Terzilik yaptığı Gaziantep’te iki kişiyi öldürdüğü iddiasıyla 1979’da tutuklanan, o tarihten beri yalnızca 2 yılını özgür geçiren Tahir Canan, Türkiye’nin en uzun süre cezaevinde yatan tutuklusu. Cinayet suçlamasını reddeden Tahir Canan, 1991’de şartlı salıverildikten 2 yıl sonra, yani 1993’te, delili olmayan iddialarla yeniden tutuklandı. 1993’te işlediği iddia edilen suç, mahkeme kararıyla tüm sonuçlarıyla beraber ortadan kalktıysa da Tahir Canan’ın tutukluluğu bugüne dek sürdü. Şu günlerde yasalaşması beklenen dördüncü yargı paketiyle özgürlüğüne kavuşması ihtimali yeniden beliren Tahir Canan’ın hukuk mücadelesini ve cezaevinde geçen 32 yılı, oğlu İlhan Canan Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.

Röportaj: Doğu Eroğlu

Tahir Canan’ın ilk defa hapse girmesine yol açan olay neydi?

O sıralarda 2 yaşında bir bebektim. Babam, darbeye hazırlık dönemi diyebileceğimiz 70’li yılların sonlarında Gaziantep’te Halkın Kurtuluşu geleneğine gönül vermiş bir terziymiş ve yoksulların ağırlıklı olduğu Karşıyaka Mahallesi’nde bir dükkânı varmış. Babamın dükkânı, kentteki üniversite öğrencilerinin, işçilerin, esnafın da geldiği bir politik çekim merkeziymiş; güncele ve geleceğe ilişkin tartışmalar yapılırmış. Babam da bu kişiler arasında bilinen, aktif bir isimmiş. Elbette bu durum dikkat çekmiş; esnafsınız, dükkânınıza girip çıkan insanlar ve görüşleriniz belli… Tabii mahallede karşıt görüşlü insanlar da var, onlar da boş durmuyorlar. Babam sürekli gözaltına alınır, dayak yermiş. Hatta bir seferinde gördüğü işkencelerden sonra öldü zannedilip çöpe bırakılmış ancak kendine geldiğinde evin yolunu bulabilmiş. Babam tüm bu badireleri bir şekilde atlatmış. Bakmışlar ki vazgeçmiyor, 1979’da mahallede öldürülen iki sağ görüşlü kişinin katili ilan etmişler.

Tahir Canan cinayetlerle nasıl ilişkilendirildi?

İki olayda da görgü tanıklarının cinayetlerle ilgili söylediği tek şey, zanlının 1.50-1.60 boylarında bir adam olduğuymuş. Bu tariften nasıl olduysa babama ulaşılmış. Polis, cinayetlerle ilgili basına bilgi verirken Tahir Canan ismini zikretmiş. Bu açıklamadan sonra ölen kişilerin aileleri de babamı işaret etmişler. Karakoldaki ifadelerde Tahir Canan ismi daha geçmiyorken, 12 Mayıs 1979 tarihli Milliyet Gazetesi’nde çıkan ve kaynak olarak “polis yetkililerinden alınan bilgi” gösterilen haberde, olayların failinin Tahir Canan olduğu ileri sürülüyor. Bilgiler de karmakarışık; habere göre sağ görüşlü Tahir Canan, solcu kişileri vurmuş. Abidin Atılgan’ın öldürüldüğü olayda kardeşi de yaralanıyor. Kardeşi, babamı mahalleden tanımasına rağmen ifadesinde Tahir Canan ismini kullanmıyor ancak Milliyet Gazetesi’nde çıkan haberden sonra iki aile de karakolda ifadelerini değiştirip Tahir Canan’ın ismini veriyorlar. Babam işkencelere rağmen Abidin Atılgan ve Abdullah Körez cinayetlerini kendisinin işlediğini kabul etmiyor. Ölen kişileri tanıdığını, o kişileri kendisi öldürmüş olsaydı daha ilk anda isminin ortaya çıkacağını söylüyor. Cinayetlerden birini PKK, yani o zamanki ismiyle Apocular örgütü üstlenmişse de, babam işlemediği iki cinayetten toplam 36 yıl mahkûmiyet almış.

