Reva Bhalla, Forbes

Aslından kısaltarak Türkçeleştiren: Doğu Eroğlu (2 Ocak 2014 BirGün Gazetesi)

İmparatorlukların kıyısında, Kürtlerin memleketi Kürdistan yatar. Bu sarp coğrafya yüzyıllar boyunca emperyalist saldırıların hedefi oldu; Türkler, Acemler, Araplar, Ruslar ve Avrupalılar bölgedeki dağlara, elde edecekleri toprakları saldırılardan koruyabilecek tampon alanlar gözüyle baktılar. Onlara göre bu dağlık bölgede yaşayanların hangi hükümdarın egemenliğine boyun eğeceğininse önemi yoktu.

Bölgedeki yüksek tansiyonun kanıtlarına, Türk ve Acem orduları 1514’te Kürdistan’ın kuzeyinde yapılan Çaldıran Savaşı’nda karşı karşıya gelmeden hemen önce, Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim ile Safevilerin lideri Şah İsmail arasında geçen yazışmalarda da rastlamak mümkün. Ordular imparatorluklarının son güçlerine kadar çarpıştılar ve bu savaşların neticesinde 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla Zagros Dağları’nın Acem ile Osmanlı imparatorlukları arasındaki sınırı belirlemesi kararlaştırıldı. Kürtler ise ortada sıkışıp kalıvermişti.

Rekabet yeniden doğuyor

Türk-Acem rekabeti yeniden Kürdistan’da ortaya çıktı ancak bu defa gösterişli süvari birliklerinin yerini petrol boru hatları almış durumda. Erbil’de yakın zamanda gerçekleştirilen bir enerji konferansında konuşan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Enerji Bakanı Aşti Havrami, Kürt petrollerini Türkiye’ye aktaracak petrol boru hattının tamamlandığını ve operasyonel hale geldiğini, Irak merkezi hükümetinin onayı olsun ya da olmasın, 2013 sonunda bu hattan petrol pompalanmaya başlanacağını söylerken ben de dinleyiciler arasındaydım. Bu ifadeler aslında Kürtlerin bağımsızlık ilanı, daha doğru bir deyişle, Türkiye tarafından desteklenen Kürtlerin Bağdat yönetimine ve Acem destekçilerine savaş ilan ettiği anlamına geliyordu.

Yaklaşık 25 milyon Kürtün yaşadığı bu coğrafya Türkiye’deki Toros Dağları’nın doğusundan başlayıp Kuzeydoğu Suriye’deki El Cezire Platosu boyunca uzanıp, İran ve Irak arasındaki sınırı belirleyen Zagros Dağları’nın kuzey ucuna kadar yayılıyor. Bu coğrafyanın uzandığı dört ülke de, Kürtlerin bölgesel egemenlik heveslerini ve bağımsızlık arzularını baskılamak konusunda ortak bir tarihe sahip. Suriye, Irak, İran ve Türkiye için bu tampon bölge olduğu gibi kalırken, bölgenin nimetlerinden de yararlanılmalı. Kürtlerin ihtilaf doğuran, dağlık coğrafyasından beslenen kendi içlerindeki mücadeleler de,  onları çevreleyen ülkelere gerektiğinde başvurulabilecek faydalı bir araç sağlamakta.

İktidar bölgesel imparatorluklardan emperyalist güçlere, krallıklardan Baasçı diktatörlere, tavizsiz laiklerden İslamcılara doğru kayarken, Kürtler de kendi kaderlerine hükmedip Kürdistan’da bağımsız bir ülke oluşturamayacak kadar zayıf ve bölünmüş haldelerdi. Kürtler coğrafi, dilsel, politik ve ideolojik olarak farklı kamplara mensup olsalar da, geçtiğimiz on yılın sağladığı eşsiz koşullar siyaseten tutarlı bir Irak Kürdistanı’na zemin hazırladı ve yarı bağımsızlığa doğru adım adım ilerlendi.

