Doğu Eroğlu (14 Nisan 2013 BirGün Gazetesi)
Ergenekon ve Balyoz davaları TSK’ya duyulan güveni azaltsa da, şüpheli asker intiharları ve kışlada ölümler henüz vatandaşın gündeminde yeterince yer tutmuyor. Zorunlu askerliğin geçmişteki mağdurları ise TSK içi şiddeti normalleştirerek ihlalleri görünmez kılıyorlar.
Silivri’deki Ergenekon duruşması sırasındaki protestolara yapılan müdahale ve hala süren Balyoz Davası tartışmalarının gölgesinde, 9 Nisan’da Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ilişkin bir araştırmanın sonuçları yayınlandı. Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin 5173 kişinin katılımıyla hazırladığı araştırma, ilgili örneklemin TSK’yı en güvenilir kurum olarak değerlendirmesi hasebiyle ulusal basınca önemli bulundu. Zira ankete göre, güven indeksinde 100 üzerinden 63,9 puan alan TSK, ardından gelen Emniyet Teşkilatı’na yaklaşık 14 puan fark atmıştı.
TSK kökenli Atilla Sandıklı’nın başkanlığındaki BİLGESAM’ın danışma işlevli Bilge Adamlar Kurulu’nda, MİT eski müsteşarlarından Sönmez Köksal, Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk ve bazı emekli generaller de bulunuyor. Dolayısıyla araştırmanın TSK’ya olan toplum desteğini kanıtlamak amacıyla oluşturulduğu ileri sürenler olabilir. Ancak bu niyet okumalardan bağımsız biçimde, araştırmanın konu ettikleri ve etmedikleri ilginç şeyler söylüyor.
90’lardan 2000’lere azalan güven
90’lı ve 2000’li yıllarda çokça yapılan benzer araştırmalarda 100 üzerinden 80, hatta 90’lı güven değerlerinde seyreden TSK’nın 63,9’luk bir değere gerilemesi, farklı seçmen grupları tarafından farklı biçimlerde açıklanıyor. TSK’ya olan güvenin azalmasını AKP seçmeni birincil olarak darbe girişimleriyle açıklarken, CHP’li seçmen TSK üst yönetiminin hükümete teslim olmasını, MHP seçmeni ise terörle mücadele konusundaki tavizleri öne çıkarıyor. On yıllardır süren savaştan kaynaklanan kayıplar, şüpheli asker intiharları ve kışlada ölümler gibi meseleler, üç parti seçmenlerince de ikincil kaygılar arasında sayılıyor.
‘Çocuğumu gözüm arkada kalmadan askere gönderemem’
Araştırma kapsamında anket katılımcılarına yöneltilen soruların en çarpıcı ve insani olanı, son ayların barış süreci gündemine olduğu kadar, ancak askeri vesayete yönelik yargı sürecinin başlamasından sonra gündeme gelebilen asker ölümlerine de atıfta bulunuyor. “Çocuğumu gözüm arkada kalmadan askere gönderecek kadar TSK’ya güveniyorum” ifadesi, 100’lük indekste ancak 40,8 puanlık bir destek bulabiliyor. Anket katılımcılarının çocuklarını askere göndermekten imtina etmelerinin sebebi olarak, Ergenekon-Balyoz-Hükümet eksenindeki yüksek politikaya dair endişeleri değil, neredeyse eşit derecede kaygı uyandıran “TSK içindeki kaza ve kayıplar” ile “terörle mücadelede verilen kayıplar” gibi faktörleri gösterebiliriz. Alakalı olarak, “TSK içindeki kaza ve vukuatlar gerektiği şekilde ve adil olarak soruşturulmaktadır” ifadesine verilen destek de 39,7 puanda. Ankette kışlada ölümler ve asker intiharları konusundaki soruşturmaların askeri mahkemelerce yürütülmesine ilişkin bir soru bulunmuyor.
