Doğduğu köy boşaltıldığında 6 aylık bir bebek olan Mazlum Aksu, geçici tarım işçisi olarak çalışan ailesiyle birlikte çadırlarda büyüdü. 19 yaşındayken, sigortalı bir işte çalışabilmek için askere gitmeye karar verdi. Mazlum’un zorunlu askerliğinin bitimine 5 ay kala, Aksu ailesine Mazlum’un “intihar ettiği” haberi geldi. Mazlum Aksu’nun ağabeyi Mecnun Aksu ailenin 1993’ten bu yana yaşadıklarını, Mazlum’un G-3 piyade tüfeğiyle şüpheli intiharını Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.
Röportaj: Doğu Eroğlu
Ölüm, Mazlum için şiddetin son aşamasıydı. Şiddetin içerisine doğdu ve hayatı da şiddetle son buldu. Zorunlu köy boşaltmalarını, zor yaşam koşullarını atlattıktan sonra askerde öldürüldü.
Yaşadığınız köy boşaltıldığı sırada Mazlum kaç yaşındaydı?
Mardin’in Derik ilçesindeki Köseveli Köyü’nde yaşıyorduk. Köyümüz yakıldığı için şu anda haritalarda yok. Köy 1993 yılında boşaltıldığında Mazlum daha 6 aylık bir bebekti, ben ise 6 yaşındaydım. Belki dün ne yaptığımı hatırlayamam ama çok küçük yaşta olmama karşın o günlerde yaşadıklarımı hiçbir zaman unutamam. O dönemde devlet güçleri, “Ya korucu olursunuz ya da köyü boşaltırsınız” diyorlardı. Köylülerimiz korucu olmayı kabul etmeyince, “Köyü boşaltmazsanız hepinizi öldürürüz” demeye başladılar. Çevrede faili meçhul cinayetlerin çok sık yaşandığı bir dönemdi. Dolayısıyla Mardin kent merkezine veya Kızıltepe’ye de gidemiyorduk. Öylesi zamanlardı ki, anne-babalarımız gözlerimizin önünde dayak yerlerdi. Köyün bütün erkeklerini kışın en soğuk zamanlarında anadan üryan halde göle sokarlardı. Gençleri dövüyorlardı, aşağılıyorlardı, ana avrat sövüyorlardı. Bir sürü genç böyle böyle öldü, bir kısmı da dağa çıkmaya zorlandı. 90’lı yılların başında başlayan baskılar, 1993’te köy boşaltılıncaya kadar sürdü. Köy boşaltılana kadar insanlar yıllarca dayak yediler, işkence gördüler, tecavüze uğradılar.
Bunları yapanlar üniformalı askerler mi yoksa sivil giyimli, çeşitli teşkilatlara mensup kişiler miydi?
Hepsini üniformalı askerler yapıyordu. Hatta bir ara kendilerine “yıkıcı ekip” diyen askerler gelmiş ve “Biz bu köyü yıkmaya geldik” deyip babamı saatlerce dövmüşler. Aralarından biri, “Bu adamın hiçbir şeyi yok, ayağı da sakat. Ne yapabilir ki?” diyene kadar dövmeye devam etmişler. Babamın el konulacak bir malı olmadığını, kendisinden de zarar gelmeyeceğini anlayınca öldürmekten vazgeçmişler.
Köyden ayrıldıktan sonra nereye yerleştiniz?
Köyden ayrıldıktan sonra Balıkesir’e göç ettik ve tarım işçiliğine başladık, mevsimine göre pamuk veya domates topluyorduk, fidan dikiyorduk. Derme çatma, naylon çadırlarda yaşıyorduk ve tarım işçisi olarak çalışıyorduk. Bugünün parasıyla belki 15 liralık yevmiye karşılığında 13-15 saat arası çalışıyorduk. Mazlum’un çocukluğu da sebze sepetlerinde geçti. Süt bulamazdık, alamazdık. Mazlum, domates suyuyla, şekerli suyla beslenirdi. 3 yıl boyunca sürdürdüğümüz mevsimlik tarım işçiliği sırasında öyle şeyler yaşadık ki… Gittiğimiz yerlerde beşinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorduk; Kürt olduğumuz için kendi paramızla ekmek bile satın alamazdık bazen. İki kuzenim, bebekken hastalanıp, hastane çok uzak olduğu ve tedavi parası bulunamadığı için İzmir Kemalpaşa’da, dağlarda öldüler. Mezarları yok. Hatta üzerilerinde toprak bile yok; taşların altına gömdük onları. Kışları özellikle çok zordu; elektrik ve su yoktu, çocuklar okula gidemiyor, dil bilmiyorlardı. Bu koşullarda çadırlarda yaşayanlar öyle iki-üç aile değildi, binlerce çadır vardı o bölgelerde. Sigortasız, sendikasız günde 15 saat çalıştırıldığımız halde, “Ya bizi buradan da kovarlarsa” diye korkup paramızı bile isteyemiyorduk. Hayatımızın bu kısmı Gebze’ye yerleşince sona erdi.