12 Mayıs 1979 tarihli Milliyet Gazetesi haberi.

Cinayeti üstlenen bir örgüt varken, üstelik ilk ifadelerde zanlı teşhis edilememişken, hâkimler Tahir Canan’ı hangi delile dayanarak mahkûm ettiler?

Tüm unsurlara ve lehteki ifadelere rağmen Tahir Canan aleyhinde karar verilmesindeki temel sebep, tutukluyken -yani ceza henüz kesinleşmemişken- babamın cezaevinden firar etmesi. Hâkimler, “Kardeşim, sen bu suçları işlemediysen firar etmezdin. Firar ettiğine göre bu cinayetleri sen işledin” diyorlar. Babam ise, insanların sokaklarda, cezaevlerinde öldürüldüğü bir dönemde cezaevinden kaçma imkânı yakalayan herkesin bu şansı kullanacağını anlatmaya çalışıyor. O dönem toplu firarlar almış başını gidiyor zaten, babam da bunlardan birine denk gelmiş ve firar etmiş. Cezaevinden firar etmek bir başka suçun kanıtı olabilir mi?

Bir de işin Apocular örgütü boyutu var. Abdullah Öcalan 1999’da yakalandıktan sonra, Gaziantep’te işlenen 70 cinayetten ötürü hakkında bir dava açıldı. Öcalan’ın talimatıyla işlendiği iddia edilen cinayetler arasında Abidin Atılgan cinayeti de var.

Tahir Canan, Abidin Atılgan’ın öldürdüğü gerekçesiyle ceza aldı. Faili bulunmuş bir cinayetin yeniden soruşturulması garip değil mi?

Demek ki Tahir Canan’ın gerçek katil olmadığını onlar da biliyorlarmış. Meclis Araştırma Komisyonu kayıtlarında da Abidin Atılgan’ın “kimliği saptanamayan kişi veya kişilerce ideolojik nedenlerle 1979’da öldürüldüğü” belirtiliyor. Yani mahkemelerin de, TBMM’nin de faili meçhul olarak kabul ettiği ve 1999’da Öcalan’ın talimatıyla işlendiği iddia edilen bir cinayet yüzünden Tahir Canan 1979’dan beri hapis yatıyor. Tahir Canan bir sosyalist. Ama cinayet işlememiş, işlemediğini de hala söylüyor.

Babanız cezaevindeyken sizin hayatınız nasıl değişti?

Babam içeri girdiğinde üç çocuğu ve eşi vardı. Annemin ailesi ülkücü kökenli, 36 yıl hapis kesinleşince babası annemi bir şekilde ikna etti ve boşandılar. Biz üç kardeş, babaanne ve amcalarla büyüdük. Annemse babamdan ayrıldıktan sonra başka biriyle evlendi. Annemle ara sıra görüşsek de, ailesiyle irtibatımız kalmadı. Hükümetler değişir, memleket sözde demokratikleşirken, 1991’e dek bizim ailemizde de bu değişiklikler oldu.

Babanızla olan ilişkiniz nasıl yürüyordu?

1991’e kadar çok rahattı. 1991’deki Şartlı Tahliye Yasası’na kadar cezaevlerinde ciddi direnişler ve elde edilmiş haklar vardı. Cezaevlerinde koğuş sistemi vardı, hem koğuşlarda hem de dışarıda açık görüş yapılırdı. Mesela bayram görüşleri dört gün üst üste olurdu ve birinci gün içeri girer, dördüncü günün sonuna kadar babamla kalırdık. Ziyaretlere cümbür cemaat, en güzel kıyafetlerimizi giyip giderdik. Orada oyun alanımız da genişti; avluda koşturuyorsunuz, oyun oynuyorsunuz, sürekli ilgilenen birileri var. Bizim için bayram görüşleri çok güzel anılardı yani. Akşam görüş sona ererken ranza altlarında saklanırdık, büyükler çıkardı ama biz çocuklar içeride kalırdık. Gece cezaevlerinin içi çocuk sesinden geçilmezdi. Babayla geçirilmiş hatıralar edinirdik hepimiz. Bu şekilde toplamda 8-10 gün arasında kaldık babamın yanında. Gardiyanlar da bilirlerdi ama göz yumarlardı.

