Silahlı terör örgütü üyeliği iddiasıyla gözaltına alınan ODTÜ öğrencisi Ertan Sinan Şahin, kim tarafından oluşturulduğu belli olmayan “Terör Örgütü Üyelik Başvuru Formu” yüzünden 2 ay tutuklu kaldı. 31 kişinin tutuklandığı davanın serbest bırakılan 10 sanığından biri olan Ertan Sinan Şahin, polisin soruşturma yöntemlerini, delil üretimini ve iki aylık tutukluluğunu Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.
Röportaj: Doğu Eroğlu
Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) bünyesindeki Ankara Demokratik Haklar Derneği’ne neredeyse ilk kurulduğundan beri üyeyim. Örgütlü güçlere yönelen ülke genelindeki operasyonlardan birine hedef olduk. 13 Kasım 2012 sabaha karşı, DHF üyesi yüzlerce kişinin evlerine baskınlar yapıldı. Benim de tutuklanıp serbest kaldığım davada DHF’den 31 kişi tutuklandı, yalnızca 10 kişi serbest bırakıldı. 1 buçuk yıl boyunca takipler, ortam ve telefon dinlemeleri yapılmış. Polisin, dernekte yaptığımız toplantılarda konuşulanlar üzerine yaptığı çıkarımlar sorguda karşımıza çıktı. Toplantılarda etkinlikler için yapılan afiş asma, insanları davet etme konuşmaları, “Örgüte adam toplandığı” gerekçesiyle bize soruldu. Ne konuşmalarımızda, ne de eylemlerimizde yasa dışı bir şey yok. Ancak polis her şeyi suç kapsamına sokmak için, “DHF, Maoist Komünist Partisi’nin (MKP) yasal alan örgütlenmesidir” gibi bir varsayımda bulunuyor. Dernek hakkında soruşturma veya mali inceleme bile başlatılmıyor ama dernek adına yaptığımız işler yasa dışı örgüt faaliyeti olarak değerlendiriliyor.
Davayı kamuoyu gündemine taşıyan “Terör Örgütüne Üyelik Formu” belgeleri nerede bulundu?
Soruşturma sürecinde, Ergenekon ve Balyoz davalarında da görülen ama uzun süredir rastlamadığımız bir şey oldu. Delil üretiminden, yani basında da yer bulan “Terör Örgütüne Üyelik Formu”ndan bahsediyorum. Herhangi bir dernek mensubu veya avukat olmadan, polis kapıyı kendi kendine açıp derneğe girmiş. O ciddiyetsizlikle bir de dernek ofisinde çay demlemişler, sabah derneğe gelen arkadaşımıza da çay ikram etmişler. Polis, dernekteki arama sırasında bir takım belgeler bulduğunu iddia etti. Bu belgelerde, yani formlarda doğrudan isimler yazmıyor. Örneğin benim olduğu iddia edilende bir kod ismiyle beraber, anne-babamın doğum yerleri, meslekleri yer alıyor; dolayısıyla belge bana işaret ediyor. Altına bir de benim ağzımdan, “Sempati duyuyorum. Bilgisayar işlerine hâkimim, bu konuda örgüte katkı sunabileceğimi düşünüyorum” diye not düşülmüş. Bu belgeler el yazısıyla yazılmış veya bilgisayarlarda bulunmuş değil. Hangi bilgisayarda, kim tarafından oluşturulduğu belli olmayan çıktılar bunlar.
Bu belgeler herkes tarafından düzenlenebilir. Belgelerin size ait olduğu kanıtlandı mı?
Belgelerin bize ait olmadığının ispatlanması için parmak izi incelemesi yapılmasını talep ettik. Kişisel kanaatim, bu belgelerin polis tarafından operasyonun başarısını garanti altına almak için hazırlandığı yönünde. “Biz 1 buçuk yıldır bu insanları içeri tıkmak için emek harcıyoruz. Hâkim ola ki bunları serbest bırakmaya kalkarsa bu belgeler işin garantisi olsun” diye düşündüklerini sanıyorum. Parmak izi tespitinin yapılması belki de 3-4 günlük bir iş ama o raporlar zamanında mahkemeye gelmediği için, hakkında form düzenlenen 4 kişi tutuklandı. Tutukluluğumuz boyunca savcılık her aybaşı tutukluluğun 1 ay daha uzatılmasını talep etti. İkinci ayın sonunda gelen raporlarda, belgelerde bize ait parmak izi bulunmadığının tespiti üzerine hâkim savcılığın talebini kabul etmedi ve serbest kaldık. Aynı davada başka kentlerde tutuklanan kişiler, haklarında böyle şüpheli belgeler olmadığı için hala tutuklular.
