İntihar ettiği ileri sürülen polis memuru Sinan Özkılınç’la ilgili soruşturma, olaydaki cinayet şüphesine karşın tıkandı. Emekli polis baba Süleyman Özkılınç, polisin fail olduğu pek çok olayda olduğu gibi, oğlunun ölümünde de delillerin karartıldığı görüşünde
Doğu Eroğlu (25 Eylül 2013 BirGün Gazetesi)
Polis memuru Sinan Özkılınç’ın şüpheli intiharı üzerine başlayan hukuk mücadelesinde üç yıl geride kalmasına rağmen bir dava bile açılmadı. Delillerin toplanmadığı, intihara şahit olduklarını öne süren polis memurlarının ifadelerindeki tutarsızlıkların dikkate alınmadığı soruşturmalar takipsizlikle sonuçlandı. Kendisi de bir polis memuru olan baba Süleyman Özkılınç, emekli olduğu emniyet teşkilatına ve etkin soruşturma yürütmediğine inandığı yargıya karşı mücadele veriyor cinayete kurban gittiğine inandığı oğlunun ölümünü aydınlatmaya çalışıyor.
Polis memuru Sinan Özkılınç Ankara ve Siirt’te görev yaptıktan sonra 2010’da memleketi İzmir’de Trafik Şube’ye tayin oldu. Trafik Şube’de iki ay çalışan Özkılınç’ın 29 Eylül’de Asayiş Şube’ye “Yunuslar” olarak bilinen, motosikletli polis birimine atandı. Özkılınç, yeni görev yerindeki 5’inci gününde yaşamını yitirdi. Amirleri, 5 Ekim tarihinde Sinan’ın psikolojik olarak göreve çıkamayacak durumda olduğundan ötürü Asayiş Şube binası içindeki revire sevkinin yapıldığını, Sinan’ın revirde kendi tabancasıyla intihar ettiğini öne sürdüler. Baba Süleyman Özkılınç, intihar edeceğine inanmadığı oğlunun cinayete kurban gitmiş olabileceğini düşünerek olayı araştırmaya başladı. Ancak tespit ettiği bulgular, ifadelerdeki tutarsızlıklar ve karartılan deliller Sinan’ın ölümüyle ilgili soruşturmayı yürüten savcıları ikna etmeyi başaramadı. Sinan’ın ölümünün üçüncü yılına gelinirken, Baba Özkılınç’ın yaptığı suç duyurularının tümü takipsizlikle sonuçlanmış, olayla ilgili herhangi bir dava açılmamış durumda.
Baba Özkılınç, oğlunun hiçbir psikolojik rahatsızlığı bulunmadığını, dolayısıyla yaşamına son vermek için herhangi bir gerekçesinin olmadığı görüşünde. Baba Özkılınç, oğluyla geleceğe yönelik planlar yaptıklarının da altını çiziyor: “Oğlumun 2007 model bir arabası vardı. Olay günü iş çıkışında buluşup oğluma yeni model bir araba alacaktık. Aynı ay içinde sevdiği kişiyle nişanlanacak, 4 ay sonra da evlenecekti. Son derece mutlu olaylar arifesinde intihar etmek için hiçbir sebebi yoktu.” Baba Özkılınç, oğlunun psikolojik sorun yaşadığı gerekçesiyle revire sevk edilmesine rağmen tabancasının teslim alınmayışını ise garipsiyor. Önleyici tedbirleri almayan amirlerin, ölümün sorumlusu olduğunu iddia eden baba Özkılınç, o gün göreve çıkamayacak kadar rahatsız olduğu belirtilen oğluna niçin silah teslim edildiğini anlayamadığını belirtiyor.
Deliller temizlendi, kıyafetler kayıp
Baba Özkılınç’ı, olayın bir cinayet olduğuna ikna eden en önemli unsur, ortadan kaybolan deliller oldu. Olay mahallinde ve daha sonra yapılan incelemelerde Sinan’ın silahında, kendisine ait bir parmak izi veya herhangi bir biyolojik kalıntı bulunamaması ve Sinan’ın şakağına dayadığı silahı ateşleyerek intihar ettiği iddiasına karşın silahta kan izi olmayışı baba Özkılınç’ı harekete geçirdi. Oğlunun öldüğünü olaydan 4 saat sonra haber alan Özkılınç doğruca hastaneye gitti. Özkılınç’ın Emniyet’e giden akrabaları ise su ve deterjanla yıkanarak temizlenmiş, delillerin ve izlerin yok edildiği bir olay yeriyle karşılaştılar. Olaydan birkaç saat sonra hastaneye götürülen Sinan’ın kıyafetleri ise bulunamadı.