Ama kötü anılar da vardı; her defasında tekrarlanan aramalar, duvarlar, demir parmaklıklar… Onlara ulaşana kadar her adım başında asker, jandarma, gardiyan herkes defalarca arardı. Götürdüğümüz yiyecekler bile mıncıklana mıncıklana aranırdı. Kısacası içeriye girene kadarki yaşadıklarımızla içeride olanlar çok farklıydı. Bunlara katlanıp içeri girebilince her şey değişiyordu. Şartlı salıverilmeler başlayınca bu haklar yok oldu, bir dönem kapandı. Cezaevleri boşalınca büyük bir dönüşüm başladı; o dönemde şartlı salıverilenlerin çoğu kısa zamanda çeşitli sebeplerle tekrar tutuklandılar ama döndüklerinde farklı bir cezaevi buldular. Koğuş sistemine operasyonlar başladı, F tipi gündeme getirildi.

İlhan Canan. Fotoğraf: Cankız Çevik

İlhan Canan. Fotoğraf: Cankız Çevik

Cezaevini ilk ziyaretinizde kaç yaşındaydınız?

Hatırladığım ilk gidişimde yaklaşık 7 yaşındaydım. Babamla ilk tanışmam gibiydi. Babama dair hayal meyal hatırladıklarım vardı ama bilinçli ilk hatıram cezaevindeki o ziyarettir. Cezaevine giriyorsunuz ve her yerde aranıyorsunuz; gardiyanlar, askerler, kapılar, duvarlar… Sonra babanızı görüyorsunuz. Kapalı görüşler 10 dakikadan ibaret olduğu için hep açık görüşlere giderdik. Eskiden açık görüşler de şimdiki gibi 45 dakika değildi, tüm gün sürerdi.

Çocukken babanızın niye tutuklu olduğunu bilir miydiniz? Okul arkadaşlarınıza, mahalledeki diğer çocuklara durumu nasıl izah ediyordunuz?

Yaşımız erene kadar babamın neden tutuklu olduğundan tam emin olamadık. Solcu olduğunu, fikir suçlusu olduğunu, iyi bir insan olduğunu bilirdik. Başkalarına hep, “Babam fikir suçlusu, siyasi suçlu” derdik. Bize en çok, “Fikir suçlusu ne?” diye sorarlardı. Açıklayamazsınız ki! Biz de tam olarak bilmiyorduk ne olduğunu ama fikir suçlusu demek kötü bir sebepten tutuklu olmadığının ifadesiydi. O yaşta fikrin nasıl suç olabileceğini de çözemiyorsunuz zaten… “İçeride bir sürü fikir suçlusu var zaten” deyip geçiştiriyorsun. Yaş biraz ilerleyince işçinin, emekçinin, sömürünün ne demek olduğunu öğreniyorsun. Emeğin, ezilenlerin yanında olan bir düşüncenin varlığını, bir de bu kavramların karşısındaki düşünceler olduğunu bilirdim. Bildiğimiz, içeridekilerin kötü insanlar olmadığıydı. Anlattıklarından, konuşmalarından, yüzlerinin ışığından bunun farkındaydık ama diğer insanlara tam olarak anlatamıyorduk.

1991’de babanızın şartlı tahliye edilmesiyle birlikte aile yaşamınız nasıl değişti?

1991’deki şartlı salıverilmeyle birlikte babam cezaevinden çıktı ve Gaziantep’ten Gebze’ye taşındık. Babam sicili yüzünden Gaziantep’te ne iş bulabildi, ne de kendi işini kurabildi. Rahat bırakmıyorlardı; babam İstanbul’dan aldığı tekstil ürünlerini satmak için tezgâh açtıkça polis rahatsız ediyordu. Baktık olmuyor, Gebze’ye taşınmaya karar verdik. Babam kendi düşünce yapısına uygun birini buldu ve 1992’de ikinci annemiz Gülnigar Canan’la evlendi. Annem hemşireydi, babam da Gebze’den aldığı havlu, tişört gibi ürünleri Malatya, Antep ve Adıyaman’da satardı.