Gebze’de kent yaşamında, eğitim hayatınızda ne tip sıkıntılarla karşılaştınız?
Babam ve annem çeşitli fabrikalarda çalışmak üzere başvurular yaptılar ama Mardinli ve Kürt oldukları için iş bulamadılar. Yıllarca seyyar satıcılık yaptık. Kürt çocuklarının kentlerdeki tipik halleri anlayacağınız; boyacılık, simitçilik… Mazlum’un hayatı da öyle geçti. Hem Mazlum, hem de ben, hiç Türkçe bilmeden okula başladık. 8 yıl boyunca her gün iki defa yalan söylettiler bize: Önce “Türküm” dedirttiler, sonra da “doğruyum.” Ama “Türküm” derken yalan söylüyorduk, yani “doğru” da değildik! “Kürdüm” diyemiyorduk; Kürt olmak köyümüzün yakılması, anne babamızın dayak yemesi, küfür işitmek, çadırlarda kalmak demekti. Sıradan çocukları anneleri “öcü gelir” diye korkutur, biz “polis gelecek, asker gelecek” diye korkardık. Simit satarken bir polis görsem, 5 dakikalık yolu dolanıp yarım saatte alırdım.
Zorunlu askerlik Mazlum için ne zaman gündeme geldi?
Mazlum’un belli bir süre sonra siyasi kimliği de oluşmaya başladı. Hem Kürt olduğumuz için etnik ayrımcılığa uğruyorduk, hem de bir işçi ailesi olduğumuzdan sınıfsal olarak eziliyorduk. Aslında işçiden de aşağıydık; sendikasız, sigortasız çalışıyorduk. Lise ikinci sınıfta okulu bırakan Mazlum da aynı zor koşullarda sanayi sitelerinde çalıştı, 15-16 saat garsonluk yaptı. Çalışmaktan tabanları patlasa da, askere gitmediği için düzgün bir iş bulamıyordu. İşin doğrusu sistem onu askere gitmeye zorladı.
Askere gitmeden önce Mazlum’un çekinceleri var mıydı?
Türkiye’de 20 yaşına gelmişsen, üniversitede de okumuyorsan, sigortalı bir işte çalışmak için askerliğini yapmış olman gerekiyor. Yoksul bir aileden geldiğimiz için Mazlum da çalışmak zorundaydı ama askere gitmek istemiyordu. “Şu şu şeylere dikkat et ama askerliğini yap” diyerek ikna ettik onu. Acemi birliğinde bir sürü zorlukla karşılaşınca bir anlamda haklı çıkmış oldu. Küfürler, dayaklar… Üst rütbeliler “İsmin Mazlum Doğan’dan mı geliyor?” diye sıkıştırıyorlarmış. İsminden ötürü Elazığ’da da bir olay yaşadı. Dağıtımı ilk yapıldığında komando jandarma olacağı belirtilmişti. Elazığ’da dağıtım sırasında bir komutan Mazlum Doğan’la bağlantısı olup olmadığını sormuş, sonra da başka bir karakola göndermiş. İsminden ötürü özellikle jandarma komando yapmamışlar yani.
Bu olay haricinde Elazığ’da kötü muamele gördü mü?
Bir gün, psikolojisi bozuk olduğu gerekçesiyle birliğe getirilen bir asker, televizyonda Kürt meselesine ilişkin bir haber yayınlandığı sırada, “Hepiniz PKK’lısınız, teröristsiniz!” deyip Mazlum’a saldırıyor. Olaydan sonra Mazlum ve birkaç arkadaşı, durumu anlatmak için karakol komutanına gidiyorlar. Ancak komutan o askeri koruyup kolluyor, onu sağ kolu gibi görmeye başlıyor. Mazlum’un olayı bize anlatması üzerine birliğe telefon edip ayrımcı tutumlarına son vermelerini istedik.