Derneğe yönelik bir operasyon beklentisi içerisinde miydiniz? Daha önce de baskılar var mıydı?
DHF’nin temel işlevi, temel demokratik haklar ve özgürlükler için mücadele yürütmektir; dernek haftalık ve aylık yayınlar çıkartır, afişler ve bildiriler dağıtır, basın açıklamaları düzenler ve mitinglere katılır. İş hakları, eğitim hakkı, sosyal haklar ve daha pek çok konuda, demokrasi bilincinin yükseltilmesi için çalışır. Demokratik bir kitle örgütü ne yaparsa onu yapar yani.
Son derece şeffaf ve yasal bir kurum olmamıza karşın, dernek üyeleri uzun süredir takip altındaydı ve tehditlere hedef oluyorlardı. Hatta polisler ellerinde bilgisayarlara dernek üyelerinin ailelerine gidip görüntüler eşliğinde, “Bak senin çocuğun afiş asıyor, slogan atıyor” gibi konuşmalar bile yapmışlar. Yasa dışı bir iş olsa zaten soruşturma açılır; yaptığımız her şey yasal olduğundan aile, mahalle ve toplum baskısını devreye sokmaya çalıştılar.
Kimi zaman derneğin yayınlarını okuyup beğenen kişiler bizle tanışmaya gelirler. Bu kişilerin bizle bağlantı kurmasıyla birlikte takip ve taciz başlar. Bizle tanışıp, derneğe katılmak istediğini söyledikten sonra, polis tehditleri yüzünden telefonlarımıza bile çıkamayan kişiler oldu.
Bu baskının sebebi ne?
Baskı, DHF’nin savunduğu siyasi hattan kaynaklanıyor. Demokratik hak mücadelesi yürütürken, devletin kazanılmış hakları elimizden rahatça alabileceği gerçeğini yadsımıyoruz. Belirli sınırlara hapsedildiği zaman, devlet muhalefete göz yumuyor. Zararsız bir basın açıklaması devleti rahatsız etmezken, eylemler kitleselleştikçe, kazanımları kalıcılaştıkça muhalefet tehlikeli olmaya başlıyor.
Türkiye çapında DHF’ye yapılanların benzerini, Dersim’de daha küçük ölçekli olarak yaşamıştık. Dersim AKP’nin hedefindeydi ve kentte beyaz eşya dağıtılıyordu. DHF cemaatleşmeye karşı koydu ve önemli sonuçlar aldı. Çok geçmeden 5 arkadaşımız tutuklanıp örgüt yöneticiliğinden toplam 55 yıl ceza aldılar. Eylemlilik ciddi bir kazanıma dönüşmeyince devlet ses çıkartmıyor, ama kitleselleşip sonuç elde ettiğinizde bunlar oluyor.
Ülke genelinde birçok işçi taşeronlaşmaya karşı mücadele ediyor. Ama ne zaman bir örgüt taşeronlaşmaya karşı somut kazanımlar elde etse, halk ve toplumu örgütlese, ağır bedeller ödüyor. HES meselesine karşı köylüleri örgütlerseniz ve ciddi kazanımlar elde ederseniz terör örgütü oluverirsiniz. Hemen önünüze bir örgütsel şema getirirler. Dernekte daha aktif görev alanlar yönetici, diğerleri faaliyetçi, halk da sempatizan olur. Bizim önümüze de böyle bir şema getirdiler.
Derneğin internet siteleriyle ilgilendiğim için beni pek çok kişi telefonla arar ve siteye makale veya haber eklememi ister. Bu telefon konuşmalarını örgüt içinde talimat aldığımın kanıtı olarak önüme koydular.
Savcıya sunulan polis fezlekesinde neler vardı? Hangi iddialarla karşılaştınız?
Polisler hakkımızda hazırlanan dosyaların kapağına MKP’nin bayrağını koymuşlar. Parti programı, MKP’nin eylemleri, ortaya çıkış hikâyesi, ideolojisini anlatan değerlendirmeler de dosyada yer alıyor. Bir de bunlara herkesin ayrı ayrı telefon görüşme dökümleri ekleniyor. Benim dosyam neredeyse 2 bin sayfayı buluyor. Bir de eylemlerde çekilmiş fotoğraflarımız var elbette. Tüm bunlar hâkim ve savcılar üzerinde suçlu olduğumuza ilişkin bir izlenim yaratmak üzere bir araya getiriliyor. Davalar kanıtlar üzerinden değil, izlenimler, şüpheler üzerinden ilerliyor.