1993’teki ikinci mahkûmiyete ne sebep oldu?

Babam o gidişlerinden birinde uzun süre dönmedi. Malatya’dan Adıyaman’a giderken gözaltına alındığını sonradan öğrendik. Delil olmadığı halde Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından Türkiye Devrimci Komünist Partisi üyesi olduğu gerekçesiyle 12 buçuk yıl hapisle yargılandı ve ceza aldı. Bu sefer de OHAL’in (Olağanüstü hal) tüm işkence yöntemlerini Malatya Cezaevi’nde yaşadı ama yine iddiaları kabul etmedi. Kabul etmemek de sosyalistlerin benimsediği örgütsel bir tavır olduğundan, kabul etmediğinizde de örgüt üyesisiniz demektir! “Bu örgütlü bir davranıştır” dediler ve mahkûm ettiler. Silahlı bir eylem yok, herhangi bir doküman yok ama Tahir Canan örgüt üyesi! İnfazı yandığı için kalan 24 yıl da eklendi ve yeniden 36 yıl hapse dönüştü. Ondan sonra hukuk mücadelesi yeniden başladı. Avukatların koşturması, babamın başvuruları derken, 4959 Sayılı Topluma Kazandırma Yasası kapsamında yaptığı başvurular sonrasında, Malatya DGM’sinde verilen cezanın tüm sonuçlarıyla ortadan kalktığına ilişkin bir karar çıktı 2003’te. Ancak itirazın kabul edilmesine karşın babamın tutukluğu sürüyor.

2003’teki karardan sonra tahliye beklerken, babanız 10 yıl daha tutuklu kaldı. Bu durumu mahkemeler ve hukukçular nasıl açıklıyor?

Canan ailesi bir cezaevi ziyareti sırasında.z

Canan ailesi bir cezaevi ziyareti sırasında.

2003’teki karardan sonra babam eşyalarının ve kitaplarının birçoğunu dışarıya gönderdi. Biz de tahliyesini beklemeye başladık ama bir türlü çıkamadı işte… Hangi hukukçuya sorsak durumun çok garip olduğunu söylüyor. Malatya DGM’sinin 2003’te verdiği kararda, “Hükümlü Tahir Canan hakkında mahkememizce kurulan mahkûmiyet kararının 4959 sayılı yasanın 4-A maddesi gereğince tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasına, hükümlüye ceza verilmesine yer olmadığına karar verildi” deniyor. İlk mahkûmiyet kararı Gaziantep’ten çıktığı ve 1993’teki ceza babamın şartlı salıverilme koşullarını çiğnediği için, bu karar Gaziantep’e gönderilmiş. Oradakiler de, “Cezanın ortadan kalkması, suçun oluşmadığı anlamına gelmez” deyip tahliye kararı almamışlar. Hâlbuki infazı yakan suç, tüm sonuçlarıyla ortadan kalktığı için infazın yanmaması lazım. Ancak Gaziantep’teki mahkeme anlaşılmaz bir kararla tutukluluğu devam ettiriyor.

Malatya’daki mahkeme suçun ortadan kalktığını belirtiyor. Gaziantep’teki mahkeme ise infazı yakan suçun ortadan kalkmasına karşın tahliye kararı almıyor. Gaziantep’teki mahkeme niçin kendi vermediği kararı yorumlamaya kalkıyor?

Gaziantep’teki mahkeme infazı yakan suçu kendi üzerlerine vazife olmadığı halde yorumlamaya kalkıyor. Durumu o kadar zorluyorlar ki ceza ve suçu ayırıp suçu sabit buluyorlar, “İnfazın yatırılması lazım. Suç ortada ama ceza ortadan kalkmış” diyorlar. Daha da ilginci Tahir Canan’ın adli siciline bakıldığında görülüyor. Dördüncü yargı paketiyle gelecek düzenlemelerden Tahir Canan’ın da yararlanması için görüştüğümüz AKP İstanbul Milletvekili Bülent Turan’ın danışmanı geçenlerde bizi aradı ve babamın adli sicil kaydını istedi. Gebze Cumhuriyet Başsavcılığı’na istekte bulunduk ve gelen cevapta “Tahir Canan’ın adli sicil kaydı yoktur” deniyordu. Bizim dışımızdaki herkes buna çok şaşırdı. Tahir Canan’ın infazını yakan ceza tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkmıştı. Ortadan kalkmış ceza adli sicilden de silindi, peki bu adam niye hala yatıyor?

