İzmir’in Karabağlar ilçesi Limontepe semtinde, 12 Ağustos günü bir yargısız infaz yaşandı. Ehliyetsiz olduğu belirtilen Emrah Barlak’ın yönetimindeki aracın, bir polis ekip otosuyla çarpışmasının ardından taraflar arasında tartışma başladı. Polisin işlem yapmasını engellemek isteyen Emrah Barlak ve beraberindekilere, polis ekipleri çok geçmeden biber gazıyla müdahale etti. Polisler havaya ateş açtı, Emrah Barlak ise yol kenarındaki bir dükkandan aldığı sandalye ile polislerin üzerine yürüdü.

Bunun üzerine namlular Barlak’a çevrildi; Emrah, 2’si bacaklarına, 3’ü karnına isabet eden 5 kurşunla kanlar içinde yere yığıldı. Emrah’ın kardeşi Erhan Barlak ve yanlarındaki arkadaşı ile o sırada yoldan geçmekte olan bir vatandaş da kurşunlardan nasibini aldı. Emrah Barlak kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi, kardeşi Erhan’ın tedavisi ise sürüyor.

Emrah Barlak’ın sokak ortasında polis kurşunlarıyla öldüğü, kardeşi ve beraberindekilerin yaralandığı olay ne Türkiye’deki ilk yargısız infaz vakası, ne de Karabağlar Polis Merkezi’nin ulusal basına yansıyan ilk vukatı. Bu infazı öncekilerden farklı kılan ise olayın hayatın son derece yoğun yaşandığı bir saatte, ilçe meydanında yaşanması ve görgü tanıklarının olayı cep telefonlarıyla kaydetmeleriydi. 12 Ağustos’ta yaşanan olay, ortaya çıkan görüntüler sayesinde 13 Ağustos’ta ülke gündemine geldi. Barlak’ı öldüren polis memuru İ. K.’nin eylemlerindeki şüpheye yer bırakmayacak kararlılık, İzmir Emniyet Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı’nı da çaresiz bıraktı. Aileden özür dilendi, polis memuruna tolerans gösterilmeyeceği ve yaptığının cezasız kalmayacağı çeşitli seferler dillendirildi. İ. K. çıkarıldığı nöbetçi mahkemece “kasten adam öldürme” suçundan tutuklu yargılanmak üzere cezaevine götürüldü. Yaşanan yargısız infaza karşın buraya kadar hukuki sürecin olması gerektiği gibi işlediği, idari birimlerin de adalete etki etmek için herhangi bir çaba içerisine girmediği görülüyor. Ancak Türkiye’nin yargısız infaz ve polis şiddeti geçmişi, davanın gelecekteki seyrine ilişkin kuşkular doğuruyor.

İ. K.’nın Emrah Barlak’a 5 kurşun sıktıktan hemen sonraki görüntüleri

 

İ. K. diğer görevli memurların bakışları arasında elinde tabancasıyla olay yerinden uzaklaşıyor

2012’de polİs şİddetİne 12’ncİ kurban

İnsan Hakları Derneği‘nin uzun zamandır her sene yayınladığı yıllık insan ihlalleri raporlarına göre, Türkiye’deki yargısız infaz olayları korkutucu boyutlara ulaşmış durumda. 2000’li yıllar boyunca yılda ortalama 40 kişinin yargısız infaz sonucunda hayatını kaybettiğini belirten İHD verilerinde 2009 yılından itibaren önemli bir artış gözleniyor. Bu yükselişte 2009 yılında Mardin’in Bilge Köyü’nde 44 kişinin yaşamını yitirdiği korucu baskını ve 2010 yılı sonunda 34 kişinin öldüğü Uludere Katliamı’nın büyük rolü var.

