Doğu Eroğlu (31 Mart 2013 BirGün Gazetesi)
10 yılda içerideki sorunları kendi doğruları çerçevesinde çözen iktidar, Erdoğan’ın barış anlayışını Türkiye’ye ve Orta Doğu’ya dayatmaya hazır.
60’ıncı Hükümet’in 2009’daki flaş transferi Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı görevine gelmesiyle başlayan saldırgan dış politika dönemi, uzun süren bir Neo-Osmanlıcılık tartışmasını başlatmıştı. Pax Romana, yani “Roma Barışı” kavramına atıfta bulunan Pax Ottomana teriminin yeniden gündeme geldiği o günlerden beri küresel aktör ve bölgesel güç olma iddiasına sahip Türkiye, içerideki karışıklıkların bir şekilde çözümlenmesiyle bugün yeni bir döneme giriyor. 2009’da başlayan Kürt Açılımı’nın ilk somut sonuçlarının ortaya çıkması ve tek adam rejiminin şüpheye yer bırakmayacak hâkimiyetiyle birlikte AKP iktidarının, daha doğrusu Erdoğan’ın projesinin, Pax Ottomana’dan Pax Erdoğana’ya evrildiğini söyleyebiliriz.
Tarihsel olarak Roma İmparatorluğu’nu Roma Cumhuriyeti’nden ayıran Pax Romana fikrini, içte ve dışta zoraki bir barış tesisi olarak değerlendirebiliriz. Geç Cumhuriyet dönemindeki iç savaş ve karışıklıkları, mevcut güç dengesini tehdit edebilecek rakiplerin sindiren otokratik yöntemle sona erdiren Pax Romana fikri, imparatorluğa dönüşen idarenin dış düşmanlara ve içerideki müsabıklara barışı dikte etmesiyle birkaç yüzyıl devam etti. Fikir, kendi zamanının ötesine geçerek dünya tarihindeki hegemonya dönemlerine de ilham oldu (Pax Brittanica, Pax Americana, vb.). Güçlünün zayıfa zorla kabul ettirdiği bu barış ve huzur dönemlerinin yalnızca Roma İmparatorluğu sırasında değil, Britanya İmparatorluğu’nun dünya egemenliği sırasında da sonsuza kadar süreceği öngörülüyordu. 1945’ten sonra nükleer silahlanmayla, dünyayı kendi koşullarındaki bir barışa zorlayan ABD hegemonyasının da dünya tarihi sürdükçe ayakta kalacağını düşünenler hala mevcut.
Elbette Pax Erdoğana fikrinin, dönemin şartlarına göre son derece gerçekçi olan -ve hatta çağın bilinen dünyasında somutlaşabilmiş- Pax Romana ve ardıllarından önemli farklılıkları var. Roma barışı gibi, Pax Erdoğana da çağının gerçeklerini ve yerel konjonktürü dışlamıyor; küresel kapitalist dünya ekonomisinde bilinen dünya, Roma barışının fiziksel sınırlarının çok ötesine uzandığından, Erdoğan’ın barışı ancak Orta Doğu’yu kapsayabiliyor. Gerçekçilikten ödün vermemek namına, İsrail ve ABD gibi aktörlerin varlıklarını da yadsımıyor; kendi barışını çevresel ülkelere dayatmaktan geri durmazken, merkez ülkelerle ilişkilerde ise kendi konumunun farkında olan bir yaklaşımı benimsiyor.
Önce evinin önünü süpür
İçten dışa egemenlik ve zoraki barış yolunda, Pax Erdoğana fikrinin kullandığı modernize edilmiş yöntemler de mevcut. Bu bağlamda, Ergenekon ve Balyoz davalarında kendini gösteren, KCK sürecinde ve DHKP-C operasyonunda kurallaşan içe dönük toplumsal kontrol mekanizmaları ile soruşturma ve polis yöntemleri “önleyici müdahale” kavramını; aynı siyasetin dışarıdaki tezahürleri ise İsrail’in öncülüğünü yaptığı, ABD’de George W. Bush döneminde uluslararası siyaset ve harp literatürüne giren “önleyici savaş” yöntemlerini anımsatıyor.