Bunun haricinde, ona takmış olan bir uzman çavuştan birkaç defa bahsetmişti. Mazlum çok Kürtçe bilmezdi, az kelime bilirdi ama bildiği kelimeleri söylemek de çok hoşuna giderdi. Arkadaşlarıyla konuşurken zaman zaman Kürtçe kelimeler kullandığı fark edilince, “Hangi örgüte üyesin?” soruları başlamış.
Mazlum’a niçin böyle bir soru yöneltme gereği hissetmişler? Önceden gelen bir istihbarat söz konusu olabilir mi?
Askere gitmesinden bir ay önce Mazlum ve arkadaşları bildiri dağıtırlarken polisler tarafından alıkonulup karakola götürülmüşler. Dayak faslından sonra polislerden biri Mazlum’a, “Sen yakında askere gideceksin, bu iş burada bitmeyecek” demiş. Mazlum’un herhangi bir örgütle ilişkilendirilmesine yol açabilecek bir sabıkası yok. Dolayısıyla karakolda yaşadıklarıyla askerde karşılaştığı sorular bağlantılı olabilir.
Mazlum yaptığınız görüşmelerde size yaşadığı sorunları anlatır mıydı?
Mazlum olaydan 1 ay önce izne gelmişti. Çok mutluydu, askerlikten sonrasını planlamaya başlamıştı bile. Mardin’e gitti, hiç görmediği akrabalarıyla tanıştı. Mutluydu yani. Sorunlar yaşadığını biliyorduk ama çözülmeyecek şeyler olmadığını tahmin ediyorduk. Askeriyenin koşullarını biliyorduk, her ne kadar değerlerinden taviz vermeyen biri olsa da alttan almasını öğütledik. Ne de olsa 5 ayı kalmıştı. Sonradan öğrendik ki bize anlattığından daha ciddi bir anlaşmazlık varmış. Mazlum ölümünden birkaç gün önce bir arkadaşına, “Beni harcayacaklar burada” demiş. O arkadaşının avukatımıza anlatmasıyla haberimiz oldu bu durumdan.
Mazlum’un komutanlarla sorunları mı varmış?
Komutanıyla çok anlaşamıyormuş, hatta komutan nöbette uyuyakaldığı için Mazlum’a 15 gün disko (Disiplin koğuşu) cezası vermiş. İzne geldiğinde henüz bu cezayı çekmemişti.
Mazlum’un yaşamını yitirdiği haberini nasıl aldınız?
Gebze’deki jandarma komutanlığından askerler eve gelip, annem ve kız kardeşime “Başınız sağ olsun Mazlum intihar etmiş” demişler. Mazlum’un ölümüne tanık olan kimse yok, henüz otopsi raporu ve olay yeri inceleme raporu çıkmamışken “İntihar etmiş” diye hükmü vermişler.
Mazlum’un görev yaptığı karakola gittiğinizde neler oldu?
Karakola birkaç akrabamla birlikte gittim. Suçluluk psikolojisinden kaynaklanıyor olsa gerek, bize ilk andan itibaren çok iyi davrandılar. Komutanların anlattıklarını dinledikten sonra erlerle görüştük. Erlerin tümü aynı şeyleri tekrarladı. Konuşmaların hepsi kelimesi kelimesine aynı olabilir mi? Belli ki komutanları verecekleri cevapları ezberletmiş. Konuştuğumuz kişilerin hiçbiri yüzümüze bakamadı, kafalarını eğerek, vurgusuz, dümdüz bir şekilde konuştular. Hepsi suçluluk psikolojisi içerisindeydiler. Komutanlar ne sorsak, “İstediğiniz yere bakın, istediğiniz kişiyle konuşun” diye üsteliyorlardı. Bir suç işlendiğinde en başta suçlu olan, “Ben suçsuzum!” der. Onlar da sürekli “Biz suçsuzuz!” deyip durdular. Orada olduğumuz süre boyunca suçsuzluklarını ispat etmeye çalıştılar.
Görüştüğünüz komutanlar Mazlum’un intiharını nasıl gerekçelendirdiler?
