Uzun yıllardır hak savunuculuğu yapan fotoğrafçı İhsan Kaçar, pek çok kez devletin engellemeleriyle karşılaştı. Defalarca gözaltına alınan ve işkence gören İhsan Kaçar, şiddetin bir başka türünü 2009’da evinin polislerce basılması sonrasında deneyimledi. Herhangi bir delil olmadan, örgüt yöneticiliği iddiasıyla gözaltına alınan ve sorgulanan Kaçar’ın yüz binlerce fotoğraftan oluşan arşivleri, notları, basıma hazırladığı kitabı ve fotoğrafçılık ekipmanları yıllarca polis tarafından alıkonuldu, önemli bir kısmı da tahrip edildi. Kaçar, insan hakları mücadelesi sırasında karşılaştığı şiddeti ve değiştirmek zorunda kaldığı profesyonel alışkanlıklarını, Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.

Röportaj: Doğu Eroğlu

1997 ile 2009 yılları arasında defalarca gözaltına alındım; kimi zaman basın açıklamalarında kimi zamansa ev baskınlarında… Maruz kaldığım şiddetli işkenceler yüzünden beynimde kan pıhtılaşmasına bağlı hasar oluştu. Yaklaşık 3 yıl tedavi gördüm ancak hala yoğun, yorgun ve stresli zamanlarımda pıhtı büyüyor ve ilaçlarla kontrol altına alınması gerekiyor.

Sağlık sorunlarınıza sebep olan gözaltı ve sonrasında gelen işkencelerin sebebi neydi?

Gözaltı ve darp hep hayatımda oldu ancak yıllar önce İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü’ndeki Halepçe Katliamı protestosu sonrası götürüldüğüm Vatan Polis Karakolu’ndaki terörle mücadele şubesinde 8 gün işkence gördüm. Beynimdeki hasar da sonradan ortaya çıktı; işkenceden 2 yıl sonra başlayan ağrılarla birlikte durumun farkına vardım.

2009’da evinizin basılarak gözaltına alınmanızla başlayan süreç nasıl gelişti?

1997 ile 2009 yılları arasında kaç kez gözaltına alındığımı hatırlamıyorum gerçekten. 2009 yılında evimin basılması, o an için çok korkutucuydu. Düşünsenize, sabah kapınız kırılırcasına vuruluyor ve İstanbul’un göbeğinde karşınızda maskeli özel timleri buluyorsunuz! Sana silahlar doğrultulmuş, “İhsan Kaçar sen misin?” diyorlar. “Evet, benim” dediğimde, kapıda bulunanların hepsi eve daldı. Bir anlık şoku atlattıktan sonra hemen itiraz ettim. Bir ev aramasının ve gözaltının nasıl yapılması gerektiğini bildiğimden haklarımın da farkındaydım. Hemen, “Eve bu şekilde giremezsiniz” dedim. Ama bu tartışmayı zaten evin içinde yapıyorduk, eve girmişlerdi bile… Arama yapacaklarını söylediklerinde avukatımın evde hazır bulunarak aramaya nezaret etmesini istedim. Polis amiriyle konuştuğum sırada, evde misafirim olarak kalan iki öğretmen arkadaşımı da uyandırmışlar. O andan itibaren gözaltı süreci başladı. Hakkımda detaylı istihbarat aldığı belliydi; tanınmış bir fotoğrafçıyım, kamuoyu önüne defalarca çıkmışım. Aynı zamanda da İnsan Hakları Derneği aktivistiyim. Amir bunları bildiği için onunla konuşabiliyordum ama diğer polisler “Biz gidip bir suçluyu yakalayacağız” düşüncesinde olduklarından çok sert ve duygusuzlardı. Duruşları, bakışları bile insana rahatsızlık veriyordu.

Hangi iddiayla evinizde arama yapılması kararı alınmış?

Benim ilk sorduğum da buydu. “Sonradan öğrenirsiniz, hakkınızda ihbar var” deyip geçiştirdiler. “Niçin evimi arıyorsunuz? İzin belgeniz var mı?” diye sorduğumda bir belgeyi kısaca göstermek zorunda kaldılar. Kağıtta “PKK /KONGRA-GEL  örgütü yöneticiliği” gibi saçma sapan bir şey yazıyordu.