İHD verilerine göre 2007 yılından bu yana 173 kişi yargısız infazla yaşamını yitirmiş. Polis şiddetiyle ölen Baran Tursun‘un babası Mehmet Tursun tarafından kurulan BARANSAV‘ın verileri, 173 kişinin önemli bir çoğunluğunun polis şiddeti sonucunda can verdiğine işaret ediyor. Baran Tursun’un, 25 Kasım 2007 tarihinde İzmir’de, polis tarafından “dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle” vurularak öldürülmesi sonrasında başlayan hukuki süreç üzerine kurulan Baransav (Baran Tursun Uluslararası, Dünya Ölçeğinde Silahsızlanma, Yaşam Hakkı, Özgürlük, Demokrasi , Barış ve Dayanışma Vakfı) yalnızca polis şiddeti sebebiyle 2007’den bu yana 119 kişinin hayatını kaybettiğini belirtiyor. Baransav’ın 2012 bilançosu ise, Karabağlar’da öldürülen Emrah Barlak ile birlikte 12’ye ulaşmış durumda. Vakıf tarafından 2012’ye ilişkin tespit edilebilen vakalar şunlar:

  • Mazlum Akay (29 Temmuz): Adana’nın Yüreğir ilçesindeki bir gösteriyi dağıtmak isteyen polis biber gazı kullandı. 11 yaşındaki Mazlum Akay, biber gazı kartuşunun kafasına isabet etmesinin ardından yaşamını yitirdi.
  • Nurhak Çartay (17 Temmuz): Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, polisin dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle açtığı ateş sonucu yaralanan Çartay kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.
  • Yusuf Yılan (13 Haziran): Erzurum’un Karayazı ilçesinde caddede karşıdan karşıya geçen 9 yaşındaki Yusuf Yılan, polis panzerinin altında kalarak yaşamını yitirdi.
  • Özgür Taşar (4 Haziran): Cengiz Özek’in cenaze töreni ardından çıkan olaylara polis müdahalesi sırasında Taşar hayatını kaybetti. Görgü tanıkları, Taşar’ın polisin açtığı ateşle öldüğünü iddia etti.
  • Kenan Yılmaz (22 Mayıs): Gözaltında tutulduğu Esentepe Polis Merkezi’nde fenalaşan Yılmaz hastaneye kaldırıldı. Bakırköy Devlet Hastanesi’nde yapılan müdahalelere karşın yaşamını yitirdi.
  • Çayan Birben (28 Mayıs): Yalova’da bir kavgayı ayırmaya çalışırken polisin sıktığı biber gazının hedefi olan Birben, biber gazı yüzünden komaya girdi. Yoğun bakımda 5 defa kalbi duran Birben kurtarılamadı.
  • Selma Pınar (29 Nisan): Batman’da polis tarafından gözaltına alındıktan sonra ölü bulundu.
  • Hacı Zengin (18 Mart): Nevruz kutlamalarına müdahale eden polisin kullandığı gaz bombalarından biri Hacı Zengin’e isabet etti. BDP Arnavutköy İlçesi yöneticisi olan Zengin, gaz bombası kapsülün başına isabet etmesi sonucu hayatını kaybetti.
  • Ayşe Al (11 Mart): Diyarbakır’daki bir gösteriyi dağıtmak isteyen polisin sıktığı tazyikli su Ayşe Al’a isabet etti. Tazyikli suyun etkisiyle yere düşen ve başını kaldırıma çarpan 75 yaşındaki Al, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.
  • Mahir Zorbey Demirkaya (4 Mart): 10 ay hapis cezası alan Demirkaya, görülen duruşmasının ardından Aydın Adliyesi önünde polis ekiplerinden elinden kaçtı. “Ayağı yere takılan bir polis memurunun tabancasından çıkan kurşunun başına isabet etmesi sonucu ağır yaralanan” Demirkaya, kaldırıldığı hastanede öldü.
  • Perihan Aktaş (21 Şubat): Manisa’nın Sarıgöl ilçesinde, İzmir Asayiş Şube Müdürlüğü’nde görev yapan bir polis memuru tarafından beş el ateş edilerek öldürüldü.

Ölümle sonuçlanan bu ve bunlar gibi pek çok olayın ortak bir noktası var. Polis şiddetinin yargıya intikal etmesiyle birlikte, her davada benzer şeyler yaşanıyor. Polisler çelişkili ifadeler veriyorlar, adli tıp yetkilileri şiddet mağdurlarının değil polisin yanında saf tutuyorlar, bilirkişi raporları isteniyor, süre uzuyor ve sanık polisler çoğu zaman oldukça düşük cezalar alıyorlar. Baransav’ın kuruluş hikayesi, bu davalarda yaşananların tipik bir örneği.

