Doğu Eroğlu (10 Temmuz 2013 BirGün Gazetesi)
28 yaşındaki Mahmut Badr şu anda Mısır’ın en tanınmış kişilerinden biri. Mısır tarihinde demokratik yollarla seçilen ilk devlet başkanı olan Muhammed Mursi’ye bir imza kampanyasıyla meydan okuyan ve Mursi’yi koltuğundan eden süreci başlatan aktivistlerden biri olan Badr, Tamarrud hareketinin en öne çıkan ismi.
Toplumsal değişime yol açmayı başarmış ancak yapısal dönüşümler getirememiş halk, öfkesini ifade etmenin yeni bir yolunu bulup, Erdoğan’ınkine benzer bir “çoğunluğun tahakkümü” anlayışı olan Mısır Devlet Başkanı Muhammed Mursi’nin karşısına dikildiğinde, ekibin başındaki Badr’ı bundan birkaç hafta öncesine kadar kimse tanımıyordu. Yaşları 22 ila 30 arasında değişen, Müslüman olmalarına karşın Müslüman Kardeşler’in dayatmacı siyasal İslam anlayışını kabul etmeyen, hepsi muhalif basın organlarında çalışan beş aktivistin başlattığı, devlet başkanlığı seçimlerinin yenilenmesini talep eden imza kampanyası kısa zamanda tüm muhalefeti, Mursi ve Müslüman Kardeşler karşıtlarını bünyesinde topladı. Tamarrud’un sözcüsü olarak tanıtılan Mahmut Badr da kısa zamanda herkesin dikkatini çekti. Siyasi aktivizme, 2011’de Hüsnü Mübarek’in devrildiği dönemde başlayan, El Baradey’in önderliğindeki Ulusal Değişim Derneği ve Kefaya’da çalışmalarda bulunan Badr, yönetime el koyarak Mursi’yi deviren General El-Sisi’yle bile tartışabilecek kadar gözü kara biri. Mısır’daki dönüşümün en kilit ismi, Tamarrud hareketinin kurucusu ve sözcüsü Mahmut Badr, hareketi ve Mısır’daki gelişmeleri BirGün’e anlattı.
2011’de Hüsnü Mübarek’in devrilip, Müslüman Kardeşler’in kurduğu Özgürlük ve Adalet Partisi (FJP) ile beraber Muhammed Mursi iktidara geldiğinde siyasi atmosfer nasıldı? Mursi’nin o dönemde yaptığı İslami kampanya, iktidarda olduğu dönem boyunca yaşanan sorunların sinyalini veriyor muydu?
Tam tersine; Mursi’nin söylemlerindeki İslami ton kimseyi endişelendirmiyordu. Hatta çoğunluğu Müslüman olan ülkede, İslami değerleri benimseyen ve İslam’ı yaymak isteyen bir kişinin başkan oluşu toplumun önemli bir kesimini mutlu ediyordu. Mursi’nin aldığı oylarda bu faktörün büyük etkisi olduğunu belirtmeliyim.
İki turlu devlet başkanlığı seçimlerini Mursi, rakibi Ahmet Şefik’e göre çok az bir oy farkıyla kazandı. Mursi, ülkenin kendine oy vermeyen diğer yarısıyla diyalog zemini oluşturamadı mı?
Mursi Mısır halkının diğer yarısına kendini kabul ettirmek için hiçbir şey yapmadı. Ne o kitleyi kucaklayacak bir harekette bulundu, ne de konuşmalarında onların hassasiyetlerini dikkate aldığını gösterdi. Hiçbir iletişim çabası içine girmedi anlayacağınız. Kendisine karşı düzenlenen protestoları aşağıladı, protestocuları ise “teröristler, provokatörler, ABD’nin uşakları” gibi yaftalarla ötekileştirmeye çalıştı.
Anayasa yapım sürecinde, Mursi iktidarının yasaya sivil özgürlükleri dâhil etme iddiasına karşın, neredeyse tamamen Şeriat hükümlerine atıfta bulunan bir metin ortaya çıkması toplumda nasıl karşılık buldu?
