İranlı sosyal bilimci Hamid Dabaşi, Rojava projesiyle savaştığı sürece Türkiye’nin IŞİD’den memnun olduğunu, IŞİD sayesinde güvenlik devleti söylemlerinin yeniden ısıtıldığını söylüyor

Doğu Eroğlu (24 Ekim 2014, Birgün Gazetesi)

Suriye ve Irak’ın kırsal bölgelerini 2014 başından bu yana kontrol altına alan ve yaklaşık 45 gündür Rojava’nın Kobane kantonundaki kuşatmasını sürdüren Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD), İranlı sosyolog ve siyaset bilimci Hamid Dabaşi’ye göre, bölgedeki devrimleri boğmak isteyenlerin kullandığı karşıdevrimci bir unsur. IŞİD’in batı bloku ve Körfez ülkelerinin oluşturduğu koalisyonun emrinde olduğunu belirten Dabaşi, demokratik katılımcı ve ulus devlet ideasına dayanmayan Rojava projesine karşı savaştığı sürece, Türkiye’nin de IŞİD’den memnuniyet duyduğunu söylüyor. Dabaşi, Türkiye’de Kobane eylemleri sırasında 46 kişinin ölümü, İsrail’in haftalar süren Gazze savaşı ve Mısır’da Müslüman Kardeşlere yönelen baskının artmasında da, IŞİD’in yeniden önünü açtığı güvenlik devleti diskurunun yattığı görüşünde. New York’taki Columbia Üniversitesi’nde İran Çalışmaları ve Karşılaştırmalı Edebiyat kürsüsünde çalışmalarını sürdüren Dabaşi’ye göre, koalisyonun çıkarlarına uygun hareket ettiği sürece, IŞİD’in bölgedeki varlığı sürecek.

Küresel halifelik söylemi, vahşi ama çok etkin bir propaganda aygıtı, coğrafi yerleşiklikle birlikte gelen mücahit ütopyası… Bunlar IŞİD’in görünen kısmı. Peki, Arap Baharından bu yana Orta Doğu’da yaşananları akılda tutarak IŞİD’e baktığınızda siz ne görüyorsunuz?

Retoriği ve ideolojisi, hatta teatral yönleri her ne şekilde olursa olsun, IŞİD nihayetinde Baasçıların işlevsel bir projesidir. Baasçı ideoloji aslen seküler olsa da, şu aşamada IŞİD’e İslamcı mücadelenin bayraktarlığı rolünü biçmekte beis görmüyorlar. Bana göre IŞİD’in temel hedefi, Irak’ta Kürt ve Şiilerin bağımsızlık kazanacağı herhangi bir bölünmeye engel olmak. Nuri El Maliki ve İran’ın bölgedeki etkisinden ötürü Şiilerden nefret ediyorlar. Petrol kaynakları üzerindeki kontrolse Kürtlerden nefret etmeleri için yeterli bir sebep.

Şii nefreti Amerika nefretinden büyük

IŞİD’in Sünni İslam tabanlı bir örgüt olduğu bilinse de, Şiiler üzerinden İran’ın bölgedeki etkisi, Türkiye’de çizilen senaryolarda çoğunlukla eksik bırakılıyor. İran’ın IŞİD krizine bakışı nasıl?

Şiiler –ve bir bakıma İran– bölgede daha geniş bir alana hâkim olmak istiyor ancak artık bu geniş alan Irak’la sınırlı değil ve Suriye’ye de uzanıyor. Suriye’de İran ve Türkiye’nin farklı stratejileri var. Türkiye Beşar Esad’a karşı olan çizgisini sürdürürken, İran’sa Esad rejimine yönelik koruyucu tavrını devam ettiriyor. Bunun yanı sıra İran, Irak’ın güneyinde Şii nüfusun yoğun olduğu kısımda da egemen olacak herhangi bir güçlü merkezi yönetimden de fayda sağlayacaktır. Şiiler ve İran, Güney Irak’la stratejik, ekonomik ve hatta idari bağlamdaki pek çok hususta paydaşlar. Eğer İran bölgedeki güncel duruma bir müdahalede bulunacaksa, Baasçılara ve IŞİD’e yapılacak bu müdahale Güney Irak üzerinden gerçekleştirilecektir. Türkiye’yse Kobane’deki durumdan hareketle Suriye-Türkiye sınırında bir insansız bölge oluşturmak ve Esad’ı ekarte etmek istiyor.