Talihli olaylar dizisi

Zincirleme reaksiyonu başlatan Saddam Hüseyin’in 2003’teki devrilişi oldu. Saddam’ın 1980’lerin ikinci yarısından itibaren bölgedeki Kürt nüfusu ortadan kaldırmak için başlattığı kimyasal saldırılarla desteklenmiş El-Enfal Operasyonu, 1991’deki Körfez Savaşı’nın ardından Kuzey Irak’ta ABD tarafından şart koşulmuş bir uçuşa yasak bölge oluşturulmasına yol açmıştı. Bağdat’taki tehdidin ortadan kalkması ve Mezopotamya’yı ABD askerlerinin kaplaması Kürtlerin kendi aralarındaki farklılıkları bir kenara koyup, otonom Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni oluşturmalarını sağladı.

Kürtler için ABD güçlü fakat nihayetinde varlığına bel bağlanabilecek bir hami değildi. ABD askeri birliklerinin Irak’tan çekilmesiyle, bölgesel yönetim kendi varlığını güvence altına alabilmek için enerji şirketlerine gitti. Batılı enerji şirketleri Kuzey Irak’ta para kazandığı sürece, Erbil yönetimi yavaşça yeniden Şiilerin egemenliği altına giren ve Kürt petrollerini kontrol etmek isteyen Irak merkezi yönetimine karşı üstünlüğü elinde bulunduracaktı.

Ancak enerji gelirlerinin paylaşımı konusunda Bağdat’la yaşanan gerginlik sürerken, Irak Kürtleri Ankara’dan beklenmedik bir destek buldular. Ilımlı İslamcı AKP yönetimi Türkiye’deki askerlerin siyasete etkisini ortadan kaldırmış ve ülkedeki Kürt nüfusuna karşı farklı bir strateji yürütmeye başlamıştı. Kürt özerkliğini demir yumrukla ezmeye kalkmak yerine, o tarihe dek Kürtleri “Dağ Türkleri” tanımına indirgeyen Ankara yönetimi, Kürtçe dilini ve kültürel hakları tanıyarak PKK’yle şimdiye kadarki en kararlı barış görüşmelerini başlattı. Bu siyaset Türkiye’nin Irak Kürdistanı’na da müdahil olmasını sağladı; Türk hükümeti Rusya’nın enerji boyunduruğundan kurtulmanın yolunu Kürdistan petrollerinde ve doğal gazında bulmuştu.

O sırada İran ise Türkiye’nin Irak Kürdistanı politikalarını dengeleyemeyecek kadar kendi sorunlarıyla meşguldü. ABD’yle karşıtlık üzerine kurulu bir politika yürüten Tahran yönetimi, Suriye ve Lübnan’daki müttefiklerini korumaya çabalıyordu. Irak merkezi hükümeti ise bir yandan ABD’nin bölgeden ayrılmasıyla yeniden ortaya çıkan radikal cihatçı oluşumları bastırmaya, bir yandan da Kürtlerin egemenliklerinin artmasını önlemeye çalışıyordu.

İşbirliği halindeki Türkiye, güçsüz bir Suriye, meşgul bir İran ve endişeli Irak merkezi yönetimi ile sabırsız yatırımcılar, cüretkâr petrol boru hattı projesi için gerekli bileşenleri oluşturuverdi. 2012’de doğal gaz hattı olarak lanse edilip gizlice başlayan projenin, Kürdistan iç pazarının gereksinimleri için kullanılacağı söylendi. Boru hattı, besleyeceği iddia edilen enerji santrallerini geride bırakıp kuzeye, yani Türkiye’ye doğru ilerlemeye başlayınca gerçek ortaya çıktı: Kürdistan Bölgesel Yönetimi hükümeti, Bağdat’ı devreden çıkartarak, Kürdistan petrollerini doğrudan Türkiye’ye ihraç edecekti.

Petrol boru hattı inşaatı ilerledikçe, Kürt peşmergeler bölgesel hükümet tarafından kontrol edilen toprakları aşıp, moralsiz merkezi hükümet ordularının denetimindeki bölgelere doğru yayıldılar ve hâkimiyet sağladılar. Kürt kuvvetleri, cihatçılara karşı koruma sağlayacağı tezinden hareketle Erbil’in ve bir diğer petrol zengini kent olan Kerkük’ün etrafında hendekler oluşturarak, genişleyen Kürt egemenlik alanının sınırlarını ortaya koydular.

