Doğu Eroğlu (17 Mart 2013 BirGün Gazetesi)
TBMM İnsan Hakları Uludere Alt Komisyonu’nun hazırladığı rapor failleri göstermiyor. Uçaklar dışında sorumlu bulamayan komisyon, hakikat karşısında susmanın ne kadar yüce olduğunu yeniden ispat ediyor.
“Mustafa Muğlalı” ismi, genç basın okur-yazarlarının dikkatini 2004’te başlayan tartışmalar sırasında çekti. 1943’te sınırdan hayvan kaçakçılığı yaptığı iddia edilen 33 vatandaşın Van’ın Özalp ilçesinde kurşuna dizilerek infaz edildiği, “Muğlalı Olayı” veya “33 Kurşun Katliamı” adıyla anılan olayın faili, dönemin 3. Ordu komutanı Mustafa Muğlalı’nın 2000’li yıllarda anımsanması, geçmişle yüzleşme bağlamında olmadı. Muğlalı Özalp’in yerel tarihinde onulmaz bir yara açmış olacak ki, 2004 yılında ilçedeki jandarma taburunun adı “Mustafa Muğlalı Kışlası” olarak değiştirildi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin perdeye koyduğu trajikomedya, 2011’de Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla son buldu; Muğlalı’nın ismi kışlanın tabelasından silindi.
Muğlalı isminin tabeladan silinmesinden 45 gün sonra aynı Erdoğan, önce 34 Roboskili’nin ölümünde hükümetin ve Genelkurmay Başkanlığı’nın sorumluluğunu reddetti, ardından da 15 ay sürecek bir yanıltma politikası başlattı. Tıpkı 33 Kurşun Katliamı’nda infaz edilenlerin tamamen unutulup, olayın DP ve CHP arasındaki bir siyasi çekişme malzemesi haline dönüşmesi, tutuklu olduğu sırada yaşamını yitiren Muğlalı dışında dönemin hiçbir yöneticisinin ceza almaması gibi, Roboski Katliamı’nda da infazın aparatı savaş uçakları dışında sorumlu bulunamadı, olayın kendisi ise parlamenterler için popüler siyaset konusu olmaktan öteye gidemedi.
Edebiyattaki modern distopyalar arasında, George Orwell’in “1984”üyle birlikte farklı bir konuma sahip olan “Cesur Yeni Dünya”nın yazarı Aldous Huxley, “Hakikat yücedir, ancak asıl yüce olan hakikat karşısındaki suskunluktur” sözünü, bugünleri öngörerek TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bünyesindeki Uludere Alt Komisyonu hakkında söylemiş olmalı. 28 Aralık 2011’den bugüne, iktidarın yanıltma ve oyalama politikasının birincil enstrümanı haline gelen Komisyon, hem Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sını haklı çıkarıyor, hem de modern propaganda yaklaşımına ilişkin bir ders olarak önümüzde duruyor. Araştırmasını çoğunluğun tahakkümü prensibine göre gerçekleştiren Uludere Alt Komisyonu’nun katliamdan bu yana izlediği siyaset, yapılan bir propagandanın yalnızca “gerçek” veya “gerçek dışı” gibi basitçe sınıflandırılamayacağını gösteriyor. İktidarın katliamdan bu yana yaptığı tutarsız ve muğlak açıklamaların yanı sıra, komisyonun köylüleri bombalayan uçaklardan başka fail bulamaması, yalnızca gerçek dışı propagandanın değil, ilgisiz, hakikatin etrafından dolaşan bilgi akışının da aynı ölçüde etkili olduğunu ortaya koyuyor.
Rapor hakkında an itibarıyla yapılan tartışmalar bile, Komisyon’un gerçek kuruluş misyonunun, katliama ilişkin yaptırım beklentileri etkisizleştirmekten öteye gitmediğini gösteriyor. “Kamuoyunca içeriği öğrenilebilir” korkusuyla alt komisyon üyelerine bile verilmeyen taslak rapor, BDP ve CHP’li vekillerin koyduğu muhalefet şerhleriyle biraz olsun açığa çıktı. Alınan gizlilik kararı uyarınca, incelediği belgelerin hiçbirini kamuoyuna açıklamayan alt komisyon, nihayete erdirdiği taslak raporu da basınla paylaşmadı. Komisyon, ilk günden beri uygulanan politikayla tutarlı biçimde, bizleri taslak raporun gölgesini tartışmaya mahkum etti. Peki muhalefet şerhi koyan vekiller aracılığıyla öğrenebildiğimiz kadarıyla, Şubat 2012’den bu yana komisyon hangi bulgulara ulaşabildi?
