Türkiye’nin tavrına karşın IŞİD’le savaşan Rojava’nın Suriye’deki en güvenilir güç olduğuna dikkati çeken Mutlu Çiviroğlu’na göre, Türkiye’nin Suriye’yle bir olup Kürtleri sindirmeye çalışması, ülke içindeki sorunları da büyütebilir 

Doğu Eroğlu (24 Ağustos 2016, Birgün Gazetesi)

Suriye İç Savaşında ilk pozisyonunu Suriye Devlet Başkanı Esad’ın devrilmesi yönünde belirleyen Türkiye, Suriye Kürtlerinin Türkiye-Suriye sınırında Fırat’ın doğusuna dizginleri ele almasının ardından reaksiyoner bir konuma sürüklendi ve siyasetini Rojava’nın güçlenmesini önlemek üzerine yeniden şekillendirdi. Bugünse YPG’nin başı çektiği Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan ana unsura dönüştü ve IŞİD Karşıtı Koalisyonun da en güvenilir ortağı konumunda. Washington’da görev yapan, Suriye’deki gelişmeleri takip eden gazeteci ve analist Mutlu Çiviroğlu’na göre, Haseke’deki olaylar Rojava’nın şu sıralarda Türkiye-İran-Suriye üçlüsünün hedefinde olduğu ihtimalini işaret ediyor. Suriye’deki çözümün anahtarı da yine Kürtlerde fakat Türkiye Rojava’ya karşı tutumuyla Türkiye Kürtleriyle barış umutlarını da azaltıyor.

Suriye’de savaş meydanına müdahale eden dış aktörler arasında, birbirlerine karşı rezervasyonları bulunsa da, çok katmanlı bir mutabakat yapısı ortaya çıkmaya başladı. Türkiye, Rusya ve İran’la yakınlaşmaya çalışırken stratejik ortağı ABD’yle sorunlar yaşıyor; kırmızı çizgisi Esad’ın iktidarda kalması olan Rusya ile bölgede PYD ve Irak güçleriyle ortaklaşan ABD, bir uzlaşıya varmayı deniyor. Türkiye ise Kürt hareketiyle kendi ülkesinde savaşırken, Suriye’yle sınırına PYD’nin egemen olmasını istemiyor. Suriye’de çözüme çok yakın olmasak da, bugün masaya oturulsa nasıl bir haritayla karşılaşmamızı beklersiniz?

