Gazeteci Justin Vela‘nın, Türkiye’deki son durumu tahlil eden yazısının Türkçe çevirisini yayınlıyoruz. Vela yazısında Türkiye’deki iktidarın ifade özgürlüğü konseptine bakışının bir fotoğrafını çekiyor, aynı zamanda baskı ortamının sebeplerini de tahlil ediyor. Çevirisi Doğu Eroğlu ve Dora Göksal tarafından yapılan yazının Foreign Policy‘de yayınlanan aslına ise bu adresten erişebilirsiniz. (Fotoğraflar: Mustafa Özer/AFP/Getty Images)
Derin devletin parmaklıkları ardında
Türkiye’nin dizginleri Pensilvanya’daki gizli mollaların elinde mi? Eğer öyle değilse, niçin iktidar tek bir araştırmacı gazeteciyi susturmakta bu kadar ısrarcı davranıyor?
Justin Vela | 11 Ocak 2012
Türkçeleştiren: Doğu Eroğlu, Dora Göksal
Türk vatandaşları, demokrasilerinin geçirdiği evrimi fısıltıyla tartışsalar iyi ederler. Son yıllarda önemli mesafe kateden Türkiye’de, ülkenin yeni rotası yüksek sesle dillendirilmiyor.
Geçtiğimiz iki yıl içerisinde, hükümeti eleştiren binlerce kişi, genellikle şafaktan önce gerçekleştirilen polis baskınlarıyla evlerinden alınarak tutuklandı. Ülkedeki tutukluların en önemlilerinden olan araştırmacı gazeteci Ahmet Şık, ordu yanlısı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümetini devirmeye çalışan Ergenekon adı verilen gizli komplo grubunun propogandasını yapmakla yargılandığı davada, 5 Ocak tarihinde ilk defa savunmasını verdi.
Şık ifadesinde, telefon görüşmesi tutanakları, gazetelerde basılmış makaleler ve henüz tamamlamadığı, İslamcı Fethullah Gülen hareketinin Türkiye devleti içindeki yaygın nüfuzunu ortaya koyan İmam’ın Ordusu kitabının taslaklarından oluşan delilleri ciddiye almadığını ifade etti. Şık savunmasında, “Bugün adaletten ve hukuktan yoksun, bozulmuş ve tahrip edilmiş dökümanlarla yürütülen, politik bir yargılama sebebiyle buradayım” diye konuştu.
Şık’ın aleyhindeki iddialar, ilk günkü absürtlüklerini koruyor. Şık, profesyonel yaşamının önemli bir kısmını Ergenekon’un temsil ettiği yapıları ve bu yapıların yol açtığı insan hakkı ihlallerini araştırmaya vakfetmişti. Hükümet destekçilerine göre, Ergenekon ismi verilen organizasyon, ülkenin seküler kimliğinin muhafaza etmeyi cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kendine görev edinmiş, askeri bir derin devlet yapılanmasını temsil ediyordu. Demokratik seçimlerle göreve gelmelerine rağmen, askerin onayını alamayan hükümetler 1960, 1971, 1980 ve 1997’de devrilmekten kurtulamamışlardı.
Fakat Şık’ın üzerine giden silahlı kuvvetler değil, derin devletin başka bir ayağı. İmam’ın Ordusu kitabı, Fethullah Gülen’in yükselişini, yaşı ilerlemiş din adamının kendini sürgün ettiği Pensilvanya’dan, 140 ülkedeki binlerce okulu kapsayan muazzam ağı kuruşunu anlatıyordu. Dinlerarası diyalog çağrısı yapan ve dersliklerinde hem dinin hem de bilimin öğretilmesini savunan Gülen’in destekçileri, cemaatin eğitime katkıda bulunmak ve Türkiye ile dünyanın geri kalanında kamu hizmeti yapmaktan başka bir amaçları olmadığını ileri sürüyorlar. Ancak Gülen cemaatinin gerçek etki alanını hesap etmek oldukça zor; Foreign Policy tarafından 2008’de yapılan yılın entelektüeli oylamasına Gülen destekçileri hücum etmiş, yarım milyon kişinin oy kullandığı yarışmada ilk sırayı Gülen almıştı. Ancak Gülen, “Cemaat” adıyla bilinen destekçilerini yalnızca internetteki oylamalara etki etmek için kullanmıyor. Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçmen tabanın önemli kısmını oluşturan Cemaat mensupları, kendilerini Türkiye’deki bürokrasi, emniyet ve yargı teşkilatlarının da en üst makamlarında konumlandırmayı başardılar. Ve Şık örneğinde de görüldüğü gibi, yarattıkları etki Türkiye’yi daha baskıcı, özgürlüklüklerin kısıtlandığı bir noktaya doğru götürüyor.
Şık, kendisine yöneltilen sorular üzerine, cezaevinde kendi eliyle kaleme aldığı 9 sayfalık yanıtta, halihazırda baskı ortamının baş sorumlusu olarak Gülen cemaatini işaret ediyordu. Şık cevabında, “Nedim’in [Şener, davanın diğer bir gazeteci sanığı] ve benim başımızdan geçenler, cemaate karşı durabilecek diğer basın mensuplarını sindirmek amacıyla tertiplenmiştir” diyordu.