Baran Tursun nasıl öldürüldü?

Baransav’a ismini veren Baran Tursun’un ölümünde, çarpıtmalar daha olay yerinde başlıyor. Tursun’a ateş açan polis memuru Oral Emre Atar ve beraberindeki memurlar, Tursun’un başından vurularak yaşamını yitirmesi üzerine olayın üzerini kapatmak için önce trafik kazası raporu düzenliyor, sonra da Tursun’u yaralanmalı trafik kazasına karışmış bir vatandaşmışçasına Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne götürüyorlardı. Olayı basit bir “trafik kazası” olarak bildiren polisler, yapılan incelemede Tursun’un kafasındaki mermi çekirdeğinin tespit edilmesiyle birlikte ifade değiştiriyor, “dur ihtarına uymadı,” “uyarı ateşi açıldı,” “ayağım kaydı, silah yanlışlıkla ateş aldı,” “Tursun arabayı üzerimize sürdü” “lastiklere nişan aldım, asfalt zeminde seken kurşun Tursun’a isabet etmiş olabilir” gibi çelişkili açıklamalarda bulunuyorlardı.

İki yıl süren yargılama sonucunda, Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesi Atar ve avukatının iddialarının gerçeği yansıtmadığına hükmetti. 11 polisin yargılandığı dava Mayıs 2009’da neticelendi; delilleri gizlemek ve evrakta sahtecilik iddialarıyla yargılanan 10 polis beraat etti. Mahkemenin gerekçeli kararında yer alan “Sanık Oral Emre’nin ayakta, kolu yere paralel bir şekilde iken kaçmakta olan aracın arkasından aracı durdurmak amacıyla bir el ateş ettiği sonucuna varılmış, kurşunun bir yerden sekmediği, sanığın düşerken yada yere doğru ateş etmediği, sanığın düştüğü sırada tabancasının istemi dışında ateş almasının söz konusu olmadığı kabul edilmiştir” ifadesine karşın “taksirle adam öldürme” suçundan yargılanan Atar yalnızca 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Karakolda dayak kamerada

Limontepe’deki yargısız infaz Karabağlar Polis Merkezi’nin Türkiye gündemine ilk gelişi değil. Vatan Gazetesi muhabiri Kemal Göktaş, Aralık 2011’de Fevziye Cengiz‘in Karabağlar Polis Merkezi’nde polisler tarafından dövüldüğü anları gösteren kayıtlara ulaşmış, olay uzunca bir süre tartışılmıştı.

Dayağın sebebi kimlik: 37 yaşındaki Fevziye Cengiz, Temmuz 2011’de eşi, kızı, damadı ve kayınbiraderi ile eğlenmek için bir müzikhole gitti. Akrabaları mekanın dışında sigara içerken kimlik kontrolü yapmak isteyen sivil ekiplere kimliğinin yanında olmadığını belirten Cengiz, eşi Murat Cengiz’den arabada olan kimliğini getirmesini rica etti. Cengiz, eşi kimliğini getirmek için mekandan ayrıldığı sırada yanına gelen bir sivil polise, “Eşim kimliğimi almaya arabaya gitti, bir dakika bekleyin” diye açıklamaya yapmaya çalışırken, sivil polislerce darp edildi. “Gitmek istemiyor musun, kahpe” diye bağıran polisler Cengiz’i gözaltına alarak Karabağlar Polis Merkezi’ne götürdüler. Cengiz ifadesinde, dayağın yolda da sürdüğünü, polis merkezine vardıklarında ise 2 polisin kendisine fiziksel şiddet uyguladığını ve cinsel tacizde bulunduğunu belirtti. Olaydan aylar sonra polis merkezindeki kamera kayıtlarının ortaya çıkmasıyla Cengiz’in ifadesi kanıtlanmış oldu; iki sivil giyimli memurun Cengiz’i dövdüğü, üniformalı diğer bir polis memurunun ise olayları izlediği ve olup bitene başkalarının şahit olmaması için odanın perdelerini örttüğü kayıtlarda görüldü.