Sünni-Şii tansiyonu ile IŞİD’in diğer mücahit örgütler arasından sıyrılması arasında nasıl bir bağ var?

Hâlihazırdaki çok katmanlı savaş ilk olarak Esad’ın kanlı rejimine karşı ortaya çıkan barışçıl gösterilerle başladı. CIA, Avrupa devletleri ve elbette Katar ile Suudi Arabistan’ın muhalif hareketleri silahlandırmasıyla görünüm değişti. Karşı cephedeyse Esad’ın yanında İran ve Rusya durdu. Muhaliflerin silahlandırılmasının üzerinden çok geçmeden El Nusra Cephesi öne çıktı ve diğer örgütler üzerinde belli bir egemenlik sağladı. Bu noktaya kadar değerlendirdiklerimizin hepsi bir ‘Suriye projesinden’ ibaretti. Irak’ın dâhil olmasıyla beraber bambaşka bir hesap ortaya çıktı. Irak’ın resmin içine girmesiyle birlikte Baasçı ve Sünni unsurlar hesaba katılmak zorundaydı. Nuri El Maliki rejiminin dışladığı, İran etkisinden rahatsız olan Irak ve Suriye’deki nüfus belirleyici faktör olarak öne çıktı. IŞİD saflarındakilerin Şiilere duyduğu kin ve nefretin, ABD veya herhangi bir batı devletine duyulandan katbekat fazla olduğunu söylesem sanırım abartmış olmam. ABD’li veya Avrupalıların kafalarının kesilmesi elbette çok daha fazla ilgi çekiyor ancak IŞİD nefretinin saf hali İran’la ilişkili gruplar veya topluluklara karşı ortaya çıkıyor. İran’ın Esad’a verdiği destek yüzünden Suriye’de, El Maliki dönemindeki haksızlıklardan ötürüyse Irak’ta Şiilere ve İran’a karşı IŞİD’in büyük öfkesi var.

Kürtler ile IŞİD arasındaki çatışmaların başladığı ilk dönemlerde, diğer unsurların devreden çıkmasıyla ayakta kalan güçlerin savaşmaya başladığı konuşuluyordu. Ancak IŞİD’in Kobane kuşatmasındaki ısrarı politik bir hedefi gösteriyor. IŞİD niçin Kobane’ye, daha doğrusu Rojava’ya ısrarla saldırıyor?

IŞİD projesinin temel hedeflerinden biri de Kürtler. Kobane’deki duruma bakalım: Kürtlerin Rojava Devrimi, ulus devlet temelli olmayan alternatif, katılımcı demokrasiye dayalı bir devlet öngörüyor. Barzani’nin Irak Kürdistanı ise ideolojik olarak her ne şekilde olursa olsun, ayrılıkçı, otonom bir Kürt yönetimi; elbette IŞİD bundan da hoşlanmıyor.

‘Erdoğan Rojava’dan hoşlanmıyor’

Washington IŞİD’e karşı hava harekâtı başlatmasına karşın Kobane’deki kuşatmayı bitirmek yönünde kararlı bir adım atmıyor. Türkiye ve ABD’nin IŞİD konusundaki tutum farklılıkları size göre hangi farklı amaçlardan ileri geliyor?

Obama’nın projesi Esad’dan kurtulmak. Fakat Erdoğan’dan farklı olarak, Obama yönetimiyle Esad arasında kişisel bir husumet bulunmuyor. Esad’ın görevden uzaklaştırılması, Arap Baharının ortaya çıkarttığı karışıklığın mikro yönetimle yerinden idare edilmek istendiğini gösteriyor. Türkiye ilk başta Arap devrimlerinden taraftı; AKP hükümeti Sisi’nin askeri darbesine de Esad rejimine karşı çıktı. Fakat Rojava Devrimiyle birlikte, Arap Baharın destek veren AKP ayrılıkçı bir hareketle karşı karşıya kalarak stratejisini değiştirdi. Son yıllarda Kürt açılımı yoluyla bazı kültürel hakların resmi olarak tanınması, Öcalan’la başlatılan müzakereler, hatta Öcalan’ın ulusa dayalı olmayan devlet modeli açıklamaları, AKP’nin Türkiye’deki Kürt sorununu kontrol altına aldığı izlenimi edinmesine yol açmıştı. Ama Kobane’deki savaş, Rojava’yı potansiyel bir ulusa dayalı olmayan devletin devrimci bir modeli olarak öne çıkardı. Bu da Erdoğan’ın hoşuna gitmedi…

