ilgili farklı zamanlarda yapılan terör propagandaları ve güncel gelişmeler, AKP döneminde terör diskurunun iktidarca ne derecede sahiplenildiğini de ortaya koyuyor. İmralı tutanaklarının basına yansımasıyla Erdoğan’ın başlattığı ‘milli gazetecilik’ tartışması, ortaya atılan ‘talimat’ iddialarıyla yeni bir boyut kazandı. Erdoğan’a yakın bir ismin medya patronlarını, Abdullah Öcalan için ‘bebek katili, terörist başı,’ PKK mensupları hakkında ise ‘terörist’ gibi ifadelerin kullanılmaması noktasında uyardığı ileri sürüldü. İddianın teyit edilemez oluşu, terör diskurunun devletçe kullanılan bir propaganda yöntemi olduğu çıkarımının kesinlik kazanmasını engellese de, anaakım basının terör algısında iktidarın belirleyici rol oynadığı gerçeği değişmiyor. Anlayacağınız, kimlerin terörist olduğunu belirleyen iktidar, aynı zamanda kimlere terörist denilmeyeceğinin kararını da veriyor.
AKP’ce halk düşmanı ilan edilenler yalnızca yukarıdakiler değil. Gazeteciler, öğrenci muhalefeti ve kimi zaman akademisyenler, sabık içişleri bakanına göre eşcinseller, bir süreliğine Hopalılar ve daha pek çok kesim dönem dönem terörist ilan edilerek iktidara nefes alma fırsatları yarattılar. Öte yandan kitlesel rıza üretimi söz konusu olduğunda, sıradan vatandaşın kurnaz danışmanlara her daim boyun eğeceğini düşünen iktidarın, devlet baskısını meşrulaştırmadaki en yeni gereci olan Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun da artık yürürlükte. Van’daki 10 dernek hakkında kapatma istemiyle davalar açıldı bile. Max Stirner’in meşhur sözünden esinlenerek söyleyebiliriz ki, “Devlet bir kez daha kendi şiddetine hukuk adını veriyor,” karşıtını ise propaganda aracıyla toplum düşmanı ilan ediyor.