Diğer Arap ülkelerindeki anayasa yazım süreçlerine pek çok Mısırlı siyasetçi, bilim insanı ve felsefeci katılmış, hatta Mısırlı entelektüeller Avrupa ülkelerindeki kanun yapımı süreçlerine bile katılmışlardı. Ancak iş kendi anayasamızı oluşturmaya geldiğinde bu kişilerin hiçbirinin görüşlerine başvurulmadı. Çoğulculuktan uzak işleyen çalışmalar sonucunda, yalnızca İslami öğretilerin belli bir kısmını temel alan ve Şeriat referanslarına sahip bir anayasa ortaya çıktı. Bu da halkın önemli bir kısmının bu dayatmacı anayasaya ve elbette Mursi iktidarına öfke duymasına yol açtı.
Mursi iktidarının dönüm noktası, anayasa sürecindeki tıkanıklıkları gidermek isteyen Mursi’nin kendine yasa denetiminden muaf yetkiler tanıması oldu. Mübarek döneminin hatıraları bu kadar tazeyken, Mursi böyle bir şeyi nasıl göze alabildi?
Mursi’nin siyaseten yaptığı en büyük hata, siyaset tecrübesi olan ve halkı dinlemeyi bilen insanlar yerine, kendi seçtiği kısıtlı bir zümreye güvenmek oldu. Bu zümre Mursi’nin gücüne o kadar inanıyordu ki, bariz hatalar yaptığı dönemde bile Mursi’yi uyarmadılar, belki de uyaramadılar… İş böyle olunca, Mursi kısa zamanda kendini tanrı gibi görmeye başladı. Üstelik iktidarı sırasında görev yapan Hişam Kandil başbakanlığındaki hükümetin çok zayıf olduğunu bilmesine rağmen… Aslında Mursi hep bahsettiği ve çok önemsediği meşruiyetini, kendini yasaların üzerine çıkartarak kendi eliyle yok etti.
Mursi ve Müslüman Kardeşler, bu süreçte demokrasi kavramını seçim sandığıyla özdeşleştirdikleri gerekçesiyle çok eleştirildiler. Çoğulculuğu dikkate almayan bu yönetim tarzı, 2011’de Mübarek’i deviren Mısır halkına yeterli gelmedi mi?
Müslüman Kardeşler, İslam’ı kullanarak toplumu ikiye böldüler. Ne Müslüman Kardeşler’in, ne de Mursi’nin ülkeyi yönetebilme yetisinde olmadığı anlaşıldı. Özellikle Mursi her alanda başarısız oldu. Mursi, FJP dışındaki tüm siyasi partileri etkisizleştirdi; partilerin meşru siyaset yapma yollarını teker teker kapattı. Kendisini, Mısır’da binlerce yıldır beklenen, toplumu ve İslamı dönüştürecek kişi olarak görmeye ve böyle tanıtmaya başladı. Kendini hükümetten soyutladı ve Mısır’ı tek adam gibi yönetmeye başladı. Tüm bunlar gerçekten de Mübarek rejiminin nefret edilen özelliklerinden çok da farklı değildi. Yine de Mursi’nin en büyük hatası, kendine karşı oluşan muhalefeti ve direnişi ciddiye almaması oldu. Talepleri görmezden geldi ve çoğu zaman kamuoyu karşısında direnişi küçümseyen, hatta karşıtlarıyla alay eden açıklamalar yaptı. Bu da karşıtlarını daha da kararlı hale getirdi… Bizi 30 Haziran’a götüren süreçte en çok birleştiren, Mısır halkının demokrasi talebi oldu. Mursi seçimle iş başına gelmiş olmanın, kendisine her şeyi yapabilecek bir meşruiyet sağladığını düşünüyordu. Ancak bu yanılgısı ona pahalıya mal oldu; demokratik bir siyasi yaşam umuduyla oy veren kitleler karşılarında gücünü seçim sandığından alan yeni bir tiran bulunca tekrar sokaklara indiler. İmza kampanyasının bu denli desteklenmesinin sebebi buydu. Mursi görevden gitti ama yeniden benzer yönelimlerdeki birinin iktidara gelmesi halinde aynı şeyler tekrarlanacaktır çünkü despot yöneticiler değil, karar alma süreçlerine katılabileceğimiz bir demokrasi istiyoruz.
