18 Mart’ta Hacettepe Üniversitesi Beytepe kampüsünde, Türkiye’deki üniversitelerde sık görülen polis terörü manzaraları yinelendi. O gün birdenbire çevik kuvvet birimleriyle karşılaşan öğrenciler, ilerleyen günlerde terörist yaftası yiyerek geniş bir karalama kampanyasını ortasında kaldılar ve savunmaları dahi alınmadan kaldıkları öğrenci yurtlarından atıldılar. Hacettepe Üniversitesi öğrencilerinden Burcu Yıldırım, Merve Mutlu, Hamza Pamuk ve Merve Kanak polis şiddetini, haklarındaki “terörist” propagandasını ve üniversitenin verdiği usulsüz cezayı Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattılar.
Röportaj: Doğu Eroğlu
18 Mart günü yaşananlar basında ilk olarak “Hacettepe Üniversiteli bir grup öğrenci 18 Mart Çanakkale Şehitleri Anma Etkinliği’ne saldırdı” biçiminde aktarıldı. Beytepe Yerleşkesi’nde düzenlenen etkinliğin protesto edilmesinin sebebi neydi?
Burcu Yıldırım: 18 Mart’taki protesto etkinliğe değil, etkinliği düzenleyen kişilere yönelikti. Geçtiğimiz yıl 28 Şubat’ta Hocalı Katliamı anması adı altında okula giren ülkücü gruplar Edebiyat Fakültesi’ne saldırmışlar, kapıları pencereleri parçalamışlardı. Hacettepe Üniversitesi öğrencileri arasında da dışarıdan gelen o grupla bağlantılı kişiler vardı.
Hamza Pamuk: Aynı kişilerin okulda Türk Dünyası Araştırma Topluluğu (TÜDAT) adında bir topluluk kurduklarını öğrendik. Biraz araştırınca ülkücülerin pek çok üniversitede bu isimde topluluklar kurulmasına karar verdiklerini, bizim okuldakinin de o büyük yapının bir uzantısı olduğunu gördük. TÜDAT’ın 18 Mart’ta Beytepe’de bir etkinlik düzenleyeceğini kendi internet sayfalarından okuduk. Geçen seneki olanlar yüzünden arkadaşlarımız TÜDAT’ın topluluk odasına gidip topluluk üyelerine endişelerini anlatmışlar. TÜDAT’takiler de böyle bir etkinlik olmayacağını söylemişler ve mesele bu şekilde kapanmış. Ancak 17 Mart akşamı, ertesi günkü etkinliğin duyuru afişlerini yurtlarda gördük.
Topluluk, kuruluşundan bu yana başka bir etkinlik düzenlemiş miydi?
H.P: Bu ilk etkinlikleri olacaktı. Aynı zamanda Alptuğ isminde bir dergi bastırıyorlar. Dergide, “Türk tanrının kılıcı, eğilmeyen baş kesilsin, taş kesilsin” gibi pek çok Türkçü, ırkçı ifade bulunuyor.
Bu dergi üniversitenin kaynaklarıyla mı basılıyor?
H.P: Topluluk tarafından bastırıldığına göre büyük ihtimalle derginin basım masraflarını üniversite finanse ediliyor. Rektör de zaten, “Şiddet içermediği sürece her şeye izin veririm” diyor ama nefret söylemi ve ırkçılığı şiddetten saymıyor anlaşılan. Bu toplulukla ilgili tek sorun bu değil; yıllar önce kurulan Toplumsal Araştırmalar Topluluğu için yönetime ilettiğimiz topluluk odası talepleri yer olmadığı gerekçesiyle sürekli reddediliyor. Ancak bu sene kurulan TÜDAT’a nasıl oluyorsa hemen oda verdiler.
2012’deki Hocalı Katliamı anmasında ne olmuştu?
