Akkuyu Nükleer Güç Santralı ÇED toplantısında şirket, endişelerin hiçbirine yanıt veremedi ancak süreç ilerlemeye devam ediyor, nükleer lobisi geri adım atmıyor
Doğu Eroğlu (3 Ekim 2013 BirGün Gazetesi)
Mersin Akkuyu’ya inşa edilmesi planlanan nükleer güç santrali (NGS) için yapılan ÇED İnceleme Değerlendirme Komisyonu toplantısında şirket yetkililerinin sunumu sivil toplum temsilcilerini ikna edemedi. Ekolojistlerin ve nükleer enerji karşıtlarının pek çok sorusunun yanıtsız bırakıldığı toplantıyı, Ekoloji Kolektifi üyesi avukat Fevzi Özlüer BirGün’e değerlendirdi. Mersin’de yaşayan çevre mühendisi Yılmaz Kilim ise kentlilerin endişelerini aktardı.
Akkuyu NGS ÇED İnceleme Değerlendirme Komisyonu’nda Rosatom projeyle ilgili endişelerinizi giderebildi mi?
İnceleme Değerlendirme Komisyonu’nun yaptığı toplantıya, görüş ve önerilerini sunmak üzere Greenpeace, TEMA, Mersin Nükleer Karşıtı Platform, Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre için Sağlıkçılar Derneği ile Ekoloji Kolektifi katıldı. Önce Rosatom hazırlanan ÇED raporuyla ilgili bir sunum yaptı. Komisyondaki bakanlık yetkilileri ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu üyeleri de rezalet bir sunum olduğunu kabul ettiler. Katılan STÖ’ler projenin hayata geçirilmesi halinde ortaya çıkacak sorunları aktardı ama şirketin sunumu hiçbir soruya cevap vermedi. Atıklar, doğaya verilecek hasar, insanların yaşam alanlarına vurulacak darbe ve santralin sökümü gibi konuların ÇED dışında bırakıldığını gördük.
Rusya Federasyonu Devlet Atom Enerjisi Kuruluşu’na bağlı Rosatom’un ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sorumluluk alanları belli mi? Olası bir kaza durumunda sorumluluğu kim alacak?
ÇED raporuna göre şirketin tazminat sorumluluğu yok. Fukuşima felaketinden sonra santrali işleten TEPCO şirketi iflasını açıklamıştı. Burada da bir felaket halinde şirket devreden çıkabilir, sorumluluk tamamen devlete kalabilir. Akkuyu NGS’yle ilgili uluslararası sözleşmede tek taraf Rosatom fakat reaktörler ve pek çok nükleer ünite taşeronlara yaptırılıyor. Bir kaza halinde Rosatom ve Türkiye devleti aradan çekilecek, vatandaş kim olduğu belli olmayan uluslararası şirketlerle davalık olacak. Bu davalar yıllarca sürecek ve çoğu da sonuçsuz kalacak. Ortada 20 milyar dolarlık proje var zararı kimin üstleneceği belli değil.
Felaket senaryolarında müdahale nasıl yapılacak? Tazminatlar kim tarafından ödenecek? Santralin bütçesinde olası kazalarda kullanılmak üzere bir yedek akçe belirlendi mi?
Projede hiçbir afet ve risk yönetim stratejisi yok. Sıradan bir inşaat çöktüğünde neler oluyorsa, nükleer bir felakette de aynısı olacak. Kızılay çadır kuracak, jandarmalar tekmeleyerek radyasyonu uzaklaştırmaya çalışacak. Ayrıca çalışanlara yönelik hiçbir tedbir de alınmamış. İnşaat işçilerinin geçici konutları, sağlık koruma bandı adını verdikleri 100 metrelik bölgenin içinde. Bu işçiler reaktörler inşa edilirken bile ölebilirler.
Fukuşima’daki nükleer felaketin ardından TEPCO’nun yanlış yönlendirmesiyle, Japonya hükümeti tahliye bölgesini olması gerektiğinden daha dar bir alanla sınırlamıştı. Akkuyu’da yaşanabilecek bir nükleer kazada, planlanan tahliye stratejileri yeterli mi?
Kaza anında 5 kilometrelik yarıçaptaki vatandaşların tahliye edileceğini, 80 kilometre yarıçapındaki gıdaların tüketiminin yasaklanacağını belirtmişler. Aydıncık, Taşucu ve Silifke gibi yerleşim birimleri santral alanına yaklaşık 30 kilometre mesafede. O bölgede yaşayan 300 bin vatandaşı tahliye etme gibi bir planları yok. İsteseler de edemezler zaten!
Santralin üretim ömrü dolduğunda nasıl söküleceği belli mi? Santral söküldükten sonra bölgede yaşam sürebilecek mi?
Santralin ömrünü tamamlamasından sonra nasıl söküleceğiyle ilgili hiçbir düzenleme yok. Orası belli ki bir nükleer mezarlık olacak. Enerji arzıyla elde edilecek kârı hesapladıklarını iddia ediyorlar ama pek çok ekonomik maliyeti görmezden geliyorlar. Bu maliyetlerle projenin ekonomik bir yönü kalmıyor. Demek ki bu, Türkiye’nin emperyalist bir bölge ülkesi olma stratejisi uyarınca girişilen siyasi bir projeden başkası değil.