Evinizde yapılan arama sırasında usulsüz uygulamalar oldu mu?

Bütün arşivime el konuldu. Yıllardır topladığım fotoğraflarım, çalışmalarım, notlarım, evdeki filmler, CD’ler… Hepsini aldılar. Henüz tamamlamadığım bir kitap çalışmamı aldılar, kütüphanemdeki Kürt sorununa ilişkin kitapları da yasaklı olmamalarına rağmen topladılar. Elbette fotoğraf makinelerimi de topladılar. Henüz tab edilmemiş o kadar çok filmim vardı ki…

Emniyette neler yaşadınız?

Arama bittikten sonra kelepçe takmak istedilerse de kabul etmedim. İtiraz edince, “Biz sana güveniyoruz, kaçmazsın değil mi?” dediler. “Ne kaçması” dedim. Apartmanın kapısına inince etrafta, çevre sokaklarda, yollarda bir sürü polis olduğunu gördüm. Kendi kendime dedim ki, bu normal bir ev baskını değil… Arabaya bindirildim ve emniyete doğru yola çıktık. Kasımpaşa civarında şöyle bir manzarayla karşılaştık: Trafik polisinin biri motorunu bırakmış, kendisi ortada yok, trafik polisinin orada olmamasını fırsat bilen bir tinerci de motorun üzerine çıkmış kendince eğleniyor. Benimle sohbet etmeye çalışan polis amiri o manzarayı işaret edip, “İhsan bak, fotoğrafçı olmak böyle bir şeydir. Zor yakalar insan böyle kareleri. Ama şansa bak! Biz seni gözaltına aldık, çekemiyorsun” dedi. Ben de hafif gülümseyerek, “Canım sağ olsun, sonra çekerim” karşılığını verdim.

Fotoğraf: İhsan Kaçar

Fotoğraf: İhsan Kaçar

Emniyete götürüldükten sonra hakkınızdaki iddialar netleşti mi?

Sorguya götürüldüğümde hala neyle suçlandığımı tam olarak bilmiyordum. Benimle beraber sergime gelen bir kişiyi de almışlardı. Onu orada görünce şaşırmıştım. Sonra  tanıdığım başka kişileri de getirdiler. Bir iddia var ortada ama ne olduğu belli değil, muhtemelen hakkımızda bir ifade verilmiş. Zaten ifademizi vermemiz için epey süre beklemek zorunda kaldık. Emniyete gidince ilk önce sorgu odası gibi bir yere götürdüler. Odaya girdikten sonra polislerden biri sandalye getirip, yüzümün duvara doğru bakması kaydıyla oturabileceğimi söyledi. Bir süre söylenildiği gibi oturdum, sonra sandalyeyi çevirdim. Biri, “Geri çevir” diye uyardı. Ben de, “Çevirmiyorum, psikolojim bozuluyor” dedim. Eskiden hep gözler bağlanırdı, ama bu sefer öyle bir uygulama yapmadılar. Tanıdığım bir avukatın ismini verdim ve nezarethaneye indirildim. Ocak ayıydı ve soğuktu; bana verdikleri battaniye çok pis kokuyordu. Bir gün boyunca ifademiz alınmadı. Geçmişte aynı hücrelerde görmüş olduğum işkenceden dolayı en ufak sesten irkiliyordum. Emniyetteki her yer bir şekilde tanıdık geliyordu. Çünkü Vatan Emniyet Müdürlüğü’nden dördüncü gözaltımdı ve diğer gözaltılarım çok şiddetli işkencelerle geçmişti. Ertesi gün avukatımla görüşebildim. Ancak ona da çok bir şey söylememişler; “Terör örgütü üyeliği çerçevesinde araması var” demişler. Avukatımla görüşmem biter bitmez beni sorgu için bir odaya aldılar.

Götürüldüğünüz yer, geçmişte gördüğünüz sorgu odalarıyla benzerlikler taşıyor muydu?