Merve Mutlu: Dışarıdan Hocalı Katliamı anmasına geldiğini iddia eden yaklaşık 200 kişilik bir ülkücü grubu, üzerimize sallamalarla saldırdı. Nasıl söyleyeyim, öğrenci görünümünde de değillerdi; kocaman kocaman, 30-35 yaşlarında adamlardı hepsi.
Geçen senekine benzer şiddet olaylarının yaşanmasından duyduğunuz endişeyi üniversite yönetimine bildirdiniz mi?
B.Y: 18 Mart günü etkinliğin yapılıp yapılmayacağından bile emin değildik. Etkinliğin yapılacağı K Salonu’na gidip durumu öğrenmek istedik. Etkinliği düzenleyecek kişilerin yine Gazi Üniversitesi’nden geleceğini biliyorduk; aynı eli sopalı bıçaklı kişilerin tekrar kampüse girmesini istemiyorduk. Bir yandan da hiçbir öğrenci topluluğu kendi etkinlikleri için izin alamazken, bu etkinliğin yapılacak olmasından dolayı şaşırmıştık. Üniversite yönetiminden birilerinin bize açıklama yapmasını beklerken Öğrenci Temsilcileri Kurulu (ÖTK) üyeleriyle görüştük. Hacettepe Üniversitesi’nde topluluklar, düzenleyecekleri etkinlikler için Öğrenci Temsilcileri Kurulu aracılığıyla Kültür İşleri Daire Başkanlığı’na istekte bulunurlar. Oysa ÖTK’daki arkadaşlar TÜDAT’ın etkinliğinden habersizlerdi. Görüşmemiz üzerine onlar da rektörlükle konuşup meseleyi öğrenmek üzere oradan ayrıldılar.
Etkinlik salonunun önünde beklerken üniversite yönetiminden birileriyle, özel güvenlik birimleriyle veya etkinliğe katılmak için oraya gelenlerle bir münakaşa yaşadınız mı?
H.P: Salonun önüne gittik ancak ne içeri girmek, ne de girecekleri engellemek gibi bir niyetimiz yoktu. Kaldı ki Çanakkale Savaşı anması düzenlenmesine karşı olmak için herhangi bir sebebimiz yok. Yalnızca dışarıdan gelecek saldırgan kişilerin orada bulunmasını istemiyorduk.
Merve Kanak: Bir gazetede, “Saldırgan öğrenciler etkinliğe gidenleri darp edip geri yolladılar” biçiminde ifadeler yer almış ancak bunlar kesinlikle gerçek dışı.
Polis müdahalesi ne zaman gerçekleşti?
B.Y: Etkinlik saat 1 de başlayacaktı. Dışarıda beklediğimiz sırada, 12:30 gibi, karşımızda polisi gördük. 2 adet TOMA (Toplumsal olaylara müdahale aracı) ve çevik kuvvetleri görmemizle birlikte tazyikli su ve biber gazlarıyla saldırıya uğramamız bir oldu.
Hiçbir uyarı yapılmadı mı?
B.Y: Bildiğim kadarıyla polis geldikten sonra uyarıda bulunur, “Dağılmazsanız müdahale edeceğiz” gibi anonslar yapar. Ama hiçbir uyarıda bulunmadılar, megafon sesi bile duymadık. Polis müdahale etmek için bekliyormuş demek ki; K Salonu’nun önüne geldiğimiz anda polise haber verilmiş olsa yine de o kadar çabuk gelemezlerdi oraya. Belki de kampüsün içinde veya yakınlarında bir noktada konuşlanmış bekliyorlardı.
M.M: Eski rektör Uğur Erdener döneminde öğrenciyle polis arasına özel güvenlik görevlileri girerdi. Özel güvenliklerin yetersiz kaldığı bahanesiyle polis müdahale ederdi. Yani polis olay çıktıktan sonra devreye girerdi. Ama o gün herhangi bir olay yoktu ki! Üniversite yönetiminden birinin gelip bize durumu açıklaması için orada bekliyorduk. Ne olduğunu anlayamadan karşımıza polis çıktı.