Karmaşık bir gelecek

O sorunun yanıt bulacağı, Kürt petrollerinin Irak merkezi hükümetinin izni olmadan Türkiye’ye akıp akmayacağının anlaşılacağı an artık geldi çattı. Türkiye sınırına yakın bir kasaba olan Fiskabur’da inşa edilen pompa ve ölçüm istasyonları ile Irak’ı devreden çıkartan boru hattının Türkiye bağlantısının tamamlanması, Türkiye’nin çok uzun bir süreden beri giriştiği en cesur dış politika hamlesini oluşturuyor.

Boru hattı Türkiye’ye Irak Kürdistanı’ndan günlük 250 ila 300 bin varil ham petrol girmesini sağlayacak (250 bin varil civarındaki petrol Kerkük petrollerinin de hatta eklenmesiyle artabilir). Fiskabur’a ulaşan ham petrol, 1 metre yarıçapındaki bir boru hattıyla Ceyhan’ın batısındaki limana ulaşacak. Bu yeni hat, 116 santimetre yarıçapındaki, Irak merkezi hükümetinin kontrolündeki Kerkük-Ceyhan boru hattına paralel gidecek. Ancak bitmeyen onarımlar ve saldırılar yüzünden, merkezi hükümetin kontrolündeki hat kapasitesinin beşte biri oranındaki bir dolulukla işlerken, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin hattı, bağımsız enerji politikasının sembolü olacak.

Gizlice yapılan görüşmelerde, Ceyhan’a gidecek yeni bir boru hattının daha inşa edilerek, enerji koridorunu Irak merkezi hükümetinden tamamen ayırma ihtimali üzerinde durulduğu konuşuluyor. Bu haliyle bile Ankara ile Erbil arasındaki enerji hattına Bağdat yönetiminin karışabilmesi için hiçbir fiziksel yol yok. Bağdat yönetimi, yatırımcıların güven kaybı yaşaması umuduyla Kürdistan’a yönelecek cihatçı saldırılara göz yumsa ve hatta bunu teşvik etse bile, Irak Kürdistanı’nın savunma ve istihbarat birimleri doğrudan Irak’tan veya cihatçı çetelerden gelebilecek tehditleri göğüsleyebilecek kuvvette. Bu durum, Bağdat yönetiminin yeniden hava kuvvetlerini oluşturup tüm dikkatini Kuzey’e kaydırabilecek kapasiteye ulaşmasına kadar böyle kalacak.

Hattın tamamlanmasındaki hız ve kurnazlık, öfkeden deliye dönen Bağdat yönetiminin bile takdirini kazanacak cinsten. Fakat bu değişken bölgedeki jeopolitik levhalar, Ankara ile Erbil arasındaki enerji stratejisini zora sokacak biçimde değişmeyi sürdürüyor.

Geçtiğimiz on yıl içerisinde İran’ın Türkiye’nin Kürdistan politikalarını etkisizleştirecek bir adım atamayacak kadar dikkati dağılmıştı ancak ilerleyen yıllar daha farklı olacak. İran ve ABD, uzun yıllara dayanan düşmanca ilişkilerini değiştirmeye ve uzlaşıya varmaya yönelik kararlı adımlar atıyorlar. Yol hâlâ oldukça engebeli olsa da, İran-ABD detantının temelleri atıldı bile. Bu durumu fark eden Türkiye de değişen güç dengesi uyarınca hareket etmeye ve Irak merkezi yönetimi, ABD ve İran’la, petrol boru hattı gelirleri konusunda anlaşma zemini aramaya başladı. ABD şimdilik bu politik batağa saplanmaktan imtina ediyor ve “Tek Bağdat, tek Irak” şiarını öne sürerek İran’la yaptığı görüşmelere ağırlık veriyor. Ancak zaman içerisinde ABD, Şii İran ve Türkiye ile Suudi Arabistan gibi Sünni rakipler arasında yeni bir güç dengesi sağlayacak. ABD-İran ilişkileri geliştikçe, İran bölgedeki müttefiklerini güçlendirmeye zaman ayırabilecek, Kuzey Irak’ta giderek artan Türk etkisini kırabilmek için Bağdat yönetimine olan desteğini derinleştirebilecek.