Nükleer santrallerle ilgili en ciddi tehdit, eskimiş nükleer yakıt çubuklarının güvenli biçimde saklanması. Eskiyen yakıt çubukları ve nükleer atıklar nasıl ve nerede saklanacak?
Atıklar Çanakkale ve İstanbul boğazlarından geçirilerek Rusya’ya götürülüp bir nükleer çöplükte saklanacak. Ama şirket bu taahhüdünü yerine getirmezse ne olacağı belli değil çünkü devletin hiçbir yaptırım gücü yok. Uluslararası sözleşme sadece santralin inşası ve teslimini kapsıyor. Atıkların nasıl bertaraf edileceği belli değil. Ruslar, “Biz bunları götürmüyoruz” derlerse devlet herhalde atıkları Toroslar’daki maden ocaklarına gömecek. Devlet nükleer santralleri kalkınma planına eklerken, “Atık sorununu çözmek kaydıyla” diye şart koymuştu. Kendi kalkınma planlarına da aykırı hareket ediyorlar yani.
Santralin ihale şartnamesinde “teknolojik sınanmışlık” şartı vardı. Bu maddeye göre, Türkiye’ye yapılacak santralin daha önce hayata geçirilmiş, güvenlik testlerinden geçmeyi başarmış bir model olması zorunluluğu getirilmişti. Ancak Akkuyu’ya yapılacak santral, daha önce inşa edilmemiş bir model olan VVER1200. Bu konuyla ilgili olarak hukuki işlem başlatacak mısınız?
Bu modelin risklerinin denetlenebileceğine ilişkin her türlü söylem tamamen kâğıt üstünde ve hayali. Alan çalışmasına dayanan hiçbir veri yok. Rosatom benzer bir modeli Hindistan’da yapmaya çalıştı ancak denenmemiş bir model olduğu için proje askıya alındı. Bu haliyle ÇED olumlu kararı çıkması halinde iptal davası için yargıya başvuracağız.
Santrale ilişkin hazırlanan ÇED raporundaki çevresel önlemler sizi tatmin etti mi?
Santralde soğutma suyu olarak kullanılan deniz suyu tekrar denize verilecek. Sıcaklıktaki oynamalar deniz ekosistemini olumsuz etkileyecek ancak şirket bu sorunu pek dikkate almamış. 10 yıl önceki verileri kullanarak rapor hazırlamışlar ve “Nasıl ki canlılar evrimsel süreçte sıcaklığa uyum sağladılarsa, buradaki ısı değişikliğine de uyum sağlayacaklar” demişler. “Biz değil onlar düşünsün, gerekirse sudaki canlılar evrim geçirsinler” diyorlar yani!
İstihdam aldatmacası
Ankara’da ilerleyen ÇED sürecini Mersin ve santral alanı yakınlarındaki Büyükeceli kasabası sakinleri uzaktan takip ediyorlar. Mersinli çevre mühendisi Yılmaz Kilim, ÇED sürecinin Mersin halkından saklanmaya çalıştığı, dikkatlerin özellikle başka unsurlar üzerine çekildiği görüşünde. Ankara’da ÇED değerlendirmesi yapılırken, Mersin’de halkın bilgilendirme toplantısı bile yapılmadığını ifade eden Kilim, ÇED sürecinin Rosatom tarafından geçiştirilmeye çalıştığını düşünüyor: “Akkuyu BBG evi gibi olacak, 3 bin liraya işçi aranıyor gibi haberler yaptırılarak açıklanan ÇED raporu Mersin halkının gündeminden uzaklaştırıldı. Konunun ‘kıyak iş fırsatı’ bağlamında ele alınması şirketin işine geldi.”
Başbakan’a kim karşı çıkacak?
ÇED yönetmeliğine göre, tesisin kurulacağı yerde halkın bilgilendirilmesi toplantısı yapılmasının yasal bir yükümlülük olduğuna dikkat çeken Kilim, şirketin yapılmayan toplantıyı yapılmış gibi gösterdiğini ileri sürdü. 30 Mart 2012 tarihinde, protestolar sebebiyle yapılamayan toplantının, resmi kayıtlara gerçekleştirilmiş gibi geçtiğini söyleyen Kilim, ÇED İnceleme Değerlendirme Kurulu’nun da objektif bir rol üstlenemeyeceğini belirtti. Kilim, “Kurul 52 kamu kurumu ve 8 üniversite temsilcisinden oluşuyor. Başbakanlık genelge yoluyla ‘Şirketin işleri ivedilikle yapılsın’ derken hangi kamu görevlisi sürecin uzaması pahasına hukuksuzluklara itirazda bulunabilir?” diye konuştu.
‘Arazimiz değerlenir’ diyorlar
Kilim’e göre, santral projesinin tarım alanlarına yapacağı etki de göz ardı ediliyor: “Nükleer karşıtları bu bölgede nükleer santralin etkilerini Mersin halkına yıllar boyu anlattılar, halk da bilgilendi. Ama bu söylemler bir süre sonra etkisizleşti. Santralin doğaya, canlılara ve tarım alanlarına yapacağı hasar ÇED raporunda da var ama tarımdan ve hayvancılıktan umudunu kesenler, ‘Santral yapılırsa belki arazimiz değerlenir’ diye itiraz etmiyorlar. ‘Belki işe gireriz’ diye düşünüyorlar.”