12:30’da başlayan polis müdahalesi 16:00’ya kadar sürdü. O süre zarfında neler yaşandı?
H.P: Polis geldi gazlarla bizi uzaklaştırmaya başladı. Yer yer çatışmalar oldu ve TOMA’larla bizi salonun önünden uzaklaştırdılar. Saatlerce gaz bombası atmaya devam ettiler. Bu sırada toplantı salonundaki etkinlik de sürüyordu. Saat 16:00’ya doğru, yani etkinliğin bitimine yakın, polis tekrar üzerimize geldi ve bizi ormanlık araziye doğru uzaklaştırdı.
Gazi Üniversitesi’nden geleceği iddia edilen grup olaylar sırasında neredeydi?
H.P: Bizim salonun önünden uzaklaştığımız sırada, ters istikametten yüz kişilik bir grubun binaya doğru gittiği görülmüş. Biz çekildikten sonra içeri girmişler demek ki. Polislerin bizi binadan uzaklaştırdıkları anda da salondan çıkıp kampüsten ayrılmışlar.
M.M: Etkinliğin başlangıç saati öncesinde bizi oyalamak için polis geldi ve Hacettepe Üniversitesi öğrencisi olmayan grup o şekilde içeri girebildi. Zaten polisin tutumu da bazı şeyleri ele veriyordu. Orada yaklaşık 50 kişiydik ve bizden daha kalabalık olan polis rahatça etrafımızı çevirip gözaltına alabilirdi. Dağıtıp oyaladılar, biz çekildikçe ilerlediler ama mesafelerini hep korudular. Hatta bazı arkadaşlarım polisten kaçarken gözaltına alınacaklarını zannetmişler ama polisler gözaltı yapmamış. Polisin bizi karşılaştırmaması taktik icabı; iki grup karşı karşıya gelmedi ve biz “olayları çıkaran terörist grup” ilan edildik. Okulun her yerine “18 Mart’a saldıran teröristleri kınamak üzere” Türk bayrakları asıldı. Saldırgan, eli sopalı, bıçaklı faşistler mağdur haline geldiler anlayacağınız.
Meseleden habersiz öğrenciler ve üniversite mensupları da polis saldırısından etkilendiler. Olaylar kapalı alanlara nasıl sıçradı?
H.P: Polisler bizi kovalarken Yıldız Amfi tarafına gittik, onlar da kapının önünü beklediler. O sırada attıkları biber gazı bombaları binanın etrafına düştü. Saat 15:00 civarında polis o bölgeye saldırdığında, öğrenciler de dersten çıkıyorlardı. Saldırının yoğun olduğu sırada çıkanlar, binadan dışarı adım atar atmaz bayılıyorlardı. O saldırı sırasında yaralananlar haricinde, 3 kişi biber gazı bombasının doğrudan vücutlarına isabet etmesiyle yaralandı. Bir arkadaşımın da dirseği kırıldı.
B.Y: Polis sadece bize değil, kampüsteki herkese saldırdı. Biz gazdan etkilendiğimiz için dağıldık ve amfilere, yemekhaneye, kütüphaneye de gaz yağmaya başladı. Atılan gaz bombaları kapalı mekânlara da girdi. Binaların içindeki astım hastası arkadaşlar yerlere yığıldılar. Yaralanan, bayılan kişileri ambulansa bindirdiğimiz sırada bile polis gaz atmayı sürdürdü. Amfinin önünde aynı zamanda plastik mermiler de kullanıldı.
Plastik mermilerin kullanıldığına ilişkin bir kanıt var mı?
MM: Astım hastası olduğum için hep gerilerdeydim ancak polis saldırısı sürerken farklı sesler duymaya başladım ve plastik mermi atıldığından şüphelendim. Birkaç eyleme giden onun sesini bilir. “Belki de yanlış işitmişimdir” diye düşündüğüm sırada mermilerin bir arkadaşımı sıyırdığını gördüm. Plastik mermilerle yaralanan arkadaşlar oldu ama durumları şu anda iyi.