O odalarda benim gibi pek çok kişi korkunç işkencelere maruz kalmıştı. O gün götürüldüğüm oda ise eskiden gördüklerime benzemiyordu. Filmlerde gördüğümüz gibi bir yer; bir masa var, polis var, yukarıdan birileri seni izliyor. Bana, “PKK sorununu ne yapacağız?” dediler. Ben de, “PKK’yi bana niye soruyorsunuz? Bana ne? O sorunu gidin PKK’ye sorun. Bana sanatla, bireysel özgürlüklerle, demokrasiyle, insan haklarıyla ilgili soracaksanız cevap vereyim” dedim.

Sorgunun geri kalanında neler konuştunuz?

Sorgucular ara ara değişiyordu. Gelenlerden biri, “İhsan Kaçar’ı hücresine götürün” dedi. Hücreme götürdüler, birkaç dakika geçmemişti ki gelip yeniden aldılar. Sonra sorguculardan birinin sesi tanıdık geldi, geçmişteki sorgu ve işkencelerde gözlerim kapalı olduğu için yüzü bana bir şey ifade etmiyordu ama sesine aşinaydım. “İhsan Kaçar, çok değişmişsin” deyince şüphelerimde haklı olduğumu anladım. “Buranın fiziki yapısı da çok değişmiş. Şurada gözlerimiz bağlanıyordu, işkence edilip sonra mahkemeye çıkarılıyorduk. Şimdi en azından sizi görebiliyorum” dedim. Sonra o da örgütsel birkaç soru sordu. Yine, “Ben örgütün muhatabı değilim. Sanatla, fotoğrafla ilgili sorularınızı cevaplayabilirim” dedim. “Sen eski dönemi hatırlıyorsun. Biz buraya 30 tane adam dizerdik. Amir gelirdi, ‘Bunlardan hangisi askıya asılmamış [Filistin askısı]’ derdi. Bizim işaret ettiklerimiz tekrar askıya giderdi” diye konuştu. O işkenceleri çok iyi hatırladığımı söyledim. “Ama biz kaybettik, o işkencelerin kazananı biz olmadık” dedi.

“Kaybettik” derken neyi kastediyor?

O ifadesini, “Biz 30 tane bıraktığımızda bunların 20 tanesi örgüte katılıyordu” diye açıkladı. “İşkenceyi yapmamamız lazımmış” dedi. Ben de bunun onların sorunu olduğunu, beni ne ile suçladıklarını hala anlayamadığımı söyledim.

Fotoğraf: İhsan Kaçar

Fotoğraf: İhsan Kaçar

Sizden öğrenmek istedikleri şey tam olarak neydi?

Örgütle hayali bir bağlantı oluşturmaya çalışıyorlar. Onlar buna şartlanmışlar ama ben de sorduklarının hiçbiriyle alakam olmadığı için durumu anlamaya çalışıyordum. “Birçok toplumsal gösteride fotoğraf çekmişsin, niye daha çok o olayları çektin?” diye soruyor. “Kim kadrajımda estetikse onu çekiyorum. Ben fotoğrafçıyım; bazen taş çekerim, bazen mimari çekerim, bazen portre çekerim” diye yanıt verdim.  Toplam 4 gün gözaltında kaldık. En son gece, küçücük hücreye 5 polis girdi. Bu da bir psikolojik işkence yöntemi; ikisi ensemde, biri yanımda duruyor, biri karşımda soru sorarken diğeri de tepemde dikiliyor. Baskı yapmaya çalışıyorlar yani.

Sorgudan bir şey çıkmayınca hepimizi teşhis odasına götürdüler. Bizi aynalı bir camın önüne dizdiler; dışarıdakiler içeriyi görüyordu ama biz dışarıdakileri göremiyorduk. Bizi ihbar eden kişi de muhtemelen o sırada camın öbür tarafındaydı. Yaklaşık 2 saat orada kaldık. Eskiden gördüğüm işkencelerin psikolojisi üzerimde olduğu için bir ara nefes darlığı çektim. Sürekli yerlerimizi değiştiriyorlardı. Bir yandan da nereye bakacağını, ne yapacağını şaşırıyorsun. Cama baktığında bir tek kendini görüyorsun. Zaten 3 – 4 gündür yorgunsun. Bir yandan da “Hakkımızda atılan iftiralar ne olabilir?” diye kara kara düşünüyorsun.