Kadim Türk-Acem çekişmesi, İran Bağdat’taki Şii müttefiklerini Kürtler üzerinde baskı oluşturmak üzere destekledikçe ve kendi Kürt bölgesinde askeri operasyonlar yaparak sınır ötesine uzandıkça yeniden ortaya çıkacak. İran daha şimdiden Irak Kürdistanı’yla sınır bölgelerde petrol aranmasına ilişkin görüşmeler yapıyor ve Erbil yönetiminin bu durumdan duyacağı rahatsızlığı Irak merkezi hükümetiyle görüşmesi yönünde bir tavır sergiliyor. Ancak İran ve Bağdat yönetiminin, Türkiye’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle kurduğu ortaklığı bozmakta kullanabileceği en etkin silah, yine Kürtlerin kendisi.

Geçtiğimiz on yılda Mesut Barzani’nin KDP’si ile Celal Talabani’nin KYB’si arasındaki ortaklık çoklarına göre aykırı, kimilerine göreyse geçici bir birliktelikti. Irak’ın Kürt bölgesi politik, askeri ve ekonomik olarak Barzani ile Talabani arasında bölüşülmüş durumda; KDP kuzeydeki Dohuk ve Erbil’i kontrol ederken KYB ise güneydeki Süleymaniye’yi egemenliği altına almış durumda. Taraflar kriz anlarında aralarındaki çekişmeyi rafa kaldırabileceklerini gösterdilerse de, ayrım hâlâ varlığını koruyor. Görünüşte KYB ve KDP peşmerge güçlerini birleştirip tek bir ordu kurmuş halde ancak peşmerge kuvvetleri arasındaki siyasal farklılıklar hiç olmadığı kadar güçlü. Goran Hareketi’nin yükselişi işleri daha da karıştırıyor; KYB’den kopan hareket, iktidar boşluğunu değerlendirip güçleniyor. Şimdilik yalnızca seçmenlerin oylarına talip olan Goran Hareketi’nin kendi peşmerge güçlerine kavuşup Irak’taki Kürt siyasi tarafları arasındaki güç dengesizliğini derinleştirmesiyse yalnızca bir zaman meselesi.

Kürt coğrafyasındaki ayrışmalar, İran ve Türkiye’nin bölge üzerindeki rekabeti kızıştıkça daha çok belli olacak. Kürtler içindeki ayrımları görmek için tarihin derinliklerine bakmaya da gerek yok; KDP ve KYP’nin 1994’ten 1996’ya kadar sürdürdüğü iç savaş bir mülkiyet sorunundan kaynaklanmıştı. Uzlaşıdan çok çatışmayı kazanma hevesindeki KDP o dönemde Ankara yönetimine, hatta Saddam Hüseyin’e bile yardım istemek için gitmiş, KYP ise İran’ın desteğini almıştı. Bu çatlaklar Saddam iktidarının devrilmesiyle görünmez hale gelmişti ancak hâlihazırda yolsuzluğa bulaşmış ve hırslı bir önderliğin eline geçecek petrol gelirleri, Kürt partileri arasındaki iktidar mücadelesinin alacağı dengesiz hal ile bölgesel Türkiye-İran çatışmasının yarattığı istikrarsızlık Kürtlerin hassas birliğini tehdit edebilir.

Makul uyarılar

Şimdilik Kürt ve Türk yetkililer ile enerji patronları, yüz binlerce varillik ham petrolün gelirlerine ve kayalık Kürt topraklarının altında yatan milyarlarca metreküplük doğalgaza gözlerini diktiklerinden, kendilerine gelecek uyarıları kulak arkası edeceklerdir. Onlara sorsanız, Bağdat’ın yeni bir ticaret ağının getireceği faydalara sırt çevirmesi için hiçbir sebep bulunmadığını söyleyeceklerdir. Bu görüşe göre, Bağdat yönetiminin Ankara ve Erbil’le pazarlık masasına oturup herkesin kazançlı çıkacağı bir anlaşmanın ortaya çıkması an meselesi.

Ne var ki, toprak bütünlüğü, ekonomik bağımsızlık ve milliyetçilik gibi unsurlar, imparatorlukların kesiştiği böylesi bir coğrafyada hafife alınmamalı. Devasa vinçler beton blokları kaldırıp indirerek Erbil sokaklarına yabancı yatırımcıların doldurduğu beş yıldızlı oteller dikerken ve Versace elbiseler giymeye başlamış bölge halkı petrol gelirlerinin ellerine geçeceği anı sabırsızlıkla beklerken, bu gibi gerçekler kolayca unutulabilir.