B.Y: Plastik mermiden dolayı o gün 7 arkadaş yaralandı. Üniversite personeli, plastik mermi kullandığına ilişkin herhangi bir kanıt kalmasın diye, polisler kampüsü terk eder etmez geniş kapsamlı bir temizlik başlattı. Tüm gaz bombaları ve plastik mermi kalıntılarını, biz daha sonra bunları afişe edemeyelim diye çarçabuk topladılar.
Olaylar bittikten sonra okul yönetimi bir açıklamada bulundu mu?
B.Y: Polis kampüsten ayrıldıktan sonra rektörlüğe yürüdük ve durumu protesto ettik. Pek çok kişinin yaralandığını, polis şiddetinden tüm üniversitenin etkilendiğini söyledik ancak bir muhatap bulamadık. Rektörlüğün açıklaması sonradan geldi.
H.P: Olaylarda zarar gören binaların, kırılan camların, bir de tespit ettikleri suç aletlerinin fotoğraf ve videolarını üniversitenin resmi internet sitesine koymuşlar. Duyuruyu da, “Yorumsuz sunuyoruz” başlığıyla yayınlamışlar. Koskoca rektörlük ortada bir şey yokken kampüse polis getiriyor, bir de resmen öğrencisine “trip atıyor.”
Polis şiddetine hedef olan öğrenciler daha sonra nasıl “terörist” ilan edildiler?
H.P: 19 Mart Salı günü Beytepe’de Newroz kutlaması oldu. Edebiyat Fakültesi’nde toplanıp kutlama alanına yürümemiz 5 dakika bile sürmedi. İşte o yürüyüş sırasında fakülte önündeki Türk bayrağının indirildiğine dair bir söylenti ortaya atıldı. İddia yalan olduğu kadar manasız da; okulun en kalabalık fakültesinde böyle bir olay olsaydı mutlaka birileri tepki gösterirdi, kameralar da bu olayı tespit ederdi. Kaldı ki kimsenin Türk bayrağıyla bir sorunu yok. Amaç bir karalama kampanyası yapmak, herkesi bize karşı kışkırtmak. En apolitik insanın bile bayrak indirildiğinde tepki göstereceğini biliyorlar ne de olsa.
Basında da özellikle olaylar sırasında kampüse yazılan “PKK” ve “Apo” ibareleri öne çıkartıldı. 18 Mart günü saldırıya uğrayanlar kimlerdi tam olarak? Homojen bir kitleden söz edebilir miyiz?
MM: 18 Mart’ta K Salonu’nun önünde çeşitli öğrenci topluluklarından ve öğrenci çalışması yürüten kurumlardan gelen pek çok kişi vardı. Ancak tek ortak yönün faşizm karşıtlığı olduğunu, oradaki kimsenin polisi kampüste istemediğini belirtmeliyiz. Homojen bir kitle olmadığımız için yazılan her şeyi de savunamayız; oradakilerin tek ortak yönü, öğrencilerin yaşam alanı olan kampüslerde polis ve asker istememeleriydi. Bahsi geçen yazılamalar tam da okul yönetiminin ekmeğine yağ sürmektir. Okul yönetimi bu durumu kullanarak polis müdahalesini meşrulaştırmaya çalışıyor.
B.Y: Polis saldırısı sırasında zaten kimin ne yaptığı belli değildi. Herhangi bir yazılama yapılmasına ilişkin ortak bir karar alınmış değil. Zaten bizim ortak karar almamız mümkün değil, biz birlikte hareket eden bir grup değiliz ki! Dışarıdan gelen ülkücüleri kampüste istemeyen öğrenciler bir anda polisten şiddet görmeye başladılar. Oradaki kalabalığın tek ortak yönü buydu. Olaylar hakkında fikri olmayan kişiler, o yazıları görüp öfkelendiler. Üniversite yönetimi de buna çanak tuttu; camları kırılan bir kulübenin üzerine rektörlük, “Bunları yapanlar utansın” yazdırdı. O yazı günlerce orada kaldı.