Tıpkı 2011’de olduğu gibi, halk ayaklanmasının doruk noktasına ulaştığı anda tekrar asker sahneye çıktı. Ordunun darbe yapıp Mursi’yi devirmesi, halkta bir devrimin daha asker tarafından engellendiğine ilişkin bir kanı yarattı mı? Darbenin hareketin meşruiyetini azaltacağını düşünüyor musunuz?
Asker, meşru demokratik aktörleri deviren bir darbe gerçekleştirmedi. Bu anlamda halk hareketinin meşruiyeti de azalmış olmadı. Bu iktidarın devrilmesini halk istedi; kendi taraftarlarından başka kimsenin arzu ve endişelerini dikkate almayan bu iktidar zaten meşru değildi. Seçimle işbaşına gelmiş olmaları durumu değiştirmez. Asker yalnızca halkın isteğini yerine getirmiş oldu.
Mursi’nin indirildiği gün bir telefon aldık ve askeri yönetimin toplantısına davet edildik. Toplantıda Abdülfettah El-Sisi, Mursi’nin görevde kalıp kalmamasına ilişkin bir referandum yapılabileceğini teklif etti ama bu öneriyi doğru bulmadığımı kendisine söyledim. Kendisine, “Siz Mısır ordusunun komutanı olabilirsiniz ama Mısır halkı sizin üzerinizdedir ve size kendi yanlarında olmanızı ve taleplerini dikkate alarak erken başkanlık seçimlerine gidilmesini emrediyorlar” dedim. Sisi de, “Halk bana açık çek vermedi. İnsanlar Tamarrud’un imza kampanyasına katıldılar ve ne istediklerini açıkça söylediler. Başka türlü hareket etmek doğru olmaz” karşılığını verdi. Yani ordu halkın taleplerini yerine getirip sahneden çekilmek istiyor.
Tamarrud Hareketi farklı kesimlerden değişik siyasi partileri, demokratik örgütleri ve halk kitlelerini içeriyor. Mursi karşıtı bir imza kampanyasıyla ortaya çıkan hareketin öyküsü ne?
Tamarrud, başını gençlerin çektiği ve artık Mursi karşıtı cephenin oluşturduğu bir koalisyon biçiminde tanımlanabilir. Ama işin başında daha farklıydı. Tamarrud bizzat bir olgu olarak değil, bir olguyu deşifre eden bir hareket olarak değerlendirilmeli. Amacımız çoğulcu bir demokrasi için yenilikçi bir tepki ortaya koymaktı. İki zorluğun farkındaydık: Birincisi; devrim için sokağa inenlerin hareket alanı meydanlarla kısıtlanmıştı. Her gün yapılan geniş eylemler artık kimseye bir şey ifade etmez hale gelmişti. Mursi idaresinden mutsuz olmalarına rağmen, devrim ve insanlar arasındaki mesafe artıyordu. İkinci sorunumuz da şiddet ihtimaliydi. Bu iki sıkıntıyı dikkate alarak, devrimi meydanlardan ara sokaklara, köylere, kasabalara götürecek, şiddetsiz, demokratik bir yöntem aramaya koyulduk. Bir arkadaşımız, Mursi’nin sandıktan aldığı güveni ortadan kaldıracak bir imza kampanyası düzenlemeyi teklif etti ve işler böyle başladı. Demokratik bir talebimiz vardı; iktidara geldiği andan itibaren seçim sandığının ona sonsuz meşruiyet sağladığıyla övünen Mursi’den seçimleri yenilemesini, yani erken devlet başkanlığı seçimine gidilmesini istedik.