Bu resimde PKK nerede?
Sınır ötesi angajman kuralları belliyken, Irak topraklarında gerçekleşen katliamın “vur emri”ni verebilecek tek yetkililerin Başbakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı olduğu bilindiği halde, sorumluları TSK’nın en alt katmanında arayan komisyon, olayın faillerini elbette tespit edemedi.
BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün açıkladığı, komisyona iletilen Genelkurmay notunda, PKK liderlerinden Bahoz Erdal kod adlı Fehman Hüseyin’in bölgede olduğuna ilişkin istihbarat ve “Grubun tespit edildiği bölgenin teröristler tarafından sıkça kullanılan bir yer olması” operasyona gerekçe gösteriliyor. Ayrıca Genelkurmay, “gizli tanık”tan alınan ifadeye istinaden, kervanda 2 PKK mensubunun olduğunu ileri sürüyor.
Türkiye ve ABD’ye ait insansız hava araçlarınca 4 saat boyunca izlenen grubun köylülerden ve katırlardan oluştuğunun nasıl anlaşılamadığına değinilmeyen raporda, Fehman Hüseyin veya başka PKK mensuplarının kervanda olduğuna ilişkin somut bir bulgu da bulunmuyor. Üstelik, bölgenin PKK tarafından sıkça kullanılan bir yer olduğu iddiası hem Şırnak Emniyet Müdürlüğü, hem de Roboskililer tarafından yalanlanıyor. İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan soruşturmada ifadesine başvurulan Şırnak İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Barış Çolak, bölgenin kaçakçılıkta kullanılan bir rota olduğunu ancak PKK faaliyetlerine rastlanılmadığını söylerken, katliamda kardeşini yitiren Roboskili Narin Ant bu iddiayı, “PKK o güzergahı kullanmıyor. Katliamdan hemen sonra çekilen görüntülerde, olay yerinin askeri karakolun görüş mesafesinde olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla oradan bir geçiş yapılması mümkün değil” sözleriyle yalanlıyor. Yani, bölge sakinlerince bilinen bir gerçek, emniyet birimlerince de onaylanarak komisyonun bilgisine sunuluyorsa da, komisyon bu ifadelerden bahsetmeyip Genelkurmay iddialarını sorgusuz biçimde kabul etmekte sakınca görmüyor.
“Katlimize sebep suçumuz…”
“Köylü değil terörist” söylevini bombardımanla birlikte yaygınlaştıran, sonrasında ölenlerin yakınlarına tazminat önererek uzlaşma yoluna giden hükümet 2012 yılı sonunda yeniden tutum değiştirmiş, Başbakan Erdoğan “Sonuçta terörist de sivildir. Ölen 34 kişiyle ilgili yargı kararını bekleyelim. [Ölenlere] sürekli sivil denmesini bir beyin yıkama hamlesi olarak görüyorum” diye konuşmuştu. Erdoğan’ın sözlerine, katliamda pek çok yakınıyla birlikte kardeşini de yitiren bir başka Roboskili Veli Encü, “Madem ki ölenler arasında PKK militanları vardı, niye Başbakan eşini, bakanını, bürokratlarını oraya gönderdi? Bu değişim, içinde bulundukları telaşı, suçluluk psikolojisini gösteriyor” diye yanıt vermişti. Raporla işte bu telaş son buluyor; yüksek ihtimalle alt komisyon raporu kabul edilecek, sonraki aşamada yargıdan çıkacak karar da Muğlalı Olayı’nda olduğu gibi faillere cezasızlığı müjdeleyecek. Geriye tek kalan, Ahmed Arif’in 33 Kurşun şiirindeki, “Pasaporta ısınmamış içimiz, Budur katlimize sebep suçumuz. Gayrı eşkıyaya çıkar adımız; Kaçakçıya, Soyguncuya, Hayına…” dizeleri olacak.