Soruşturma ve yurttan atılma safhası ne zaman başladı?
M.K: Yurttan atıldığımız günün öncesinde ilginç şeyler oldu. Bayrak indirme iddialarıyla başlayan karalama kampanyası öğrenciler içinde de karşılık buldu. 20 Mart Çarşamba gecesi yurttaki oda arkadaşım telefonda, “Yurtlar boşaltılıyormuş. Okulu örgüt basacakmış, yurtlara girip kadınların hepsine tecavüz edeceklermiş. Tekrar biber gazı saldırısı olacakmış” dedi.
Örgüt diye nitelendirilen grup kim?
M.K: Adımız “örgüt” oldu artık olaydan sonra. Okul yönetimi bizi bu pozisyona sürükledi. Aynı gece okulun 2 gün süreyle tatil edildiğini öğrendik. Söylentiler tatille birleşince insanlar okuldan kaçmaya başladılar. Ankara’yı terk edenler bile olmuş.
M.M: O akşam aynı odada kaldığım 2 arkadaşım valizlerini toplayıp okuldan ayrıldılar. Öbür arkadaşım da çok korktuğunu, yurttan çıkmak istemediğini söylüyordu. Yemeğe giderken ona eşlik etmemi istedi. Aynı sıralarda kırtasiyeye giden arkadaşlar bayrak satışlarının fırladığını, talebi karşılayabilmek için yeni sipariş verildiğini öğrenmişler.
Olaylardan önce okuldaki kantinlerde Türk bayrağı satılıyor muydu?
H.P: Satılmıyordu elbette. Kaldığım yurdun mevcudu yaklaşık bin kişi. Bazı odalarda hep Türk bayrağı asılı olur, kişisel tercihleridir. 21 Mart Perşembe günü kampüse gittiğimde pek çok odanın camına bayrak asıldığını gördüm. Sonrasında işler bununla da sınırlı kalmadı; kız yurduna, erkek yurduna ve bazı binalara dev bayraklar asıldı. Bayraklar için talimatı kimin verdiğini yurt görevlilerine sorduk, “Vallahi bize emir geldi” dediler. Rektörlükten emir aldıkları çok belli, zaten ilk bayrak da rektörlük binasına asılmıştı. Herkesin korkutulduğu, bayrak indirildiği söylentisiyle gerildiği ortama bir de dev bayraklar eklenince endişe öfkeye dönüştü. Yurttan kovulduğumuzu da o sabah öğrendik.
Yurttan atıldığınızı öğrenince ne yaptınız?
M.K: Yurda gittiğimizde atıldığımızı söyleyip tebligatları verdiler. Yurtlar müdürü, aslında öğlene dek odalarımızı boşaltmamız yönünde talimat geldiğini, ama kendisinin ricasıyla sürenin akşama kadar uzatıldığını söyledi. Yurtlara giriş yaptığımız elektronik kartlarımız kullanıma kapatıldığı için eşyalarımızı toplamak için odalarımıza bile çıkamadık, yanımıza birer gözetmen verdiler!
M.M: Hemen rektörle görüşmek için harekete geçtik ancak Genel Sekreter Yardımcısı Fatih Kayran’ı bulabildik. Odasına girdiğimizde kapısını açık tuttu ve odanın yakınına 3 güvenlik görevlisi çağırdı. “Hocam neden endişe ediyorsunuz, buraya konuşmaya geldik” dediğimde, “Siz terörist değil misiniz?” diye cevap verdi. Kendisiyle konuşamayacağımızı anlayınca Rektör Murat Tuncer’le görüşmek için randevu istedik. Kayran o konuda da hiç yardımcı olmadı, ne dediysek kabul etmedi. En sonunda, “Sıhhiye Kampüsü’ne gidin, kırmızı plakalı bir araç görürseniz arkasından koşmaya başlayın” dedi.