30 Haziran’a dek imza kampanyası adım adım nasıl ilerledi?
İmza kampanyasını, “Mursi’den güvenoyumuzu geri çekmek için isyan kampanyası” olarak belirledik ve Facebook ve Twitter üzerinden yakın çevremize meseleyi anlatmaya başladık. İlk toplantımızı 50 kişiyle yaptık; köylerden bile gelenler vardı. Temel derdimiz devlet başkanının egemenliği yerine hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir düzen yaratmaktı. Bu bağlamda, kampanyayı iki temel hukuki dayanağa oturttuk: Anayasanın 5’inci maddesinde egemenliğin kaynağının halk olduğu söylenir. Biz bunu gerçek kılmak istedik. İkinci olarak da 153’üncü maddeyi hatırlattık. Bu maddeye göre, devlet başkanının ölümü, iş göremez hale gelmesi veya “diğer geçerli sebepler” oluşması halinde devlet başkanı seçimleri yenilenir. Milyonlarca kişinin devlet başkanını istifaya davet etmesi bana göre o “diğer geçerli sebepler”den biridir! Kampanya internetten başladı ve kısa sürede sokağa, meydanlara ve köylere inip milyonlarca imza topladık. Böyle bir kampanya insanlarla yüz yüze görüşmediğimiz takdirde başarı kazanamazdı. Yine de kanun tanımaz yönetimin bu imza kampanyasını dikkate almayacağının farkındaydık. O yüzden de 30 Haziran’dan itibaren pasif direnişin her yolunu uygulamaya koyduk. Gösteriler, yürüyüşler, oturma eylemleri, çeşitli sivil itaatsizlik yöntemleri… Başkanlık Sarayı’nın önüne gittik ve Mursi’ye kırmızı kart gösterip iktidarı terk etmesini istedik. Elimizdeki tek silah buydu.
Vatandaşa ulaşmayı hedefleyen Tamarrud, kısa sürede muhalif siyasi partilerin çatı örgütü Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin de desteğini almış geniş bir harekete dönüştü. Tamarrud nasıl bu kadar öne çıktı?
Nisan ayında kampanyayı başlattığımızda hareketin bu kadar büyüyebileceğini düşünmüyorduk. Tahminlerimizin de ötesinde bir destek oluştu ve Haziran ayına gelinmeden neredeyse 10 milyon imzayı zorlamaya başladık. Halkın yaygın katılımı olunca siyasi partiler ve muhalif kurumlar da bu kampanyanın dışında kalmak istemediler. İmzaları Anayasa Mahkemesi’ne teslim edeceğimizi açıkladığımız 30 Haziran tarihi yaklaştıkça destek büyüdü. Muhammed El Baradey, Hamdin Sabahi gibi siyasi liderlerin destek açıklamalarıyla birlikte kampanya yaygınlaştı ve Ulusal Kurtuluş Cephesi de kampanyanın bir parçası haline geldi. El Baradey’le bir görüşme yaptık ve değişim talebini barışçıl yöntemlerle dile getirdiğimiz için çok mutlu olduğunu belirtti. Tamarrud, Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni oluşturan partiler ile halk arasında da bir köprü oluşturdu. Ancak biz bir siyasi parti gibi çalışmıyor veya bir siyasi partiye dönüşmek istemiyoruz. Bu tarihsel bir hata olur.
Mısır’da bundan sonra ne olacak?
Mübarek’in devrilmesinden sonra yolundan sapan devrimi yeniden rayına oturtmaya çalışıyoruz. Sokaklar yeniden bizim ve sokaklardaki insanlar ne isterse Mısır’ın geleceği o yönde şekillenecek. Ordunun işin içine girmiş olması kimilerini endişelendiriyor ama bizim açımızdan başından beri ordunun tek görevi, Mısır’da bir sivil savaş çıkmasını önlemekti. Altını çizerek söylüyorum, bizim için önemli olan Mısır halkıdır; ne ordunun, ne de bir siyasi partinin güdümünde değiliz. Bu süreçte ordu tarihi bir görev üstlendi ve halkın yanında yer aldı. Şu anda önümüzde yeni bir sayfa açma ve katılımcı bir demokrasi kurma fırsatı var. Tüm toplumsal kesimler bir araya gelecek ve yolumuzu birlikte çizeceğiz.