‘Zulümde adalet’ talebi
Anketin zorunlu askerlikle ilgili kısımlarında ise ciddi bir Stockholm sendromu hali göze çarpıyor. TSK söz konusu olduğunda ortaya çıkan baskı görenin, baskıcısına sempati beslemesi hali, yalnızca uzun dönem askerlerin, “Biz 16 ay yaptık, onlar da yapsın” biçimindeki duygu durumundan ibaret değil. Uzun dönem askerlik yapmış katılımcılar, askerlik görevini yapmak istemeyenler için kamu hizmeti veya bedelli askerliğe düşük oranda destek veriyorlar. Zorunlu askerlik yapılan süre azaldıkça, kamu hizmetine ve bedelli askerliğe destek artıyor. “Askerlik görevini yapmak istemeyenler, mevcut uygulamadaki gibi zorunlu askerliğe tabi olmalı” diyenlerin oranı uzun dönemlerde yüzde 46,6’yken, bu oran henüz askerlik yapmayanlarda yüzde 20,4’e dek düşüyor. Benzer biçimde, uzun dönem askerlik yapanlar zorunlu askerliğin, gençlerin eğitimine katkı sağladığını ve ordu-toplum bağını güçlendirdiğini düşünüyor. Ankette zorunlu askerlik hizmeti yerine bedelli askerlik ve kamu hizmeti seçenekleri sunuluyorsa da, vicdani ret anılmıyor.
Hakaret ve fiziksel şiddete maruz kalma/tanıklık etme oranlarının uzun dönem askerlerde, kısa dönemlere kıyasla çok yüksek olması ise, zorunlu askerliği savunan uzun dönem askerlerdeki “zulümde adalet” anlayışını ortaya koyuyor. Anket katılımcılarından uzun dönem askerlik yapanların yüzde 51,1’lik kısmı dayak ve fiziksel şiddete maruz kaldıklarını belirtiyorlar. Kısa dönemlerde bu oran yüzde 9’a düşüyor. İş küfür ve hakarete geldiğinde ise makas kapanıyor; uzun dönemlerin yüzde 53,2’si, kısa dönemlerinse yüzde 33,8’i küfür ve hakarete doğrudan hedef oluyor. Sonuç olarak, zorunlu askerlik hizmeti sırasında (süreden bağımsız olarak) tüm kişilerin yüzde 29,8’inin fiziksel şiddete maruz kaldığı, yüzde 41,9’unun ise küfür ve hakarete hedef olduğu anlaşılıyor.
Kışlada kanıksanan şiddet
Askerlik hizmetini yapanların TSK’ya ve zorunlu askerliğe olan bakışı, Ariusçu bir Hristiyanlık yorumuna benziyor; askerlik kültüyle yetişen kitleler kendi maruz kaldıkları kötü muamele ile fiziksel şiddeti normalleştiriyor ve “yoksullukta eşitlik” kavramını en büyük değer addeden Ariusçu Hristiyanlar gibi, “cezada eşitlik” talebinde bulunuyorlar. Kendi yaşadıkları kötü muamelenin sonraki nesillerce deneyimlenmesini elzem buluyorlar. Zorunlu askerlik hizmetini tamamlayan tüm vatandaşların dilindeki askerlik anılarında ciddi yer kaplayan dayak ve hakaret sıradanlaşıyor; belirli kişiler üzerinde ayrımcılık ve nefret suçuna dönüşen bu alışkanlıklar ölümlere yol açsa da, askerlik geçmişteki mağdurlarca kutsanıyor. Sistematik işkence, disko (disiplin koğuşu), psikiyatri koğuşu zindanları ve beton iğnesi birer mitos oluyorlar; gerçekliği kuşku götürmediği anlarda ise hak edilmiş ceza mekanizmalarına dönüşüyorlar.
TSK’ya olan güveni azaltan faktörler her ne kadar yüksek politikayı ilgilendiren gelişmelere bağlanıyor olsa da, bu gelişmeleri tartıştıran “askeri vesayeti geriletme” süreci, şüpheli asker intiharlarını ve kışlada ölümleri de şimdilik gündemde tutuyor. Ergenekon ve Balyoz’la başlayan hararetli sürecin tersine, yaşam hakkı ihlaline varan TSK içi şiddete, henüz kurumun kendisi, Milli Savunma Bakanlığı ve hükümet yeterince ilgi göstermiyor. TSK-AKP bütünleşmesi tam manasıyla sağlanmadığı için ihlallerin yıpratıcı etkisi hükümetçe hoş karşılanıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde sayısız mahkûmiyet getiren bu meseleleri dert edinen toplumsal kesimleri ve sivil toplum kuruluşlarını, AKP-TSK bütünleşmesi sonrasında daha zorlu sınavlar bekliyor.