Hâkim de dosyaya bakıp, “Bu kadar eylemde senin ne işin var?” diyor. Sorulacak soru mu bu? Bir insanın demokratik olan 10 ya da 100 eyleme gitmesi arasında fark var mı? Bir kere MKP’yle ilişkilendirilmiş olduğumuz için, yaptığımız her işi örgüt adına yürüttüğümüz varsayılıyor.
MKP ile ilişkilendirilmenizin sebebi ne?
Polisler derneğin MKP çizgisinde olduğu sonucunu çıkarıyorlar, ama canları isteseydi rahatlıkla DHKP-C’ye de yakın olduğu sonucunu çıkarabilirlerdi. MKP veya başka bir örgütle ilişkilendirmeseler, tutuklanmamıza yola açacak bir tane bile delil yok. 1 buçuk yıllık teknik takipten, aramalardan en ufak bir suç unsuru bulamamışlar. Kaldı ki, böyle şeyler olursa saçma sapan suçlamalarla karşılaşmayalım diye tedbirliyiz zaten. Derneği boyadıktan sonra, molotof kokteyli yapıyorlar diyemesinler diye boyaları, tinerleri bile ofisten çıkarttık. Ne de olsa suçsuz olduğunu ispatlayana kadar suçlusun.
Polisteki sorgu esnasında hangi sorularla karşılaştınız?
Dosyada derneğe girip çıkarken çekilmiş fotoğraflarımız, dernek olarak katıldığımız eylemlerden görüntüler var. “Diyarbakır’daki Mezopotamya Sosyal Forumu’na niye gittiniz? Ankara’daki Devrimci Halkçı Yerel Yönetimler Sempozyumu’na niye katıldınız? 1 Mayıs’a, 4+4+4 eylemine niye gittiniz?” diyorlar. O etkinliklerin tamamen yasal ve halkın katılımına açık olduğunu, dernek olarak katılıp kendi fikirlerimizi anlattığımızı söyledik.
Yaptığımız etkinlikleri suça benzetebilmek için tüm soruları, “Yasa dışı silahlı terör örgütü Maoist Komünist Partisinin yasal alan örgütlenmesi olan Ankara Demokratik Haklar Derneği’ne şu tarihte gittiğiniz görülmüştür. Örgütle olan bağlantınız nedir?” biçiminde ifade ettiler. Soruya o baştaki varsayımı eklemediğinde geriye bir suç unsuru kalmıyor. Derneğin, MKP’ye bağlı olduğu ön kabulüyle başlıyor her şey. Bunların dışında kişisel hayatıma ait şeyler, kız arkadaşımla konuşmalarım bile onlar için sorgu malzemesi oldu. Biri bir başkasına telefonda “Birkaç iş var” diyor, polisler tutanağa “Bir kaçış var” diye kaydediyorlar; sonra “Bu neyin kaçışı, kimden kaçıyorsunuz” diye soruyorlar.
Peki, dernek hakkında açılmış bir soruşturma var mı?
Bizleri DHF üyesi olduğumuz için silahlı terör örgütü üyeliğinden suçluyorlar ama dernek hakkında açılmış bir soruşturma, başlatılmış bir inceleme bile yok. Hala dernek açık ve insanlar üye olabiliyorlar. Siz de yarın gidip derneğe üye olabilirsiniz ama sonra derneğe üye olduğunuz için tutuklanabilirsiniz de. Tuzak gibi yani…
Operasyonda sizin eviniz de polislerce basıldı. Baskın sırasında neler yaşandı?
Soruşturmanın ne kadar dayanaksız olduğu en başından belliydi. Silahlı terör örgütü iddiasıyla evime baskın yapılıyor; kapıyı açtığımızda polisi elinde galoşla, içeriye girmeye hazırlanır halde buluyorum. Evimde silah bulunmadığını, elime bir defa olsun silah değmediğini bildikleri için silahlarını bile çekmemişler. Ama ne olursa olsun, hayatım bir anda belirsiz bir kesintiye uğradı. Geldiler, aldılar, tutukladılar…
Evimde arkadaşlarıma ve bana ait pek çok sabit disk bulundu. Diskleri yedeklemenin çok zaman alacağını söyleyip, imajlarını almadan el koydular. Ama o sırada veri güvenliğinden daha kötü şeyler aklıma geliyordu; “Acaba evden silah çıkacak mı?” diye düşünüyordum. Polisler kapı kilitlerini çilingirden iyi açıyorlar, benim evde olmadığımı tespit ettikleri bir anda eve gelip bir şeyler bırakabilirler.