2003’te çıkmayan tahliye kararı hangi tarihe ötelendi?

2003’teki karardan sonra babam cezaevi yönetimine ve Yargıtay’a itiraz etti. Verdikleri ilk yanıtta, babamın 3 Ekim 2013’te tahliye olacağını söylüyorlardı. Babam hesaplamaların yanlış olduğunu söyleyip yeniden itiraz etti. Bu defa tahliye tarihi olarak 26 Ocak 2016’yı işaret ettiler. İlkine itiraz eden buna da itiraz eder elbet; üçüncü itirazda ise tahliye tarihi 2 Ekim 2025’e ötelendi. Bu kadar trajikomik, insanlık dışı, saçma sapan bir şey olabilir mi? Suç sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkıyor ama 2025’e kadar yatması gerektiğini söylüyorlar. Babam 36 yıl hüküm yemiş, 2025’e kadar yattığı takdirde toplamda 48 yıl hapis yatmış olacak. 2011’de başlattığımız Tahir Canan’a Özgürlük kampanyası sonrasında geri adım attılar ve yeniden 2016 tarihini belirlediler. Peki, bu karar hukuki mi? Kendi hukuklarını yeniden çiğniyorlar.

Tahir Canan cezaevinde kötü muamele gördü mü?

3 sene önce yeniden yargılama talebi yüzünden Adana’ya gidip geliyordu. Davalar için gittiğinde Kürkçüler Cezaevi’nde kalıyordu ve orada F tipi uygulamalarına maruz kaldı, hatta duruşmaya çıkmasını engelleyerek orada daha uzun süre kalmasını sağladılar. Yol paralarını, masrafları da babamdan istediler. Bir dönem hapishanede yediği yemeklerin parasını da istemeye kalktılar ama itiraz üzerine bu talep geri çekildi. Bir de Terörle Mücadele Kanunu’nun 10’uncu maddesi kapsamında işkenceyle ilgili ifade verme hususu var. Babamın işkenceye maruz kaldığını dilekçelerle belirttik ve babamın ifadesini almak istediler. Götürüldüğü mahkemede saatlerce elleri kelepçeli olarak bekletmişler. Annemin Gebze’deki ifadeleri ise savcının odasında, çaylar, kahveler, sigaralarla geçiyordu.

2006'da Tahir Canan, eşi Gülnigar Canan'la birlikte.

2006’da Tahir Canan, eşi Gülnigar Canan’la birlikte.

Ziyaretler sırasında kötü muameleyle karşılaştığınız oldu mu?

Ziyaretlerden birinde sağ omzum jandarmalar tarafından kırıldı, hala da düzelmiş değil. Abimi ise Malatya’da gözaltına aldılar. Ama kötü muameleden çok, hukuksuz, keyfi uygulamalara maruz kalıyoruz. Bir seferinde de Bandırma Cezaevi’ne ziyarete gittiğimizde, “Babamızın babamız olduğunu kanıtlamamızı” istediler. Bu olay 2010’da oldu ve o sırada Tahir Canan 30 yıldır tutukluydu. Cezaevine girmek üzere nizamiyeye gittik ve kimliklerimizi çıkardık. Elbette üzerinde babamızın adı ve diğer tüm bilgiler de yazıyor. Kimliklerimizi verdikten bir süre sonra gelen jandarma ve gardiyanlar “Bunlar olmaz. Bu belgeler sizin onun oğlu olduğunuzu kanıtlamıyor” dediler. Yanlış işittiğimi zannettim ve “Beyefendi, biz 29 yıldır böyle ziyaret ediyoruz, bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin verdiği kimlikler. Bakın, burada baba adı yerinde Tahir Canan yazıyor. Sizde de mahkûmun aile dökümü vardır, kontrol edebilirsiniz” dedim. Israrla kimliklerimizle giriş yapamayacağımızı söylediler. Gece 12’de yola çıkıp sabaha karşı 5’te Bandırma’ya gelmişsiniz. 9’a kadar da cezaevinin önünde beklemişsiniz. Bir takım adamlar karşınıza geçmişler, kimlikle ziyaret edemeyeceğinizi söylüyorlar. Ne kadar tartıştıysak da sonuç alamadık. En sonunda, “Gidip nüfus müdürlüğünden evrak getirin” dediler. “Yani siz bizden babamızın babamız olduğunu belgelememizi mi istiyorsunuz?” diye sordum. “Evet, aynen öyle” dediler. Nüfus müdürüne, babamın babam olduğunu belgeleyen bir yazı istediğimi söylediğimde, adam doğal olarak “Siz benle dalga mı geçiyorsunuz kardeşim” dedi. Cezaevi personeline söylene söylene bir belge hazırladı.