Türk ordusunun sivil yönetimler üzerinde kurduğu örtülü tahaküme karşı geçmişte yürütülen soruşturmaları destekleyen Şık, hükümetin orduyu sahneden indirmek için kullandığı Ergenekon Davası’nın ise bir “ilüzyon”a dönüştüğünü ve toplu tutuklamalar için bir bahane haline geldiğini belirtiyor.
Şık, “Ergenekon soruşturması, iktidarın cemaate devredilmesinde kullanılan unsurların en önemlisi. Derin devlete hala dokunulmadığını, yalnızca derin devletin sahiplerinin değiştiğini belirtmeliyim. Bu yapının yeni sahibi ise AKP ve cemaatin oluşturduğu koalisyondan başkası değil” diye konuşuyor.
Eğer hükümet, Şık’ı tutuklayarak yaptığı araştırmaları önlemeyi hedeflediyse, bu hedefin acınacak bir başarısızlığa dönüştüğünü söylemeliyiz. Şık’ın yasaklanan kitabı, büyük ihtimalle taslağı bulunduran arkadaşları tarafından, internete dağıtıldı. Sonrasındaysa, bir grup gazeteci ve entelektüelin imzasıyla, Şık’ın evindeki bilgisayarda ele geçmesinin ardından polis tutanaklarına yansıyan 000 Kitap adıyla yayınlandı. Kitap, İstanbul’un merkezinde yer alan İstiklal Caddesi’ndeki ve havaalanındaki kitabevlerinin vitrinlerinde, en dikkat çeken noktalarda sergileniyor.
Şık’ın arkadaşı gazeteci Ertuğrul Mavioğlu’na göre, Gülencilerin öfkesi, Şık araştırmalarında, kimi soruşturmaların cemaatin emniyet yapılanmasının gizli kalması için hasır altı edildiğini göstermesinden kaynaklanıyor. Şık, araştırmalarına kaynak olarak bir kısmı emekli, bir kısmıysa hala görev yapmakta olan yüksek rütbeli emniyet görevlilerini adres gösteriyor.
Ilımlı İslam çağrısında bulunan Gülen’e yöneltilen eleştiriler dindarlık ekseninden ziyade, hareketin şeffaf olmadığı noktasında yoğunlaşıyor. Gülen grubunun, kağıt üstünde laik olan hükümet ve toplum üzerinde önemli bir etkisi olduğu biliniyor, AKP’nin cemaatle olan ilişkisini AKP’li milletvekilleri de doğruluyorlar. Gülen hareketinin büyüklüğü ve toplum üzerindeki etkisi tam olarak kestirilemezken, Zaman Gazetesi ve Samanyolu Yayın Grubu gibi basın organlarıyla yakın ilişkilerinin yanı sıra, Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) gibi yapıların harekete bağlılığı, cemaatin son derece organize ve iyi finanse edilen bir ağ kurduğunu gösteriyor.
Şık, “Cemaatin devlet bürokrasisi içerisindeki yapılanması hakkında ancak sorular sorabilir veya iddialar ileri sürebilirsiniz” diyor ve ekliyor: “Herkes ‘Bu gizlilik neden?’ sorusunu kendine sormalı. Eğer dedikleri gibi, yalnızca hayır işleriyle uğraşıyorlarsa niçin devletin içine uzanan bir yapılanma içerisindeler? Sizin de gördüğünüz gibi, yalnızca sorular soruyorum.”
Türkiye’nin kontrolden çıkmış hukuk sisteminin tek kurbanı Şık değil. Eski Genelkurmay Başkanı 5 Ocak’ta tutuklanırken, savcılar 9 Ocak tarihinde ise yargı yolunun açılabilmesi için anamuhalefet partisi başkanının parlamenter dokunulmazlığının kaldırılması isteminde bulundular. Düzinelerce gazetecinin cezaevlerindeki tutukluluk hali ise devam ediyor, geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen operasyonlar cezaevlerindeki gazeteci sayısını daha da artırdı.
Toplu tutuklamalar, Türkiye’ye yıllardır karşılaşmadığı kadar büyük bir prestij kaybı yaşattı. Özellikle Ahmet Şık’ın da sanıkları arasında olduğu dava, çoğunlukla başarılarla anılabilecek bir on yılın üzerinde çirkin, kara bir leke olarak duruyor. AKP 2002’de iktidara geldiğinden bu yana, yarattığı siyasal istikrar ortamı, bir zamanlar tüm gücü elinde bulunduran orduyu dizginlemesi ve Türkiye’yi G20 ülkeleri arasında Çin’den sonra ikinciliğe yerleştiren ekonomik büyüme sayesinde takdir topladı. Ancak artan baskı ve kısıtlamalar, Türkiye’nin ifade özgürlüğündeki altın çağının bittiğine işaret ediyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch) İstanbul’daki araştırmacılarınan Emma Sinclair-Webb’e göre, eğer Türkiye uluslararası bir güvenilirlik kazanmak ve bölgedeki demokrasiyi geliştirmek istiyorsa, insan haklarının ülke içindeki durumunu görmezden gelmemeli.