H.P: Kayran’a yurttan atıldığımızı, gidecek yerimiz olmadığını söylediğimizde, “Bilmiyorum, benim sorunum değil. Onu taş atmadan önce düşünecektiniz” dedi.
Yurttan atılmanızın gerekçesi polise taş atmanız mı?
H.P: Kayran öyle söyledi ama tebligata göre Barınma Birimleri Yönetmeliği’nin 22’nci maddesindeki bir sürü maddeye aykırı davranışlarımız olmuş. Olaylara katıldığımız tespit edilmiş. Ceza veriyorlar ama savunma almak gibi bir zahmete girmiyorlar.
M.K: Ben olayların içinde değildim. 13:30 gibi saldırıdan haberdar oldum ve kütüphane tarafına gidip karışıklığı izledim. Erkek arkadaşımın yanına gittiğimde bana, “Gelme, burası çok karışık” dedi ve geri döndüm. Kütüphane tarafına döndüğümde oraya gelen biber gazından etkilenerek içeri girdim. Daha sonra tekrar dışarı çıktığımda yanıma gelen bir polis şefi, “Geri çekilin tekrar olay çıkacak” diye konuştu. Ben de, “Burası bizim okulumuz, siz geri çekilin” dedim. Bu konuşmayı duyan bir özel güvenlik, “Arkadaşlarınız bize molotof kokteyli attılar” dedi. Bu diyaloglar sürerken bir başka güvenlik görevlisi elinde kamerasıyla bizi çekiyordu. Olaylarla ilgim bundan ibaret. Bazı arkadaşlarımızı önceden soruşturmaları olduğu için gözlerine kestirmişler ama benim geçmişte bir soruşturmam da yok. Beni neye dayanarak yurttan attıklarını bilmiyorum. Aynı şeyleri Fatih Kayran’a anlattığımda, “Sen demek ki bir şeyler yapmışsın, görüntülerde tespit edilir nasıl olsa. Biz bu cezayı boşuna vermedik” cevabını aldım. Olay günü kampüste olmayan başka arkadaşlarımız da yurtlarından atıldılar. Bu olay tamamen örgütlü olan veya örgütlü olmaya yakın politik öğrencilere yapılmış bir operasyon. Şu anda yurtlarda sol görüşlü hiçbir öğrenci kalmadı.
Rektörle görüşebildiniz mi?
H.P: Rektörü tesadüfen Sıhhiye’de bulduk ve kendisiyle görüştük. Bize, “Öğrenci arkadaşlarınızdan ‘PKK’lılar tarafından tehdit ediliyoruz, yurda saldıracaklar’ diye şikâyetler geldi. Biz de sizin o kişilerle aynı yurtlarda bulunmanızın uygun olmayacağını düşünerek yurttan çıkarılmanıza karar verdik” dedi. Ortada gerçekliği kesinlik kazanmamış bir tehdit veya tehdit söylentisi var. Böyle bir olay varsa bile biz başkasının işlediği suçun cezasını çekiyoruz. Üstelik usule de aykırı; soruşturma açılır, savunmamızı yaparız, gerekli görülürse yine yurttan çıkartabilirler bizi. Ancak hiç değilse kendimizi savunma şansımız olur. Rektör de usulsüzlüğün farkında olduğu için, “18 Mart günü çıkan olaylarda kamu malına zarar vermediğinizi, aksi ispatlandığı takdirde yurttan çıkarılma cezasına razı olduğunuzu beyan ettiğiniz birer dilekçe hazırlayın” dedi.
M.M: Usulsüzlüğü kapatmaya çalışıyorlar. Benim zaten yurtla ilişiğimi kesmişler ama rektörün ağzından çıkan bir cümleyle yurda geri alınmış olduk yani. Ancak başka bir gün farklı düşünürse yine kapının önüne koyabilirler bizi.