Kişisel verilerinize yedekleme olmaksızın el konulması kaygılanmanıza yol açtı mı?
Kişisel verilerin yedeklenmemesi bir tedirginlik yaratıyor. Benim adıma sahte üyelik formu düzenleyen kişiler, evimden aldıkları bilgisayarlara öyle belgeler koyabilirler ki! Ancak mesele, sizi içeride ne kadar tutmak istedikleriyle alakalı. Bizi öyle bir gerekçeyle tutukladılar ki, istedikleri kadar tutabilir, istedikleri zaman da bırakabilirlerdi. Balyoz Davası’nda 2003 yılında oluşturulduğu iddia edilen bir belge “docx” formatlı, yani 2007’de piyasaya çıkan bir programla hazırlanmış. Acaba bu ciddi bir amatörlüğün ürünü mü yoksa “Biz bu adamları bırakmak istediğimizde bırakalım” düşüncesinin bir dışa vurumu mu?
Cezaevinde 2 ay kaldınız ama bu süre F tipini anlamak için yeterli olsa gerek. 2 aylık süreyi nasıl geçirdiniz?
3 gün boyunca terörle mücadele şubesine kaldıktan sonra çıkarıldığımız mahkemede, gözaltına alınan 16 kişiden aralarında benim de olduğum 4 kişi tutuklandı. Sonra da Sincan F Tipi’ndeki tutukluluğumuz başladı. Gardiyanlardan veya jandarmalardan fiziksel şiddet görmedik ama hapishanede işin psikolojik baskı kısmı başladı.
İlk öğrendiğimiz, cezaevine hafta sonu girmemek gerektiği oldu. Her iş hafta içi dilekçeler üzerinden görüldüğü için ilk günler kalem, kâğıt, sabun bile alamadık. Hafta içi olunca dilekçe yazarak bir şeyler almak istedik. Dilekçe yazmak için kalemimiz olmadığından gardiyandan kalem istediğimizde aldığımız yanıt, “Kalem için dilekçe yazın” oldu. Oradaki iç dayanışma sayesinde işlerin nasıl görüldüğünü öğrendik.
İnsansın, temel ihtiyaçların var ve öyle bir cehaletin eline terk ediyorsun ki… Gardiyanlar diledikleri zaman hücreye gelip kafalarına göre bir şeylere el koyuyorlar. Sorulara cevap vermiyorlar. Koridora çıkarken, hücreye girerken, avukat görüşüne giderken, yanında yürüdüğün gardiyan tarafından her 10 metrede bir aranıyorsun. “Keyfi aramaya son” sloganı attığında, “Bağır bağır, daha yüksek sesle bağır” diyor. Ama nihayetinde sadece sana değil, gardiyanlara da hapishane orası. Etrafta başka gardiyanlar yokken benle konuşmaya çalışan, insan olduğunu ispatlamaya çalışan gardiyanlar da oldu. Bir keresinde avukata giderken gardiyanlardan biri kısık sesle, oldukça samimi biçimde halimi hatırımı, okulumu sordu. Başka bir gardiyan gelince yine sus pus oldu.
Hapishanede hayatla olan tüm bağlantılarınızı koparmaya çalışıyorlar. Her işinizi dışarıya yaptırmak zorundasınız; okuyacağınız kitabı, giyeceğiniz çorabı dışarıdakilerin alması gerekiyor. İster istemez devamlı taleplerde bulunuyorsunuz ve bir süre sonra istemek zor geliyor. Eğer hapishanede geçirdiğin süre yılları bulursa maddi külfet de artıyor. Bir de ruhsal boyutu var; gelen kazağı renginden, fermuarından dolayı almıyorlar, kol saatini elektronik diye sokmuyorlar. Kilometrelerce yoldan geleni, “Görüş cezası var, görüş listesinde adınız yok” diye yalan söyleyip almıyorlar.
Basında, hücreyi yaşanabilir hale getirmek için kişi başı 2 bin 500 lira harcadığınız bilgisi yer aldı. Tutukluluk bu kadar masraflı bir şey mi?