Ancak hâlihazırdaki hengâme, çok daha büyük bir siyasal depremin, Gülenciler ve AKP arasındaki muhtemel ayrılığın habercisi olabilir.
Türkiye uzmanı ve John Hopkins Üniversitesi Orta Asya ve Kafkaslar Enstitüsü’nde misafir öğretim üyesi olan Gareth Jenkins, “Gülenciler ve Erdoğan arasında eski Kemalist rejimi ortadan kaldırmaya çabalama hedefinden ileri gelen makul bir beraberlik vardı” diye konuşuyor. Şimdiyse bu amacın nihayete ermeye yüz tutması, taraflar arasındaki ilişkiyi yıpratmışa benziyor.
35 Kürt’ün ölümüne yol açan askeri hava saldırısına verilecek karşılık konusunda da Gülenciler ve Erdoğan görüş ayrılığına düşmüştü. Gülen’e bağlı medya bu konuda, halen dizginlenememiş derin devletin ülkedeki istikrarı bozmaya çalışmasından dem vururken, Erdoğan ise orduyu savunmuştu.
Geçtiğimiz ay bu iki kanat yine, bu defa Türkiye’nin üst düzey sermaye çıkarlarını yakından ilgilendiren şike skandalı sebebiyle karşı karşıya geldi. Erdoğan, skandala karışanların uzun tutukluluk sürelerini düzenleyen yasanın geçmesi için parlamentoyu sıkıştırırken, Gülencilere daha yakın olduğu bilinen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan’ın ameliyat sonrasındaki dinlenme dönemi sırasında teklifin yasalaşmasını ilk seferde veto ederken, yasanın kabul edilmesini neredeyse önlüyordu.
Eğer Erdoğan ve Gülen birlikteliği sona erecekse bu, uzun bir ilişkinin bitişi anlamına gelecek. Tarihi doğrulanması güç olan fotoğraflarda dahi, genç Erdoğan ve Gülen’i yan yana görebiliyoruz. Mavioğlu gibi hareketi yakından inceleyen Türkiyeli gazeteciler, Ergenekon soruşturmasının başlamasından çok kısa bir süre önce İstanbul’da, Gülen cemaatinin üst düzey üyeleri ve Erdoğan arasında en az bir buluşmanın gerçekleştiğinin altını çiziyor.
Ancak ordunun gücünün bastırılması ve Erdoğan’ın kendi popülaritesine duyduğu güven, ittifak içerisinde bir iktidar mücadelesine sebep oluyor. Şık, Jenkins’e, AKP’nin Gülencileri dizginlemeye çalışıyor olabileceği konusunda hak veriyor: “Erdoğan artık bu kontrolsüz gücün nelere kadir olduğunu anlamış durumda. Artık mücadele edecek kimse kalmadığı için, gücün paylaşımı için mücadele edilecektir.”
Jenkins, Tükiye’nin yeni bir anayasanın yazılacak olması ve Erdoğan’ın çok daha uzun süre gücünü korumak istemesinden dolayı gerilimin önümüzdeki yıl daha da şiddetleneceğini düşünüyor. AKP’nin kendi tüzüğü, Erdoğan’ın bir sonraki dönem başbakan olarak görev yapamayacağını belirtiyor, ancak birçok analist Erdoğan’ın Türkiye’ye başkanlık sistemini getirip kendini başkan seçtireceğini noktasında birleşiyor. Jenkins ekliyor: “AKP üzerinde Erdoğan’ın öyle bir hâkimiyeti var ki, büyük ihtimalle yeni anayasa taslağı tamamen Erdoğan’ın arzuları doğrultusunda hazırlanacaktır.”
Yaklaşan fırtınanın, çalışmalarını Gülen hareketi üzerinde yoğunlaştırmış araştırmacılar tarafından bile yeterince anlaşılamamış olması ise oldukça dikkat çekici. Ahmet Şık’ın kendisi dahi, nihai amacın ne olduğunu tam olarak kavrayamadığını itiraf ediyor ve hareketin İslami bir cumhuriyet kuracak olduğu fikrine her ne kadar karşı çıkıyor olsa da, ele geçirilen güce sahip çıkılması dışındaki hiçbir amacın yeterince açık olmadığına vurgu yapıyor.
Mektubunda, “Bir güç Türkiye’de iktidarı ele geçirmek zorunda ama iktidara gelecek olan şey kesinlikle ‘şeriat’ değil” diyen Şık şöyle devam ediyor: “Bu gücün adını ben de tam olarak koyamıyorum.”
Kesin olan bir tek şey var; Gülen cemaati, geçmişte gizli askeri teşkilatların ülkeyi yönetmek için elden bırakmadığı araçları kullanarak rahatsız edici sorular soranlara cevap vermeye hazır.
Ahmet Şık şöyle bitiriyor: “Ya biat edecek, ya sessiz kalacak, ya da tutuklanacaksınız. Evet, işte, Türkiye’de iktidarda olan yeni güç bu.”