“Kız meselesi” diyorlar. Bir kız meselesi varmış ve aniden Mazlum’un psikolojisi bozulmuş. Sözde Mazlum’un cüzdanında Dilek isimli birine ait telefon numarası bulmuşlar. Facebook hesabına girip Mazlum’un Dilek isimli iki arkadaşı olduğunu görmüşler. Bizi karşılarına oturtup ciddi ciddi bunları anlattılar. Mazlum’un Dilek isimli arkadaşlarını tanıyoruz, ikisi de olayla alakasız kişiler. Askerlerin gösterdiği telefon numarasına ise ulaşılamıyor. Bizi kandırmaya çalıştılar yani. Akrabalarımızın bir kısmı onların yarattığı bu aldatmacaya inanır gibi oldular. Komutanlarla görüştükten sonra, bu tür ölümlerden sonra pek çok aileyi olayın intihar olduğuna inandıklarına emin oldum. Ben orada olmasaydım belki benim ailemi de kandıracaklardı. Sevag Şahin Balıkçı davasında da aynı şey olmadı mı? Orada da ailesi intihar ettiğine inanmıştı ama terhis olan bir arkadaşı işin aslını aileye anlatınca gerçekler ortaya çıktı.
Komutanların bu “kız meselesi”nden nasıl haberleri olmuş?
Komutanın iddiasına göre, Mazlum kendisiyle konuşmuş ve sıkıntısını anlatmış. Bir kız meselesi olduğunu söylemiş. Mazlum ne bana, ne en yakın arkadaşlarına 9 ay boyunca böyle bir durumdan bahsetmemişti ama gidip kendisine 15 gün disko cezası veren komutana anlatmış, öyle mi? Komutan intihara kılıf uydurmaya çalışıyor, olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi anlatıyor.
Mazlum’un intihar etmesine yol açabilecek herhangi bir sorunu var mıydı? Son dönemlerde ruh halinde bir değişiklik gözlemlemiş miydiniz?
Gerek izne geldiğinde, gerekse de telefonla yaptığımız konuşmalarda son derece iyiydi. Konuştuğumuz arkadaşları, “Mazlum gayet iyiyken bir anda kötü oldu” diyorlar. Anlık, uç bir değişimden bahsediyorlar. Mazlum’un herhangi bir psikolojik rahatsızlığı yoktu, mutluydu, hayata dair beklentileri ve planları vardı. İnsanlar ölüm tehdidi aldıklarında veya yakınlarının hayatları tehlikede olduğunda böyle ani değişimler yaşarlar. İntihar etti diyenler Mazlum’u tanımıyorlar; Mazlum’la yazları gençlik kamplarına giderdik. Bir defasında ayağı çizilmiş, ufacık bir yara olmuştu. O kadar canı yanmıştı ki, her gün bana gelip “Ağabey sen benle hiç ilgilenmiyorsun” diyordu. Canı yanacak diye denize atlamaktan bile korkan bir çocuktu. Hayata çok bağlıydı. 25 gün öncesinde beraberdik o zaman hiçbir problemi yoktu. Milli Savunma Bakanlığı raporunda intiharları ekonomik sorunlara, ilişki ve aileye ilişkin sorunlara yoruyor. Oysa Mazlum’da bunların hiçbiri yoktu. 2012 yılında şüpheli biçimde ölen 42 askerin 39’u Kürt, 1’i de Ermeni. Bunlar tesadüf olamaz. Bu açıdan biz de Mazlum’un intihar ettiğini düşünmüyoruz; öldürüldüğünü, ölümüne organize bir şekilde intihar süsü verildiğini düşünüyoruz.
Mazlum’un, ölüm saati olarak belirtilen 19:05’te kayıtlara göre nöbette olması gerekiyormuş. Nöbet yerinde olmayışı nasıl açıklanıyor?
Karakol komutanına bunu sorduğumuzda, “Mazlum’un morali bozuktu, nöbeti bırakıp dinlenmeye gitmesini söyledim” diye açıklıyor. Daha önce nöbet yerinde uyuyakaldı diye 15 gün disko cezası veren biri, askerin morali bozuk diye nöbetini iptal etmez. Askerdeki insanların, komutanların ne kadar acımasız, disiplinin ne kadar uç noktalarda uygulandığını hepimiz biliyoruz. Mazlum’un akşam 6-8 nöbetinden alınması organize bir durum. 9 ay boyunca komutan karakoldan 23:00’te ayrılıyor ancak olay günü 17:45’te çıkıyor. Bu durum şüphelerimizi artırıyor.
Peki Mazlum nöbeti başkasına devrettiyse niçin elinde tüfek var?