O rakam son derece abartılı. Herkesin harcaması gereken belirli bir meblağ elbette yok. Küçük bir buzdolabı istedik. Ailemizin getirmesine veya ikinci el almamıza izin verilmediğini öğrendik. Mecburen onların verdiği buzdolabını 350 liraya aldık. Çay içmek için ısıtıcı, demlik aldık, 100 lira verdik. Battaniye, temizlik bezi, leğen, fırça, çamaşır suyu gibi ihtiyaçlarımız oldu. Üç kişi oraya yerleşmek için yaklaşık 1200 lira masraf yaptık. Yine de hep birlikte çalışabileceğimiz düzgün bir masamız bile olmadı. Bir metrekare bile olmayan masada üç kişi ders çalıştık.
Tutuklu kaldığınız süre boyunca sınavlarınıza girebildiniz mi? Üniversite yönetiminin tavrı nasıldı?
Tutuklandığımda tam da sınav dönemiydi. Öğrenci arkadaşların eylemlerinin de etkisiyle hocalar ve kendi bölümüm duyarlı davrandı. Girmem gereken sınavları asistanlar aracılığıyla hapishaneye gönderdiler. Kitaplar geç geldi, ders notum olmadan sınava girdiğim de oldu ama hocaların dönem kaybetmeme razı olmaması sayesinde derslerimi verdim. Önceki dönem, hapiste olduğu için İlhan Kaya’nın kaydını yapmamışlardı ve benzer bir şeyin benim de başıma gelebileceğini düşünüyordum. Ama yeni dönem başlamadan serbest kaldığım için sorun olmadı. Bu da aslında kamuoyu baskısıyla alakalı bir durum; yeterince gündemde olursanız kolaylık sağlıyorlar.
Benzer suçlamalarla tutuklananlar bazen yıllarca cezaevinde kalıyorlar. Tutukluluk halinizin ikinci ayda bozulmasına şaşırdınız mı?
Bir keresinde gardiyan, “Sizin ne vardı?” diye sorunca durumumuzu anlattım. O da, “Buraya öğrenciler gelirler, 7-8 ay, belki bir yıl kalıp en geç üçüncü duruşmada serbest kalırlar” dedi. Bizim beklentimiz de bir yıl içeride kalacağımız yönündeydi. Serbest bırakılmamız çok beklenmedik bir durumdu yani. Bir anda, “Eşyalarınızı toplayın, yarım saat içinde çıkıyorsunuz” dediler. Korktuk, “Acaba bizi başka bir yere gönderecekler de direnmeyelim diye kandırıyorlar mı?” diye düşündük. Mahkeme kararını görene kadar da inanamadık. Galiba sistem içi bir hata oldu, belki de bizi yargılayan mahkeme böyle bir kara komedinin parçası olmak istemedi. Hâkim, savcılıktan gelen ek süre talebini kabul etmeyince serbest kaldık.
Sizin de yargılandığınız davaya benzeyen, maddi bulguları olmayan pek çok örgüt davası var. Ancak bu olayların pek azı basın gündemine gelebiliyor. Bu davanın basın görünürlüğü kazanmasının sebebi ne?
İlk sebebi o komik üyelik formları. Ama başka şeyler de var; Sinem Mut Hacettepe’de, Cem Kaan Gürbüz de Ankara Üniversitesi’nde okuyan başarılı öğrenciler. Ahmet Kerim Gültekin doktorasını tamamladı ve ders vermeye başladı. Ben de ODTÜ’de son sınıf öğrencisiyim. “Bunlar temiz yüzlü çocuklar, böyle şeylerle ne işleri olur?” gibi çok da hoş olmayan sahiplenme ifadelerini çıktıktan sonra gördüm. Hâlbuki olaya bizim tipimizden, okulumuzdan dolayı değil, ortadaki hukuksuzluktan ötürü karşı çıkmalıydı. Klasik kirli sakallı, esmer tenli terörist tarifine uymadığımızdan, insanlar açıkça ifade edemiyorlar ama Kürt gibi gözükmediğimizden böyle bir pozitif ayrımcılık yapıldı. “Böyle terörist mi olur?” demeleri bundan. Basının bir kısmı olayın saçmalığına dikkat çekti ve bizi ciddi anlamda sahiplendi. Ama davadaki trajikomik unsurlar da olayı medyatik kıldı. Pek çok gazete uğradığımız haksızlığı teşhir etmek için değil, “Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bakın ne komik şeyler oluyor” anlayışıyla olayı haberleştirdi.