Rojava bağlamında bakıldığında, Türkiye ve İran’ın bu bölge üzerinde birtakım anlaşmaları olduğu, Suriye rejiminin de bu motivasyonlarla Haseke’ye saldırıya geçtiği, askeri kaynaklarca dillendiriliyor. Rojava’daki kazanımlara karşı, rejim zaten Kürtlere ara ara diş gösterip varlığını anımsatıyor. Haseke’yle birlikte bu biraz daha ileri bir aşamaya ulaştı. Tanklarla uzun menzilli atışların yapılması ve uçakların kullanılması, Rojava’nın yarattığı rahatsızlığın göstergesi. Bu sorun söz konusu olduğunda Rusya taraf seçmemeye çalışıyor. Türkiye ile Rusya arasında yakınlaşmadan bahsedilebilir ancak iki ülke arasındaki çelişkiler kolaylıklar çözülebilir gibi gözükmüyor. Rusya’nın Suriye siyaseti, Türkiye’ninkinden çok daha gerçekçi; bu siyasetin hem tarihsel kökenleri var hem de Rusya’nın bilgi ve deneyimi Türkiye’ninkinden daha fazla. Rusya, İran’ın Suriye ve Esad üzerindeki nüfuzunun da farkında. ABD ise biraz sıkışmış durumda. Obama yönetimi, Kasım ayındaki başkanlık seçimlerinden önce giderayak radikal bir adım atmak istemiyor. Menbiç’deki başarı seçimler öncesinde Washington için büyük bir nimet ama Haseke’deki olaylar şimdilik bu başarıya bir nebze de olsa gölge düşürüyor. Pentagon hem YPG hem de alandaki kendi askeri danışmanlarına gelebilecek saldırılara karşılık vereceği yönünde rejime uyarılarda bulunuyor ve radikal adımlar atmadan çözüm arıyor. Ama görünen o ki tüm hesaplar Kürtler üzerinde yoğunlaşıyor. Üstelik Kürtler söz konusu olduğunda, aralarındaki tarihsel çelişkilere karşın bölgesel güçlerin bir araya gelebileceği görülüyor. Rojava Kürtleri de bunun farkında… Haseke’de bugün sağlanan ateşkesin maddelerine bakıldığında Kürtlerin lehine olduğu, rejimin önceki saldırılarda olduğu gibi bu defa da elindeki alanların büyük kısmını kaybettiği görülüyor. Yine rejime bağlı güçlerin önemli oranda kayıp verdiği görülüyor. Sonuç olarak Haseke’deki durum, Kürtler ile Esad rejiminin müttefik olduğu yönündeki analizlerin yanlışlığını kanıtlıyor. Taraflar arasındaki ilişki, öncelikler uyarınca çatışmama ilkesine dayanıyor. Kürtler ne rejim ne de muhalefetle birlikte hareket ediyor; üçüncü seçeneği takip ediyor, yani kendi yollarında yürüyor. Haseke’nin gösterdiği bir başka şey de şu; ülke viraneye döndü, 100 binlerce kişi öldü ama rejimin düşünce yapısında hiçbir şey değişmemiş. Olanlardan pek de ders çıkarmadığı, kendi sivillerini bombalayarak siyaseti şekillendirme çabasını sürdürdüğü görülüyor. Onlarca yıl Suriye’de temel insan haklarında, hatta yurttaşlık haklarından mahrum bırakılan Kürtlerin de katkı verebileceği bir Suriye ortaya çıkmalı. Fakat rejimi ayakta tutan güçlerin bu çabadan rahatsız oldukları ortaya çıkıyor. Türkiye tarafında, Esad’ın görevde kalabileceğine ilişkin söylemler var; Suriye ordu kaynaklarıysa birkaç gün önceki bir açıklamada Rojava Asayiş güçlerini ‘PKK’nin kolu’ olarak tanımlayarak Ankara’ya olumlu bir karşı mesaj verdi. Nihayetinde çözüm formüllerinin önemli kısmı Kürtlere bağlı.

Çözümde yeni bir markalaşma sürecine girerek ismini değiştiren Cephetül Nusra’ya hala yer var mı?

Cephetül Nusra’nın isim ve şekil değişikliği Batı kamuoyunda olumlu bir etki yaratmadı. Fakat Suriye sahasındaki bu tür grupların arkasında durmaya devam eden bölgesel güçler var. Suriye’deki çatışmanın, bölgesel vekalet savaşı olma özelliği sürüyor. ABD ve SDG’nin başarısı herkes tarafından memnuniyetle karşılanmıyor. Batıda yakın zamana dek destek bulan, ‘ılımlı muhalifler’ denen gruplar Nusra’yla iç içe girmiş durumda.

İslami güçler denklemdeki varlıklarını koruyor; bölgesel güçler arkalarında, askeri olarak güçlüler ve Batıdan kısmen destek bulmayı sürdürüyorlar. Ama diğer güçlerin ilerleyişi zemin kaybetmeleri anlamına geliyor. Menbiç gibi IŞİD’in gizli başkentlerinden biri alınıyor ama IŞİD’e karşı küresel savaşın unsuru olan, Koalisyon üyesi bazı ülkelerde bu gelişme memnuniyet yaratamayabiliyor. Bir yandan da Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura görüşmelerin yeni bir turunu başlatmaya çalışıyor ancak o çabalarda da pek bir ilerleme yok. Yakın dönemde bir anlaşmanın sağlanabileceğini beklemek zor fakat Suriye denkleminde İslami güçlerin de yer alacağı görülüyor.