İsrail’in 1981’de, Irak’ın 5 ila 10 yıllık süre içerisinde nükleer silah üretebileceğini ileri sürerek (herhangi bir uyarıda bulunmaksızın) Irak’taki Osirak Nükleer Reaktörü’nü bombalaması üzerine tartışılmaya başlayan önleyici savaş diskuru, 11 Eylül sonrasında ABD dış politikasını şekillendiren Bush Doktrini’yle beraber meşrulaştı. İkinci Irak İşgali’nin gerekçesi olan kitle imha silahlarının ilerleyen yıllarla birer mitosa dönüşmesi, önleyici savaş kavramının kurgusal boyutunu gözler önüne sererken, bir yandan da somutlaşmamış iddiaların ve potansiyel tehditlerin uluslararası hukukça nasıl meşru görülebildiğini ortaya koyuyordu. Meşru müdafaa dışındaki gerekçeleri, hukuki kabul gören savaş sebeplerine dönüştürmeye yarayan bu “önce vur, sonra kanıt bul” diskurunun pratik işlevini göstermenin çok kolay bir yolu daha var. Anılan tüm örnekler bir yana, önleyici saldırı teriminin Türk Silahlı Kuvvetleri lügatine “ön alıcı meşru müdafaa” biçiminde girdiğini söylersek, kavramın savaşı meşrulaştırıcı işlevini kolayca tarif etmiş oluruz sanırım.
Barış nasıl kuruldu?
Önce, Ergenekon ve Balyoz davaları yoluyla eski rejimden artakalan reaksiyoner kuvvetler devre dışı bırakıldı. Sonrasında ise son 30 yılın en önemli sorununun çözümü için adım atıldı; KCK davasıyla eşzamanlı olarak tecrit koşulları ağırlaştırılan Abdullah Öcalan, Malcolm X’in sözünden çıkarak (“Barışı özgürlükten ayıramazsınız çünkü kimse özgür olmadan barışı yaşayamaz.” 1965) Erdoğan’ın koşullarında, yani ulus devlet ve ümmetçi imparatorluk şartlarını kabul ederek uzlaşma yoluna girdi. Aynı sırada pek çok çuval dava ile sol muhalefet geriletilmeye çalışıldı, hiç yoksa savunmaya zorlandı. İçerideki huzur ve barış ortamını yaratmaya yönelik girişimlerin tümünde, işlevden ziyade yöntem tartışıldı; yargı ve polis usulleri olası tehditleri ve potansiyel tehlikeleri önlemek amacıyla, önleyici müdahale ilkesi doğrultusunda şekillendirildi.
Aynı yöntem dış siyasete de damgasını vurdu. Bush’un kitle imha silahlarının kullanımını önlemek amacıyla başlattığı önleyici Irak seferine, TBMM’den geçmeyen 1 Mart Tezkeresi ile destek vermeye çalışan Erdoğan iktidarı, sıra Suriye’ye geldiğinde ABD’nin yöntemiyle savaş çağrıcılığı yaptı. İsrail’den alınan Mavi Marmara özrünün de Pax Erdoğana fikri doğrultusunda, Suriye cephesinde güçlerin bölünmemesini hedeflediği, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun “Bizim için en büyük tehlike Suriye’deki kimyasal silahların terörist grupların eline geçmesidir” sözleriyle açığa çıktı.
Dış politikada bunlar oladursun, Pax Erdoğana’nın yerel ayağı işlemeye devam ediyor. İç huzurun tahsis edilmesi doğrultusunda çıkartılan Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun’un ilk kurbanları olan, Van Kadın Derneği’nin arasında bulunduğu 10 dernek hakkındaki kapatma davasının ilk duruşması 4 Nisan’da görülecek. Önceki hafta TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na sevk edilen Uludere Raporu ise beklenildiği üzere komisyonca onaylandı. Böylelikle 34 kişinin yaşamını yitirdiği Roboski Katliamı’nda kasıt bulunmadığı, olayın failinin olmadığı tespit edildi. Son 10 günlük dönemde içeride ve dışarıdaki bu güncel gelişmeler, Pax Erdoğana’nın sloganını da ortaya koymuş oldu. Roma’dan ödünç aldığımız kavrama slogan bulmak için çok uzağa gitmeye gerek yok: Si vis pacem, para bellum. Yani, “Barış istiyorsan savaşa hazırlan!”