Emekli polis baba Özkılınç, olay yeri fotoğraflarında gözüne çarpan diğer tutarsızlıkları ise şöyle anlattı: “Oğlum solaktı ancak kurşun sağ taraftan girip soldan çıkmış, yani sağ elini kullanarak intihar ettiğini öne sürüyorlar. Sinan’ın yattığı yerde intihar ettiği belirtiliyor. Olay yeri fotoğraflarında silahın ve silahı tutan elin bel hizasında, son derece düzgün bir biçimde durduğu gözüküyor. Oysaki kafaya sıkılan bir kurşunda tüm kasların kontrolünün bir anda kaybolması neticesinde, silah tutan elin ve silahın omuz hizasında kalması gerekirdi.”
Memur ifadeleri tutarsız
Olayla ilgili ifadelerine başvurulan polis memurlarının söyledikleri, cinayet ihtimalini kuvvetlendiriyor. Sinan Özkılınç’ı ölü bulduğunu iddia eden polis memuru Lütfi Akman ilk ifadesinde 12.40 sularında olay yerine geldiğini söylüyor. Akman bir başka ifadesindeyse, 10.30 ila 11.00 sıralarında revire gittiğini ve Özkılınç’ın yaşamını yitirmiş olduğunu gördüğünü iddia ediyor.
Nizamiyede nöbetçi olduğunu söyleyen polis memuru Volkan Meteoğlu ifadesinde, Sinan Özkılınç’ın 11.20 sularında yanına gelerek kendisinden çay istediğini belirtiyor. Meteoğlu, sonraki ifadesinde Sinan’ı gördüğü saati 09.20 olarak düzeltiyor. Ancak nöbet kayıtlarına bakıldığında 08.00 ile 10.00 saatleri arasında bir başka memurun nöbetçi olduğu, Meteoğlu’nun nöbetinin 10.00’da başladığı anlaşılıyor.
O iki saatte ne oldu?
Olayla ilgili ifadeler, Sinan’ın saat 10.30 ila 11 arasında yaşamını yitirdiğini ortaya koyuyor. 112 Acil Servis’in düzenlediği tutanaklar ise sağlık görevlilerinin olay yerine saat 12.52’de geldiğini gösteriyor. Olay anı ile sağlık görevlerinin olay yerine intikal edişi arasında geçen yaklaşık 2 saatlik sürede neler olduğu bilinmiyor. Baba Özkılınç, bu zaman zarfında olay yerinde gerekli düzenlemelerin yapıldığı, delillerin karartıldığı görüşünde: “112 gelinceye kadarki 2 saatte ne yaptılar? Sinan’ı bulan ilk memur olan Lütfi Akman’la kişisel olarak görüştük. Savcı gelene dek olay yerinde nöbet tutanın kendisi olup olmadığını sordum. Nöbetçi olduğunu kabul edince, oğlumun silahında biyolojik kalıntı ve parmak izi bulunmadığını, silahı kimin temizlediğini sordum. Soruma çelişkili yanıtlar verdi, panikleyip kaçtı.”
Dava 2011’den beri AİHM’de
Yaptığı hiçbir suç duyurusu davaya dönüşmeyen Özkılınç, meseleyi 2011’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdı. “Etkin soruşturma ilkesinin ihlal edildiği” gerekçesiyle AİHM’e giden Özkılınç, soruşturmaya bakan savcılara ise tepkili. İç hukukun kendisini uğrattığı hayal kırıklığını ve öfkesini, “Davayı AİHM’de elbette kazanacağız ve İzmir’de bu soruşturmayı yürütemeyen savcıların hepsini AİHM’e staja göndereceğim. Cinayet davası nasıl araştırılırmış hepsi öğrenecek!” diye tarif eden Özkılınç’ın, Valilik, Emniyet Genel Müdürlüğü, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve bakanlıklara yazdığı mektuplar ise yanıtsız kaldı.
Olay günü mesaide olan pek çok polisin tayin olduğunu veya terfi ettiğini belirten Özkılınç, şüphelilerin polis olduğu olaylarda etkin soruşturma imkânı olmadığını ifade ediyor: “Emniyet içerisinde gerçekleşen bir olayın soruşturmasında polislerin görev alamayacağı gerekçesiyle valiliğe başvurup mülki müfettiş istedim. Yalvarsam da kimseye derdimi anlatamadım. Savcılar ise kuvvetli suç şüphesine, çelişkili ifadelere, maddi bulgulara ve dosyadan yok eden kanıtlara karşın olayın üzerine gitmediler. Devletin binası içinde devletin polisi ölüyor, savcılar gereğini yapmıyor, vali idari soruşturma açmıyorsa bu bir devlet terörüdür. ‘Askerin içindeki pislikleri temizliyoruz’ diyen hükümet önce polisi temizlesin. Savcı-hâkim-polis anlaştı, oğlumun cinayeti örtbas edildi. Tek istediğim adil yargılama, oğlumun şerefi ve onuru…”