SDG’nin, Menbiç’ten sonra Cerablus yerine Bab yönünde ilerleme kararı almasını Afrin’in diğer kantonlarla birleştirilmesine öncelik verildiği biçiminde değerlendirebilir miyiz?

Kürtlerin ana önceliği kantonların birleştirilmesi çünkü Afrin 3 yıldır ekonomik, siyasi ve askeri ambargo altında. İnsanlar şimdiye kadar hayatta kalmayı başarabildi ama hem temel ihtiyaçlar hem de tıbbi gereksinimlerin karşılanması gittikçe zorlaşıyor. Menbiç alındıktan sonra batıya doğru epey mesafe alınmış oldu; dolayısıyla Afrin’e ulaşılması da çok güç değil ancak Haseke’deki çatışmaların başlatılması, IŞİD’le savaşan güçlerin meşgul edilmesi bilinçli yapılan şeyler. Bahsettiğimiz hesaplar ve dikkat dağıtma çabaları bunu durdurabilecek mi? Ben durduracağını çok sanmıyorum. Bab’ın kırsalında birçok Kürt köyü var ve buradaki insanlar uzun zamandır SDG ilerleyişini bekliyor.

Menbiç’in IŞİD’den kurtarılmasının ardından IŞİD güçlerinin önemli bir kısmı Cerablus’a çekildi. Burada yeni bir savunma mevzii oluşturulup, kuzey koridorunun kaderini burada çizmeyi mi deneyecekler yoksa SDG’nin yöneldiği El Bab cephesi daha mı belirleyici olacak?

Aslına bakarsanız Menbiç operasyonu çok da önce başlayacaktı ancak Türkiye’nin kendi planını öne sürüşü yaklaşık 2 ay kaybettirdi. YPG’nin ön saflarında yer aldığı SDG’nin özelliği şu; başladığı bir operasyonu sonlandırabiliyor ve diğer güçlerin aksine, ele geçirdiği alanı kaybetmiyor. Tel Abyad, Kobani, Teşrin Barajı, ve Tel Birak bunu kanıtladı. SDG’nin yürüttüğü harekat, ilk olarak Kuzey Rakka Operasyonu olarak başladı.

IŞİD güçlerinin koridorlarını tutmak amacıyla Cerablus’ta bir savunma hattı oluşturması, Türkiye sınırına yakınlığı ve güçlerin rahatlıkla hareket edebilmesi bakımından anlamlı. SDG de Cerablus üzerine gidip lojistik teminini kesmeye çalışabilir ama daha öncelik Bab güzergahında. Yine de son karar SDG ile Koalisyon arasındaki görüşmelerle netleşecek. Operasyon başlarken ABD’nin önceliği Rakka’ydı ama SDG ilerleyişin başka yöne doğru olması için ABD’yi ikna etti. Operasyonun Menbiç ayağı SDG’nin Koalisyonu ikna ettiğini ortaya koydu. Gerçekten de, maddi, diplomatik ve lojistik bağlamda geçmişte uğradığı hüsranlar da göz önünde bulundurulduğunda, Koalisyonun Suriye’de SDG’den başka güvenebileceği bir güç yok.

20 Ağustos akşamı Antep’teki bir düğün evine yapılan intihar saldırısının, SDG’nin Menbiç’teki başarısına misilleme olduğu değerlendirmeleri var. Bu yoruma katılıyor musunuz?

Türkiye’de, IŞİD’in faili olduğu düşünülen eylemlerde İstanbul’daki saldırılar daha farklı karakterde; diğer eylemlere göre tarz ve seçilen hedefler farklı. Ancak Antep’teki düğüne gerçekleştirilen saldırının tarzı, Türkiye’deki diğer eylemlerin kurgulanış biçimleriyle benzeşiyor. Düğün sahiplerinin Kürt siyasi hareketine yakınlığı ve katılanlarınsa çoğunun Kürt oluşu hedef seçiminin bilinçli olduğunu gösteriyor; zaten Antep hücresinin etkin isimlerinden Yunus Durmaz’ın bilgisayarında bulunan notlarda da Kürt düğünlerinin potansiyel eylem hedefi olduğuna değiniliyordu.