Bir sonraki nesil, yani sizin çocuklarınız Tahir Canan’ın tutukluluğu hakkında ne düşünüyor? Sizin geçmişte yaşadıklarınıza benzer sıkıntılar yaşıyorlar mı?

2012’de başlayan kampanyadan sonra, bizim çocukken yaşadığımız sıkıntıları kendi çocuklarımız da yaşadı. Toplumun gözünde cezaevinde olan insan her zaman suçludur. Onlar da dedeleriyle görüşüyorlar, mektuplaşıyorlar ve dedelerinin kötü bir insan olmadığını görüyorlar. Ama çevrelerine anlatmakta zorlanıyorlar. Bir gün kızım okuldan ağlayarak geldi ve “Benim dedem katilmiş” dedi. Okulundaki arkadaşlarının aileleri gazete haberlerini okumuşlar ve “Eftelya’nın dedesi katil!” demişler. O günden sonra benimle birlikte röportajlara, televizyon yayınlarına katıldı ve dedesinin katil olmadığını öğrendi. Önlerindeki haberi bile düzgün okuyamayan aileler, kendi çocukları üzerinden benim çocuğuma psikolojik baskı kuruyorlar. Bizim yıllar önce yaptığımız savunmaları tekrarlamak zorunda kalıyor çocuklarımız. Küçük kardeşim İmran, babası sorulduğunda yıllarca terzi demiş, işçi demiş ama cezaevinde diyememiş. Biz yine kısa bir dönem dahi olsa dışarıda gördük babamızı ama İmran’ın babasıyla ilgili anıları, o dönem verilen bir haktan yararlanarak Gebze Cezaevi’nde zaman zaman babamın yanında kalmasından ibaret. Babasıyla olan hatıraları, cezaevi avlusunda leğenden yapılan havuzdan, atılan voltalardan, ranzadan atlamalardan ibaret. Hiçbirimizin babamın ideolojisiyle, dünya görüşüyle sorunu yok. Ama yaşanmamışlıklar var. Mektuplarda bile yalnız değiliz, hep üçüncü kişiler var aramızda. Her mektupta “Görülmüştür” damgası var. Acaba bir babayla oğul arasında onlar için görülmeye değer ne olabilir?

Hukuki süreç şu anda hangi aşamada? Siyasi partilerle veya milletvekilleriyle yaptığınız görüşmeler sonucunda somut ilerlemeler kaydedebildiniz mi?

Durumu her yere anlatıyoruz ve her türlü hukuki yolu deniyoruz ancak hukuk bizim için işlemiyor. “Demokratikleşiyoruz, 12 Eylül’le hesaplaşıyoruz, darbecileri mahkûm ediyoruz” diyorlar ancak 12 Eylül’ün hukuksuzlukları yüzünden yatan bir insanın çıkması için adım atmıyorlar. Adana’ya ilettiğimiz yeniden yargılanma talebimiz reddedildi. Yeniden yargılanmanın gerçekleştirilmesi için delil olması lazım diyorlar. Zaten biz de delil yetersizliğini işaret ederek yeniden yargılanma talebinde bulunmuştuk. Babamızın gerçekten bizim babamız olduğunu kanıtlamamızı isteyen sistem, delil olmadığına ilişkin delil istiyor anlayacağınız.