Komutana, “Madem ki siz Mazlum’la konuştunuz, psikolojisinin bozuk olduğunu görüp nöbetten aldınız. O halde niçin eline dolu silah veriyorsunuz?” diye sorduk. Psikolojisinin bozuk olduğuna inanılan birine dolu silah vermek, o kişiyi öldürmekle eştir.
Mazlum’un G-3 piyade tüfeği ile intihar ettiği iddia ediliyor. İntihar iddiasıyla ilgili görgü tanıklarının ifadeleri ne yönde?
Olayla ilgili konuştuğumuz herkes, “Olay 19:05’te oldu” diyor. Aylarca birlikte askerlik yaptıkları arkadaşları ölmüş, hepsinin gözü saatte! Konuştuğumuz arkadaşlarının hepsi olay yerini tüm ayrıntılarıyla tarif ediyorlar, “Kafası şöyleydi, vücudu şu şekildeydi, kan şuraya sıçramıştı” diye anlatıyorlar. Ama olay yerine gidenlerin hiçbiri silahı görmemiş! Askerler, Mazlum’un sol eliyle silahı nasıl kafasına dayadığını, sağ eliyle nasıl tetiğe bastığını anlatıyorlar. “Nereden biliyorsunuz? Silahı bile görmemişsiniz, olay yerinde orada da değilmişsiniz” dediğimizde de, “Böyle düşünüyoruz” diye yanıt veriyorlar. Olay yerine ilk gelenler silahı görmemişler ama komutanlar silahın nerede olduğunu tarif edebiliyorlar.
G-3 piyade tüfeğiyle intihar iddiası size inandırıcı geliyor mu?
G-3 5 kiloya yakın bir ağırlıkta ve 103 santimetre uzunluğunda. Mazlum solak değil ancak sol şakağından vuruluyor. Ben askere gitmedim ama araştırdım; G-3 o kadar güçlü bir silahmış ki sıkı tutmadığın zaman ateş aldığı andaki geri tepmeden dolayı takla bile attırıyormuş insanlara. Omuzları çıkanlar bile oluyormuş. Anlayacağınız G-3’ü tutup ateş etmesi gerçekten çok zor. Mazlum niçin solak olmamasına rağmen silahı kafasının sol tarafına dayayıp intihar etsin?
Mazlum güya intihar etmek için kazan dairesinin girişine gitmiş ve o kocaman tüfekle intihar edebilmek için oradaki rampanın eğiminden faydalanmış. Kafasına sıkmış olsa eğimden ötürü yuvarlanması lazım. Halbuki vücudu olduğu yerde kalmış, kafası da arkaya düşmüş. İntihar edecek bir kişi çok daha kolay bir yolla bunu yapabilir; silahı yere koyar, namluyu çenesine dayar, çeker tetiği vurur kendini. Niye sol taraftan ateş etmek için bu kadar zahmete girsin? Morgda iyi gözükeyim, yüzüm parçalanmasın mı der? Bu kadar aptalca bir şey bize sunulanlar.
Olay yerinde dikkatinizi çeken bir şey oldu mu?
Mazlum’un ölümüyle ilgili başka tutarsızlıklar da var. Mazlum sol şakağından vuruluyor, kurşun kafasının sağ tarafından çıkıyor. Morga gittiğimde de kurşunun giriş ve çıkış açılarını gördüm. Olay yerinde, Mazlum’un olduğu yerin çaprazında olması gereken kurşun izleri nedense Mazlum’un durduğu yerin tam üstünde. Üstelik aynı yerde bir değil, pek çok farklı kurşun deliği var. Askerler tek bir el silah sesi duyduklarını söylüyorlar ama gerçeği bilmiyoruz.
Mazlum’um intihar ettiği iddia edilen kazan dairesini gören bir nöbetçi kulübesi var. Nöbet tutan kişinin olayı mutlaka görmüş olması gerekiyor. Olay saatinde nöbet tutan askerle konuştuğumda, “Nöbet yerindeydim, silah sesi bile olsa nöbet yeri hiçbir koşul altında terk edilmez” dedi. Aynı asker, cenaze töreni için Gebze’ye gönderilen 5 kişilik kıtada da vardı. Tanıdıklarımız kendisine farklı zamanlarda aynı soruyu yönelttiklerinde, olay sırasında nöbet yerinde olmadığını söylemiş. İntihara doğrudan şahit olan kimse yok yani.
Buna benzer başka çelişkili ifadeler var mı?