Antep’in o bölgesi göç mağduru insanların yaşadığı bir alan. Antep’teki Kürt halkı bilinçli bir kitle, Haziran seçimlerinde kentten HDP’ye iki milletvekili çıkması bunu kanıtlamıştı. Ancak Antep’in Suriye İç Savaşı süresince ‘Peşaverleşmeye doğru gittiği’ görüşü defalarca vurgulandı. Rakka IŞİD’in başkentiyse, Antep de IŞİD’in dış ticaret merkezi olduğu inancı yaygın. SDG’nin ilerleyişiyle bu saldırıyı birlikte düşünmek olası; iki olay arasında bağıntı bulunabileceğini düşünmek gerçek dışı olmaz. Menbiç IŞİD için çok kıymetliydi ve Tel Abyad’dan sonra örgütün en önemli kayıplarından biri oldu. Ayrıca Menbiç, IŞİD’in SDG’yle giriştiği savaşların tümünü kaybetmesi geleneğini iyice perçinledi. Elimizde henüz bu kanıyı destekleyecek maddi bulgular bulunmasa da, eylemin misilleme niyetiyle gerçekleştirilmiş olması son derece mümkün.

PYD ve YPG’nin ilerleyişi sürüyor; bu durum Türkiye’nin Kürtlere karşı 2014’ten beri yeniden başlattığı düşük yoğunluklu savaşta neleri değiştirecek?

Aslında Rojava’daki gelişmeler Türkiye’ye, sınırın üstündeki ve altındaki Kürtlerle ilişkilerin geliştirilmesi için tarihsel bir fırsatı altın tepside sundu ama bu fırsat değerlendirilemedi. Nusaybin’le Qamişlo, Suruç’la Kobane aslında aynıdır; aileler sınırla birbirlerinden kopmuştur. Meydana gelen her gelişme diğer tarafı etkiler. Benzer şekilde, Kobane düşmediyse bundaki en büyük etken Türkiye Kürtlerinin tutumu, verilen mücadele ve tutulan nöbetlerdir. Bunlar Rojava’da çok iyi biliniyor. O nedenle hükümet barış sürecine dönme niyetindeyse –ki öyle gözükmüyor– bu niyetini gösterebileceği en doğru alan Rojava. Rojava’daki ve Türkiye’deki Kürtler, bir diğerine karşı Türkiye’nin geliştirdiği siyasetin kendilerine bakış açısını da deşifre ettiğini düşünüyor. Nusaybin, Şırnak ve Cizre’de Türkiye’nin yaptığı operasyonlar, Rojava’dakiler tarafından kendi kazanımlarının faturasının Türkiye’deki Kürtlere ödetildiği biçiminde algılanıyor. “Bizim burada ABD ve Rusya vardı, Türkiye bir şey yapamadı. Şimdi acısını Türkiye’deki Kürtlerden çıkartıyor” diyorlar.

Belki coğrafi olarak sıcak gelişmeler Rojava’da oluyor ama etkiler her iki tarafa da yansıyor. Kürtler ambargo altında; bu şartlarda sırasıyla ÖSO, Nusra, IŞİD ve rejimle çarpıştı. Bu mücadele, cihatçılara kolaylık sağlayan Türkiye, Rojava’ya ambargo uygularken sürdürülüyor. YPG ele geçirince Gre Spi sınırı bir anda kapandı. Ceylanpınar’la Serekaniye’yi yalnızca duvar ayırıyor; burası da ticarete çok elverişli ama sınır kapalı. Halbuki bu noktalarda diğer güçler egemen olduğu sırada sınırlar açık tutuluyordu. YPG’nin bulunduğu noktalardan Türkiye’ye hiçbir saldırı gelmedi. 800 kilometresi YPG’de olan Türkiye-Suriye sınırında Türkiye’ye hiçbir saldırı yönelmezken ülkeye atılan füzelerin kimlerden geldiği malum.