Sizi kim, niçin ihbar etmiş olabilir?

Ben de hep onu düşündüm. Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin eşinin, Kürt kadınlarının kıyafetleri ile ilgili bir projesi için başka bir fotoğrafçıyla birlikte çalışmıştık. Elbette orada çalışırken bir sürü kişiyle de görüştük. Sonradan öğrendiğimize göre, ihbar edenler Kuzey Irak’a gidip PKK’lilerle görüştüğümüzü söylemişler. Orada bir sürü kişiyle görüşüyorsun, kaldığımız otele bir sürü insan geliyor. Kimin ne olduğunu ben nereden bileyim. Ayrıca Irak Kürdistanı’na gitmek yasak mı? Kaldı ki fotoğrafçı ve gazeteci olarak istediğim kişiyle görüşürüm, seyahat etme özgürlüğüm de var. O halde sorun ne? Bunların hiçbiri suç değil. Gözaltına alınmamın tek sebebinin ihbar olmadığı sonradan anlaşıldı; 6 ay boyunca telefonumun dinlendiği, fotoğrafçı ve gazeteci arkadaşlarla eylemler, gösteriler hakkındaki konuşmalarımızın iddianameye girmesiyle ortaya çıktı.

Teşhis odasından çıktıktan sonra geçmişte olduğu gibi işkence göreceğinize ilişkin bir hisse kapıldınız mı?

Orada geçirdiğim sürede gördüklerimden işkence yapmayacaklarını anlamıştım. Zaten ertesi sabah savcılığa götürüleceğimizi bildiğimden işkence ihtimali yoktu. Ama maruz bırakıldığımız süreçler de aslında başlı başına birer psikolojik işkence yöntemiydi. Teşhis odasındayken, dışarıdaki kişinin beni teşhis edip etmediğini bilmiyordum. Aramızdan birini, “Bu kişiyi Kandil’de gördüm” diye teşhis etmiş. O gece beni tekrar sorguya aldılar. Sorgu sırasında çok ciddi bir ağırlık hissettim. Yorgunluk, odanın ışıkları insanın dikkatini dağıtıyor. 4 gündür uyumadığımdan titrememe mani olamıyordum. Gece 4 civarı yapılan son sorguya, beni gözaltına alan amir de katıldı. Yine aynı şeyleri sordular, ben de daha önce verdiğim cevapların aynısını verdim.

Savcılıkta hakkınızdaki iddiaları kesin olarak öğrenebildiniz mi?

Davanın ana şüphelisinin ben olmadığımı, benim tutuksuz, birlikte gözaltına alındığım kişilerden ikisinin ise tutuklu yargılanmasına karar verilince anladım. Polis beni çalışmalarımdan dolayı ana şüpheli olarak sunmak istedi. Politik bir fotoğrafçıyım, sürekli bir hikâye üzerinde çalışırım. Benim objektifim Mezopotamya’dadır; bu kirli savaşın içerisindedir, cinsiyetinden veya inancından dolayı mağdur olanların üzerindedir. Savcı da çalışmalarımı ve telefon dinlemelerinden cımbızlanmış ifadeleri sordu. Bağlamından koparılmış, konuşmalarda geçen “basın açıklaması, eylem” gibi ifadeler konuşuldu. Mesajların ve konuşmaların bana ait olduğunu, notlarımın, fotoğrafların ve diğer verilerin ne kadarının benim olduğunu bilmediğimi söyledim. Ya benim fotoğraflarımın, tuttuğum notların arasına bir şeyler konulsaydı? Yarım kalmış 130 sayfalık kitabıma, örgütsel doküman olduğu gerekçesiyle el konulduğunu da savcılıkta öğrendim.

Fotoğraf: İhsan Kaçar

Fotoğraf: İhsan Kaçar

Davanın seyri daha sonra nasıl gelişti?