CHP’den Veli Ağbaba ve Hüseyin Aygün, EMEP’ten Levent Tüzel ve AKP’den birkaç isim durumla ilgilendiler. O dönemde ciddi bir kamuoyu oluşmuştu ve AKP milletvekillerinden Selçuk Özdağ olayı inceledi. Çeşitli demeçler verdi, üçüncü yargı paketinin 32 yıllık tutsak Tahir Canan’ı serbest bırakacağını söyledi. Yargı paketi çıktı, Tahir Canan çıkmadı. Ama 7 TİP’liyi öldürenler ellerini kollarını sallayarak dışarı çıktılar. Bunlardan biri de Tahir Canan’ın yattığı Bandırma Cezaevi’nden çıkan Ünal Osmanağaoğlu’ydu. Selçuk Özdağ da televizyonlara çıkıp, “Adaleti sağladık; içeride solcu yoktu, sağcıları da biz kurtardık” dedi. 4. Yargı paketi için yine tüm vekillerle görüşüyoruz ve bu tecrübemizi de aktarıyoruz. Bizim aslında yargı paketlerine de ihtiyacımız yok; hukuk normal şartlarda işliyor olsa hem 12 Eylül sırasındaki yargılama, hem de 93’de alınan cezanın hukuki olmadığı anlaşılırdı. Bir insanı boşu boşuna 32 yıl içeride tuttular.

Tahir Canan oğlu İmran'la birlikte cezaevi avlusunda.

Tahir Canan oğlu İmran’la birlikte cezaevi avlusunda.

Dördüncü yargı paketi ile Tahir Canan özgürlüğüne kavuşacak mı?

Dördüncü yargı paketi çerçevesinde yapmış olduğumuz görüşmeler ve 2011 yılından beri yürütülen Tahir Canan’a Özgürlük mücadelesi neticesinde yakın zamanda bir sonuca ulaştık sayılır. 10-11 Nisan tarihlerinde meclisteki görüşmelerde, “7 Kasım 1982 tarihinden önce işlemiş olduğu bir suç dolayısıyla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm olan kişi hakkında, mahkûm olduğu cezanın infazı sürecinde koşullu salıverildikten sonra deneme süresi içinde işlediği yeni bir suç sebebiyle koşullu salıverilme kararı geri alınmaz” şeklindeki maddenin dördüncü yargı paketine eklenmesiyle Tahir Canan’a özgürlük yolu açıldı. Bu madde özellikle Levent Tüzel, Veli Ağbaba, Hüseyin Aygün, Bülent Turan ve Ayşenur Bahçekapılı’nın çabalarıyla geçti. Tabii bununla birlikte kampanyamızın başından beri bizlere güç veren, yüreği hukuk ve adaletten yana yazılı ve görsel basın emekçilerinin ısrarlı takibi, gelişmeleri sürekli gündemlerine alarak yaşanan hukuksuzluğu kendileri yaşıyormuşçasına anlatmaya çalışmaları bizler için çok değerli oldu. Ülkemizde yüzünü aydınlığa dönenen bilim insanları, aydınlar, sanatçılar, tüm emek dostları da bu süreçte mücadelemize büyük ve anlamlı destekler sundular. Ayrıca aralarında babamın avukatlarının da olduğu ülkemizin mücadeleci hukukçuları bu süreçte ciddi anlamda çaba sarf ettiler.

11 Nisan 2013 tarihinde mecliste Levent Tüzel, CHP, MHP, AKP ve BDP ortaklığıyla kabul edilen yasa ile Tahir Canan’ın özgürlüğüne kavuşması için geriye sadece Cumhurbaşkanı’nın onayı kaldı.  Özgürlük tanım olarak bugün yaşamımıza girdi fakat demir kapıları aşmadan hala bir değer ifade etmiyor. Umarım bu süreç çok uzamaz ve 1 Mayıs’ta babamla pankartı birlikte tutarız…