Silah sesi üzerine olay yerine varan ilk kişi olduğunu iddia eden askere, daha ifadesi bile alınmadan 24 gün izin verilmiş. Olay sırasında karakolda olmayan bir başka asker, sorduğumuz tüm sorulara sanki oradaymış gibi cevap veriyordu. Olay sırasında karakolda olmadığını sonra yine kendi söylediklerinden anladık.
Olayı soruşturan savcıyla görüşebildiniz mi?
Savcıyla görüşmek istediğimizde, “Burada yok” dediler. Bizle görüşmemek için apar topar il dışına çıktı. Konu Türkiye’nin gündemine gelmiş, bu olay konuşuluyor ama savcı il dışına gitmiş. Yaptığımız araştırmada Elazığ’ın asker ölümleri konusunda çok vukuatlı olduğunu gördük. Malatya, Tunceli ve Elazığ bölgesindeki olayların tümüne bahsi geçen savcı bakıyor. Daha önce Tunceli’de askerliğini yapan Murat Oktay Can isimli er iki yerinden vurulmuş ve kurşun yaralarından biri estetik cerrahi ile kapatılmış. Daha sonra durum ortaya çıkmasına rağmen takipsizlik kararı verilmiş.
Kışlalarda, intihar olduğu ileri sürülen ölüm olaylarındaki artışın temel sebebi nedir?
Nasıl ki fırıncının işi ekmek pişirmek, terzinin işi elbise dikmekse, askerlerin işi de adam öldürmek. Öldürme fiiline bulaşan hiçbir askerin psikolojisinin düzgün olduğuna inanmıyorum. Askeriyenin şeffaflaşması, kışlada ölümlere karışan rütbelilerin görevden alınmaları lazım. Vicdani ret hakkı mutlaka tanınmalı. Bu sorunların hepsinin kökenindeki zorunlu askerlik kaldırılmalı. Son 10 yılda çatışmalarda ölen asker sayısından çok daha fazlası kışlalarda öldü. Askerin nasıl öldüğünün bir önemi var mı? Çatışmada 2 asker şehit olunca tüm ülke ayağa kalkıyor, başbakan, bakanlar konuşuyor. Fakat kışlalarda ölen 965 asker hakkında kimse konuşmuyor. İlla çatışmalarda mı ölmeleri lazım? İnsanlar ölüyor yahu, yaşamlar yok oluyor!
Yargı sürecinden beklentileriniz neler?
Geçmişteki benzer soruşturmalara ve davalara bakınca, otopsi ve olay yeri inceleme raporlarından, ifadelerden ciddi bir sonuç çıkacağını düşünmüyoruz. Ancak bir halk muhalefeti ve kamuoyu baskısıyla sonuç elde edilebilir. Kalbi, vicdanı olan insanlarla bu işin çözüleceğini düşünüyoruz. İntikam, kin gütmeyeceğiz. Sorumluların adil bir şekilde yargılanmasını, faillerin bulunmasını istiyoruz. Mazlum ilk değil, son da olmadı ama yeni Mazlumların ölmemesi için elimizden ne geliyorsa yapacağız. Bizim ödeyebileceğimiz daha büyük bir bedel kalmadı. Kamuoyu ve dernekleri asker ölümlerine karşı çıkma noktasında birleştirmeye çalışıyoruz. Bu konu söz konusu olduğunda düşünce farklılıkları ortadan kalkmalı, insanlar ölüyor!
Yargılamanın sivil mahkemede görülmesi ile askeri mahkemede görülmesi arasında ne fark var?
Olayı araştıran askeri savcı her şeyden önce bir asker. Askeri disiplinle yetişmiş, emir komuta zincirine, alt-üst ilişkisine dahil biri. Askeri savcının sağlıklı karar vermesi imkansız. Fiili gerçekleştirenle, yargılamayı yapanlar aynı kişiler.
Henüz zorunlu askerlik yapmadığınızı belirttiniz. Sizin askerlik durumunuz ne olacak?
Ankara’da basın toplantısı yapmak üzere Meclis’e gittiğimde nöbet tutan askerleri gördüm ve gözlerim doldu. Nasıl askere gidebilirim? Kardeşi askerlerce öldürülen biri askere nasıl gider? Oraya gidersem her saniye öleceğim. Adil olmayan koşullarda askerlik yapmak istemiyorum. Bu ülkede anneler babalar, çocuklarını gömüyorlar. Savaşa, ölüme karşı olmanın bedeli ölüm oluyor. Mazlum da bunun trajik bir sonucu.