Dilekçeleri imzaladıktan sonra yurda dönüşünüzde bir sorunla karşılaştınız mı?
H.P: O gece yurtta kaldık ama ertesi gün işler yine karıştı. Dilekçelerin kabul edilmediğini, olaylara katılmadığımızı beyan edeceğimiz yeni dilekçeler yazmamız gerektiğini öğrendik. Olaylara katılmakla kamu malına zarar birbirinden çok farklı şeyler! Olaylara karıştığımız için, polis şiddetine maruz kaldığımız için zaten bu işler başımıza geldi.
M.M: Rektör karşıt görüşlere izin verdiğini söylerken, bir yandan da “Ben karşıt görüşlere izin veririm ama yurdumda barındırmam” mesajı veriyor. Kredi Yurtlar Kurumu’nda disiplin cezaları; uyarı, kınama, uzaklaştırma, ilişik kesme şeklinde dört aşamalıdır. Daha önce hiçbir ceza almamış kişilerin savunmaları bile alınmaksızın yurtla ilişiklerinin kesilmesi çok yanlış. Kısa vadede orada kalabilmek için o dilekçeleri yazmayı kabul ettik, zaten karar idari mahkemeden de dönecektir. Ama uzun vadede meşruluk zeminimiz var. Rektör, şimdiye kadarki tüm açıklamalarında üniversiteye polis sokmayacağını söyledi ama polis bir şekilde oradaydı.
Olayların polis şiddetinden kaynaklandığını söylediğinizde rektörün yanıtı ne oldu?
M.K: Rektör, “Güvenlik birimleri yetersiz kaldığı zaman polis gelebilir” dedi. Ama kampüse polisi çağıranın kendisi olmadığını da ekledi.
Güvenlik birimlerinin yetersiz kaldığı nasıl anlaşılır üniversitede?
H.P: Güvenliklerin yetersiz kaldığının anlaşılabilmesi için önce bir olay olması ve güvenliğin müdahale etmesi gerekir. Aynı soruyu yönelttiğimiz Fatih Kayran, “Polisi biz çağırmadık, bir yerde asayiş sıkıntısı olduğunda polis oraya gider” cevabını verdi. Yani polisi kimin çağırdığı belli değil!
B.Y: Polisi çağıranın kim olduğunu sorduğumuz herkes, “Siz neden oradaydınız” diyor. Durduk yere polis üniversiteye girmiş, daha önce gelip okulu dağıtan eli bıçaklı adamlar yeniden kampüsteler, arkadaşlarımız biber gazından pat pat yere yığılıyorlar… Başka sebebe ihtiyaç var mı?
Şu anda yurtlarınızda kalabiliyor musunuz?
M.M: Keyfi bir şekilde, bir gecede bizi yurttan atan rektör, tepkiler üzerine yurtlara girişimize yeniden izin verdi. Ama Hacettepe normale dönmedi; hala her yerde bayraklar var. Bu bayrak indirme, yurtlara saldırı gibi iddiaları ortaya kimin attığını bilmiyoruz ama üniversite yönetimi etrafa bayraklar astırarak gerginliği körüklüyor. Okulun ayrımcı tavrı yeni değil; daha önce girdiğim bir soruşturma sırasında “Hemşinli olduğunu söylüyorsun ama sizin için Ermeni diyorlar, ne diyeceksin?” sorusuyla bile karşılaşmıştım.
M.K: Bayrak indirme iddiasına tepki gösteren öğrenciler Facebook’ta “Hacettepe Sahipsiz Değildir” isminde bir sayfa açmışlar ve orada örgütleniyorlar. Beraber yemek yediğimiz, karşılıklı oturup konuştuğumuz kişilerin hakkımızda, “Yurttan atılmışlar. Boş verin, okuldan da atılsınlar” dediklerine şahit oldum.