Doğu Eroğlu (29 Haziran 2013 BirGün Gazetesi)
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, Gezi Parkı olaylarını ve Türkiye’nin insan hakları karnesini BirGün’e değerlendirdi. İkinci Dünya Savaşı sırasındaki trajedilerin bir daha yaşanmaması için oluşturulan Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesi ve vatandaşların haklarının devletçe güvence altına alan anlayışın, dünyanın içinden geçtiği süreçte tahrip olduğunu, kendi varlıklarını sürdürme derdindeki sistemin temel hakları sömürdüğünü kaydeden Bakkalcı, Türkiye’de 2005 yılından sonra ciddi bir baskı ortamı oluştuğunu belirtti.
Türkiye’de 2000-2005 arası süreçte insan hakları alanında nispeten olumlu değişiklikler yaşandığını, 2005’ten sonraysa milyonların doğrudan muhatabı olduğu acımasız bir sürece girildiğini ifade eden Bakkalcı, “2006’da Terörler Mücadele Kanunu’nu, 2007’de Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nu değiştirerek keyfiyetin sınırlarını aştılar. Son olaylarda Başbakan polisin hukuk çerçevesinde hareket ettiğini söylüyor ancak 2007’de kendi değiştirdiği, polise öldürme yetkisi veren kanuna atıfta bulunuyor. Ethem’in vurulması ile ilgili olarak savcının, mahkeme kararının, hükümet sözcüsü Bülent Arınç’ın veya Başbakan’ın akıldışı ifadelerinde geçen cümleler, o kanundan alıntı. Hâlâ polisin yetkilerinin artırılacağından söz ediliyor. Bu vahşetin sonu yok mudur? Başbakan 2006’da Diyarbakır’da 13 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir dizi olaydan sonra 203’ü çocuk, 560 kişinin işkenceden geçirilip mahkemeye çıkartılması hakkında, ‘Çocuk da olsa, kadın da güvenlik görevlileri gereğini yapar!’ açıklamasını yapmıştı. Dolayısıyla ‘Polis destan yazmıştır’ gibi ifadeler Gezi Parkı olayları sonrasında ortaya çıkmış değil.” diye konuştu.
Gerçek tablo açıklanandan daha vahim
İçişleri Bakanlığı 2 buçuk milyon kişinin Gezi Parkı eylemlerine katıldığını, 4900 kişininse olaylar sırasında gözaltına alındığını belirtiyor ancak Bakkalcı bu rakamın gerçek tabloyu yansıtmadığı görüşünde. Açıklanan rakamın yanı sıra, bir o kadar yurttaşın daha kayıt dışı şiddet gördüğünü tahmin ettiklerini belirten Bakkalcı, kişilerin kayıtlı veya kayıtsız resmi yerlerde ya da kayıtsız olarak sokaklarda veya polis otobüslerinde tutulmalarının özgürlüklerinden alıkonulması anlamına geldiğini, bu mekânlarda tutulan yurttaşların kolluk kuvvetleri tarafından ruhsal veya fiziksel şiddet gördüğünü söyledi. Bakkalcı, “Olayların başında, zorunlu olmadıkça, tıbbi veya psikolojik yardım almak isteyenlerin sayısı fazla değildi. Ancak günler geçtikçe TİHV’e başvuranların sayısı arttı. İlk günlerde işkenceye ilişkin bir onarım veya belgeleme süreci baskın değilken, şu an itibarıyla Gezi Parkı olayları sırasında yaşanan şiddet mağduriyetleri yüzünden 202 başvuru aldık. Belki eylemlere katılan nüfusa oranla 202 az görülebilir ama kurumumuzun 23 yıllık tarihinde böyle bir dönem asla yaşanmamıştı” değerlendirmesinde bulundu.