Önce polisler şikayetçi oldu: Müzikholde Fevziye Cengiz’i gözaltına alan polisler, Cengiz’i yanında kimliği bulunmadığı için polis merkezine davet ettiklerini, ancak alkollü olan Cengiz’in direndiğini, kendilerini yaraladığını ve hakaret ettiğini iddia ettiler. Polisler ifadelerinde, “Kollarından tutmadan önce sanık eli ile kolumuza vurdu,” “Benim kollarımı tırmaladı,” “Eliyle itti” gibi şikayetlerde bulundular.

Adli Tıp işkenceyi görmedi, “polisler darp edilmiş” dedi: Olayların yaşandığı gece Fevziye Cengiz gözaltındayken Adli Tıp’a götürüldü ancak işkence gördüğünü ilişkin iddiaları dikkate alınmadı. Cengiz’i muayene eden doktor Arpat Kandemir raporunda işkenceye yer vermezken, Cengiz’in yüzünde ve elinde hafif lezyonların (doku hasarı) bulunduğunu belirtmekle yetindi. Cengiz’i döven polis memurları Beyit Sezgin, Hakan Yörük ve Tekin Doğan da doktor Kandemir tarafından muayene edildi. Kandemir tarafından hazırlanan raporda Sezgin’in sağ dirseğinde 2×3 cm hiperemi, Doğan’ın sağ elinde 0,5 cm yüzeysel sıyrık, Yörük’ün sağ kolunda ise 2×3 cm mor ekimoz saptandığı belirtildi.

Polis raporda dayağı gizledi: Soruşturmayı yürüten savcılığın talebiyle, polis memurları Murat Dinçer, Murat Kavlak ve Ümit Sadioğlu tarafından kamera kayıtları incelenerek hazırlanan raporda dakikalarca süren dayak görmezden gelindi. Raporda Fevziye Cengiz’in “hareretli konuştuğu,” polis memurlarının bir türlü sakinleşmeyen Cengiz’e “fiziki müdahalede” bulunduğu ve bu sırada “arbede” yaşandığı belirtildi. Raporda, Cengiz’in elleri kelepçeli halde yerde yatarken dövülmesinden ve üniformalı bir polis memurunun olayların görülmesini engellemek için odanın perdelerini kapatmasından bahsedilmezken, “arbede” sırasında bir polis memurunun gömleğinin yırtılmasının altı çizildi. Rapora, kamera kayıtlarının belirli noktalarından seçilen anların fotoğrafları eklenerek Cengiz’in “hararetli,” polis memurlarının ise “sakinleştirici” tavır takındığı argümanı desteklenmeye çalışıldı. Dayak görüntülerinin basında yer alması sonrasında, savcılık Bilgi İşlem Şubesi’nde görev yapan üç polis hakkında “CD üzerinde soruşturmayı etkileyecek biçimde çözümleme ve fotoğraflama yapmak suretiyle suç işledikleri” gerekçesiyle soruşturma açtı.

Cengiz’e 6 buçuk, polislere 1 buçuk yıl hapis istemi: Polislerin şikayeti üzerine başlatılan soruşturmayı yürüten Savcı Ahmet Küçükpınar, Fevziye Cengiz’in “kamu görevlisini yaralamak ve hakaret etmek” iddiasıyla 6 buçuk yıl hapis istemiyle yargılanması talebinde bulundu (Yaraladığı her bir polis memuru için 1’er buçuk yıl ile hakaret suçundan 2 yıl). Cengiz’in şikayetçi olması üzerine açılan soruşturmada ise Savcı Alaaddin Dokur, polis memurları Beyit Sezgin ve Hakan Yörük ve Tekin Doğan’ın “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle basit yaralama” suçunu işledikleri iddiasıyla 6 aydan 1 buçuk yıla kadar hapisle cezalandırılmaları istedi. Savcılık, 3 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası öngörülen işkence suçundan değil, 6 aydan 1 buçuk yıla kadar hapis öngörülen basit yaralama suçundan dava açarak, 2 yıldan düşük hükümlerde devreye giren cezanın ertelenmesi (hükmün açıklanmasının geri bırakılması) uygulamasına yol verdi. Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin itirazı üzerine 3 polis hakkında “tehdit ve hakaret” suçlarından yeni dava açıldı, böylece her bir sanık için istenen ceza 5 yıl 9 aya çıkmış oldu.