Birkaç duruşma sonra tahliye oldum. 2009 sonunda el koydukları malzemelerimi de geri verdiler. Birçok fotoğrafım silinmiş, bilgisayarım paramparça olmuştu. Fotoğraf makinelerimden olduğum için o yılki çekim projelerimin hepsini iptal etmek zorunda kaldım. Kitabım ise tamamen gitti; hala mahkemeden alamadık. Bırakıldıktan sonra da yaklaşık bir hafta boyunca açık açık takip edildim. İnsan Hakları Derneği, maruz kaldığım kötü muameleyle ilgili basın açıklaması yaptıktan sonra, “Meğer sen ünlü bir adammışsın. Bütün herkes senin hakkında açıklama yapıyor” dediler. Tüm bu olanlara karşın ben ne için gözaltına alındığımı ve yargılandığımı hala öğrenemedim. Ben istesem de örgüt yöneticisi olamam; sokakta çalışıyorum, yaşamım 24 saat boyunca kamuya açıktır. Ekipmanlarımı geri almamın üzerinden birkaç ay geçmeden soyuldum. Tüm kayıtlarım, bilgisayarım, fotoğraf makinelerim çalındı. Malzemelerimin durumu bilen, beni takip eden birileri tarafından alındığını düşünüyorum.

Olayların üzerinden 4 yıl geçti. Bu olanlar profesyonel alışkanlıklarınızda değişimler yarattı mı?

Artık 2 yedek almak yerine en az 3-4 yedek bulunduruyorum. Arşivimdeki zayiata rağmen Türkiye’deki en geniş fotoğraf arşivlerinden birine sahibim. Arşiv konusunda ciddi bir deneyim edindim. Umarım bir daha arşivlerimize bir şey olmaz.

Estetik ve ifade biçimi olarak farklılaştığınızı düşünüyor musunuz?

Eskiden fotoğraflarımdaki politik dil kullanımı daha sınırlıydı, yüzde 70’ti diyelim. Şimdi ise yüzde 95’lerde. O fotoğrafların üzerinde bu kadar durdularsa, bu demek ki önemli bir ifade biçimi. Bu tanık dili kaybolmaz. Biri çıkar, 20-30 yıl sonra bu dili okumaya başlar. Kısacası, sanattaki üslubum değişti ve sertleşti.

Bugün değerlendirdiğinizde, 2009’da örgüt yöneticiliği gerekçesiyle yargılanmanızı neye bağlıyorsunuz?

Talabani’nin eşinin projesinde çalıştığımız sırada, çekim için gittiğimiz Cizre’de kimlik kontrolünden sonra alıkonulduk. Gelen amir, “Sizin burada çekim yaptığınıza dair haberimiz var” dedi. Bu olayın üzerinden çok geçmeden gözaltı ve dava süreci başladı. Sorunun anahtarı aslında Kürt olmaktır. Toplumsal politik bir tavır var bu yönelmenin ardında, sanatla uğraşan bütün Kürtlerin geçmişinde bunlar var. En baskıcı hukukta bile, kendilerine göre bir senaryo düzenleseler de, bunun tutmayacağını kendileri de biliyorlar. Bir dönemde öğrencisin, seni işkenceden geçiriyor bir adam. Sonra kamuoyunda bir yere geliyorsun ve o adam tekrar karşına çıkıyor. O hala işkenceci pozisyonunda. Bu yüzleşme insanı çok hırçınlaştırıyor…

Yurttaş olarak benim sanat yapma hakkım, seyahat özgürlüğüm var. Sırf etnik kimliğimden ötürü benim haklarıma set çekemezsin. Bu hukukta cevap bulamazsam, bunu uluslararası hukuka taşırım. Bu bilinç seviyesine gelmemizi işkenceciler sağladı. Politikleştim ve tercihlerim de benimle beraber politikleşti. Tercihlerim taraf kazandı. Bunu 12 Eylül sağladı.

792270_10151386070563535_1800191143_o

İhsan Kaçar bir fotoğraf çekimi için Ereğli’deki maden ocaklarında.