Doğu Eroğlu (5 Temmuz 2013 BirGün Gazetesi)

Mısır’da 2011’de Mübarek rejimini devirip bir yıllık geçiş döneminin ardından ülkeyi seçimlere götüren ordu, 2012’de göreve gelen Mursi’ye karşı başlayan halk hareketinin büyümesi üzerine yönetime tekrar el koydu. Güç transferi, Mısır’da sokaklara inenlerce bir darbe olarak değerlendirilmezken, dünyada süren halk hareketleri Mısır’daki askeri müdahaleyi olumsuz bir gelişme olarak değerlendiriyor. Dünyanın tartıştığı, “Daha demokratik bir topluma darbeyle ulaşılabilir mi?” açmazını, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İlhan Uzgel, BirGün’e değerlendirdi.

Mursi iktidarının askeri darbeyle devrilmesiyle, Mısır halkının meşru taleplerini destekleyenlerin kafaları karıştı. “İyi” veya “demokratik” bir darbe mümkün müdür?

Darbe darbedir, demokratiği olmaz. Darbe sorunları yalnızca katılaştırır ve sürekli hale getirir. Mısır’da da benzer bir süreç yaşanacak. Siyaseti şekillendiren şey meşruiyettir. Bu bağlamda, askeri darbenin en başında kategorik olarak reddedilmesi gerekiyor. 90’lı yıllardan bu yana tankların arkasından yürüyenler değil, tankların üzerine çıkanlar meşruiyet kazanıyorlar. Mısır’da uzun yıllardır süren Mübarek iktidarına karşı sokağa inenler, meşru bir toplumsal tavır ortaya koymuşlardı. Mübarek devrildiğinde meşruiyet sorunu olmadığı için tüm dünya bu halk hareketine destek vermişti. Mursi, halk sokakta olduğu için devrilseydi yine aynı şey olacaktı ancak darbeyle birlikte durum değişti.

Mısır’daki iktidarın askeri darbeyle devrilmesi Türkiye’yi nasıl etkileyecek?

Gezi Parkı protestoları boyunca bir kişi bile, “Ordu göreve!” yazan bir pankart açmış olsaydı, Türkiye’deki halk hareketinin de meşruiyeti kalmayacaktı. Gezi protestoları boyunca sokaktakiler kendilerini ahlaki olarak daha yüksek bir konumda tuttular, “Siz darbeyi, derin devleti, bürokrasiyi temsil ediyorsunuz. Biz ise sadece halkız” mesajı verildi. Siyaset günümüzde dil üzerinden kurulur hale geldi, dolayısıyla ahlaki konumu ve dil üstünlüğünü kaybetmemek gerekiyor. Mısır’daki darbe ilerleyen dönemde Türkiye açısından da olumsuz sonuçlar yaratacak. AKP ve çevreleri bundan sonraki ilk toplumsal protestoda, “Bakın, Mısır’da da aynı oyun oynandı. Erdoğan kararlılıkla direnmemiş olsaydı aynı şey Türkiye’de de yaşanacaktı. Bu olanlar Ortadoğu’daki güçlü liderlerin halk ayaklanmaları yoluyla devrilmek istendiği büyük bir planın parçasıdır” diyecekler. Yani meşru bir toplumsal hareketi yıpratmanın yeni bir yolu ortaya çıkmış oldu. 

Esad’ın dediği gibi, siyasal İslam miadını doldurdu mu?

Siyasal İslam miadını doldurmadı ama İslamcıları küreselleşmeyle uyumlu hale getirip iktidarda terbiye etme projesinde bir gedik açıldı. Siyasal İslam’ın başarısız olduğunu söylemek için Müslüman Kardeşler’in değil, AKP’nin de iktidarı kaybetmesi gerekiyor. Mısır’daki İslamcıların iktidarda bir öğrenme süreci yaşaması gerekiyordu. Mübarek yüzünden demokratik bir geleneğin gelişmediği Mısır’da, yıllardır biriktirdikleri rövanşist arzularla iktidara geldiler. Bu birikim, pazarlıkla geldikleri iktidarda, bu pazarlığın gerekliliklerini yerine getirememelerine yol açtı. Daha ılımlı ve çoğulcu bir siyaset benimsemiş olsalardı, dünyadan da daha büyük destek alabilirlerdi. İktidarda öğrenme sürecinin ne kadar önemli olduğunu AKP’ye bakarak görebiliriz. Türkiye Avrupa Konseyi’ne, NATO’ya üye olmasına, ülkede ciddi bir sol gelenek, liberal talepler ve Kürt hareketinin varlığına karşın AKP ancak dizginlenebildi. Mısır’daki ordu dışında iktidarı dizginleyebilecek hiçbir demokratik birikim veya kurum yoktu. AKP hükümeti Gezi protestoları sonunda istemeyerek de olsa, “Mesaj alındı, biz de bu süreçten bir şeyler öğreneceğiz” demek zorunda kaldı. Yani, AKP 10 yılda bir şeyleri ancak öğrenebildi.