Odadaki amir dayağı tespit edemedi: Savcılığın soruşturmasında mahkemeye sevk edilmeyen karakol amiri Nevzat Atasever hakkında, mahkemenin itirazı üzerine, “kasten yaralmaya yardım” suçundan 3 aydan 9 aya kadar hapis istemiyle dava açıldı. Kayıtlarda, Atasever’in olayın etraftan görülmesini engellemek için perdeleri çektiği görülüyordu. Ataseven savcılıktaki ifadesinde olayı görmediğini, dayak olayına şahit olmadığı için ilgili polis memurları hakkında işlem yapma gereği duymadığını anlattı. Ataseven, “Ben perdeyi çekerken arkam dönük olduğu için arkadaşların müştekiye nasıl ve ne kadar vurduklarını görmedim. Perdeyi çekmemin amacı, salonda bekleyen vatandaş durumu anlamasın diyedir. Başka bir amaçla, suça zemin hazırlamak için bunu yapmadım. Müştekiyi döveceklerini tahmin etmemiştim. Fark etseydim kesinlikle engel olurdum. . . Memurların eylemi hakkında yukarıda belirttiğim gerekçelerle işlem yapma gereğini duymadım. Zaten onların suç işlediklerini fark edememiştim” diye konuştu.

Polisten sistematik tehdit: Fevziye Cengiz’in eşi Murat Cengiz, basın kuruluşlarına yaptığı açıklamalarda tehditlerle karşılaştıklarını defalarca yineledi. Bir açıklamasında “Her gün polislerden tehdit alıyoruz. Sürekli takip edip rahatsız ediyorlar” ifadelerini kullanan Murat Cengiz başka bir açıklamasında ise “Hâlâ da tehdit ediliyoruz. Eşim yanımdan ayrılmıyor ama gelip ikimize de polislerin tehditlerini iletiyorlar. Adresimizi nasıl buluyorlar bilmiyorum. Birileri, özellikle o tarz müzikhol gibi yerlerden gelip polislerin tehdidini iletiyorlar. Çalışmak istesem işime engel oluyorlar. Bunlardan o kadar çok korkup bunaldım ki… Çünkü bunlar insanı bırakmaz, devam ederler. Şimdi buraya gelip beni alıp dövmelerinden korkuyorum” diye konuştu. “Aracılarla ‘Bu davadan vazgeçin, İzmir’de barınamazsınız, İzmir’de ölürsünüz’ diye tehditler geldi. Bize ‘İşimizden olursak siz ölürsünüz’ diyorlar. Eşim hakkında açılan davanın duruşmasına 35 polis geldi izleyici olarak. Şimdi nereye gitsek peşimizdeler” diyen Cengiz, resmi ve sivil araçlarla takip edildiklerini, sahibi olduğu bakkal dükkanını tehditler yüzünden işletemediğini belirtti.

 

Polislerin korunduğunu Bakan Şahin doğruladı: Olayın görüntüleri ulusal basında yer bulana dek Fevziye Cengiz’e şiddet uygulayan polisler hakkında işlem yapılmadığı İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin tarafından doğrulandı. Bakan Şahin, “Karabağlar’daki olayı tasvip etmiyoruz. Kaset yayınlandıktan sonra görevlileri görevden uzaklaştırdık. Özür de diledik İzmir Valiliği üzerinden. Ben de özür diliyorum. Bu olay Türkiye’ye yakışmıyor doğrudur da, Türkiye’ye yakışmayan başka olaylar yok mu? Onları neden görmüyoruz” diye konuştu.

İfadeler değişti: Cengiz’in gözaltına alındığı müzikholde garson olarak çalışan ve ilk ifadesinde Cengiz’i tanımadığını, polislere direndiğini görmediğini belirten Sıdıka Yufkar, mahkemede ifadesini değiştirdi. Mahkemede tanık olarak dinlenen Yufkar, Cengiz’in müzikholde garson olarak çalıştığını, polislere direnip küfür ettiğini ileri sürdü. Yufkar, verdiği ifadelerin çelişkili olduğunun belirtilmesi üzerine, “Benim şu anki ifadem daha doğru ve teferruatlıdır, çünkü olay günü alkollüydüm” dedi. Müzikholün sahibi Turgay Çetin de ilk ifadesinde Fevziye Cengiz’in müşteri olarak mekanda bulunduğunu, polisler tarafından götürülürken “Ben müşteriyim, eğlenmeye hakkım yok mu, siz kimsiniz beni götüremezsiniz” dediğini anlatmıştı. Çetin, duruşma sırasındaki ifadesinde ise Cengiz’in müzikholde çalıştığını, yanındakinin ise eşi değil, mekanın müşterisi olduğunu, Cengiz’in polise küfür edip direndiğini belirtti.

İlk ifade Tursun davasını anımsattı

Fevziye Cengiz ve aile üyeleri psikolojik tedavi görüyorlar, çalışmaları engelleniyor. Aile, polislerin ortaya attığı “Fevziye Cengiz aslında konsomatris” iddiası yüzünden eski mahallelerinden de taşınmak zorunda kalmış. Sanık polisler ise olayların yaşandığı Temmuz ayından, kasetin ortaya çıktığı Aralık ayına dek görevlerini sürdürdüler. Görüntülerdeki vahşi dayak, görevden uzaklaştırılmalarına sebep olduysa da memurlardan ikisi İstanbul’da yeni görevlerine başladılar bile. Fevziye Cengiz’in ve polis memurlarının şikayetleriyle açılan farklı davalar hala sürüyor…

Birbirlerinden farklı olsalar da, Fevziye Cengiz ve Baran Tursun davalarının seyrinden Emrah Barlak davasının gelecekteki seyrini de kestirebilirsiniz. Niyet okumaktan veya falcılıktan değil; Akşam Gazetesi’nde Cumhur Erkek imzasıyla yer alan bir haber davanın geleceği nokta hakkında ipuçları veriyor. İlk savunmasını veren İ. K.’nın açıklamaları Cengiz ve Tursun davalarında yargılanan polislerinkilerle inanılmaz benzerlikler taşıyor: “Bana kasa ile saldıran kişinin üzerime gelmemesi ve çaydırma amaçlı ayaklarına ateş ettikten sonra arkamdan bir kişi kasa ile kafama vurdu. Başıma aldığım darbe ile birlikte farkında olmadan elimdeki silah ateş aldı. Silahımdan çıkan mermi karşımdaki saldırganın karın bölgesine geldiğini görünce ben de şok oldum. Kesinlikle saldırganın karın bölgesine ateş etmedim. Ben sadece korkutma amaçlı ayaklarına ateş ettim.”

Görüntüleri yeniden izlerseniz, Emrah Barlak elindeki sandalyeyle İ. K’nın üzerine doğru giderken İ. K.’nın çevresinde kimsenin olmadığını, dolayısıyla başına darbe almadığını göreceksiniz. Dahası, İ. K. Barlak’ın önce bacaklarına ateş ediyor, kısa bir duraksamadan sonra yere paralel tutuğu tabancasıyla Barlak’ın karın boşluğunu hedef alıyor. Görüntülerden o sırada olay yerinde üç ekip arabası ve en az 8 polis memuru olduğu anlaşılıyor ancak İ. K. yine de silahla müdahale yolunu seçiyor.

***

Türkiye’de yargısız infazdan bahsedip Uludere Katliamı‘na değinmemenin imkanı yok. 34 kişinin öldürüldüğü hava harekatıyla ilgili hala herhangi bir sorumlu bulunabilmiş değil. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da pek çok kez yaptığı konuşmalarda olayın bir “yanlışlık” eseri gerçekleştiğini, terörle mücadele edenlerin de insan olduğunu belirtmişti. Umarız Karabağlar’daki yargısız infazla ilgili “Kamu güvenliğini sağlayan polisler de insan, hata yapabilirler” veya “Yanlışlıkla olmuş bir olay, daha kaç kere diyeceğiz?” gibi açıklamalar gelmez.