Koalisyonun Irak ve Suriye’de IŞİD için kırmızı çizgisi ne? Örneğin IŞİD’in şu andakinden daha ciddi bir muharip güçle Bağdat’a yürümesi farklı önlemler getirir mi? Koalisyon IŞİD’i ne kadar kontrol altında tutabiliyor veya baskılayabiliyor?

Elbette, Bağdat’ın IŞİD’in eline geçmesinden İran, hatta Katar ve Suudi Arabistan da hoşlanmayacaktır. IŞİD durağan veya istikrarlı bir güç değil. İskambil destesindeki joker gibi; dolayısıyla onu dışarıdan tamamen kontrol edebilmek söz konusu olmuyor. Fakat bölgedeki siyasete etki etmek isteyen aktörler direksiyonunda kendileri bulunmadıkları bu araçta seyahat etmeyi, araç arzu ettikleri rotanın dışına çıkana kadar sürdürecekler. Bazılarının da dediği gibi, Irak ve Suriye’de bir ‘vekil savaşı’ yürütülüyor. IŞİD denilen vekil ordu, koalisyon ülkelerinin hem içeride hem de dışarıdaki çıkarlarına hizmet ediyor. Marwan Bishara’nın bir makalesinde “IŞİD hizmetinizde” ifadesi geçiyor. IŞİD, bölgede çıkarları olan ülkelere pek çok hizmet sunuyor. Örneğin İsrail IŞİD’in varlığından son derece memnun; Gazze’yi bombaladığı vakit Gazzeliler bir anda IŞİD’li oluveriyor. Mısır IŞİD’e bayılıyor; Müslüman Kardeşleri köşeye sıkıştırıp üzerine gideceği zaman Müslüman Kardeşler ile IŞİD bir anda birbirlerine benzetiliyor. İran da durumdan memnun; IŞİD İran’ın bölge üzerindeki yumuşak gücü için meşrulaştırıcı bir mazerete dönüşüyor. İran Devlet Başkanı geçtiğimiz günlerde ABD’ye yaptığı ziyarette, “IŞİD’i siz yarattınız” diye konuştu. Doğru, IŞİD birileri tarafından yaratıldı ama Esad’ın demokratik baskılara karşı görevde kalmasını sağlayarak muhalefetin militanlaşmasının önünü açan da İran’dı.

Kaosun göbeğinden doğan Frankenştayn

Batı blokunun geçmişteki ‘cemiyet düşmanı’ olan El Kaide’nin devamı niteliğindeki El Nusra Cephesinin aktif biçimde desteklenmesi oldukça riskli bir siyasetti. Koalisyon bu kumarı niye oynadı?

Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar ve Körfez Arap Ülkeleri İş Birliği Konseyinin IŞİD ile El Nusra Cephesini desteklemesinin sebebi, bölgedeki İran etkisini kırmak, Esad’ı devirmek, Esad sonrası dönemdeki Suriye’yi yerinden yönetmekti. Ama bu süreçte beklemedikleri bir şey oldu; kaosun göbeğinden bir Frankeştayn, yani IŞİD ortaya çıktı. İstemeden yarattıkları bu canavardan mutlu olduklarını veya onu kontrol edebildiklerini sanmıyorum. Destek verip büyüttükleri silahlı unsurları kontrol altında tuttuklarını sanıyorlardı. Bugün bile ABD, İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır bu canavarı yok etmek isterse kolaylıkla sonunu getirir ama hepsinin bu konuda irade ortaya koyması gerekir. Peki, şu anda ne oluyor? Örneğin Türkiye IŞİD’in varlığını pek umursamıyormuş, hatta bundan memnunmuş gibi gözüküyor. Sebebi belli, Rojava Projesi. IŞİD tıpkı yakılan bir ateşe benziyor; yangını çıkaranlar ateşi tam olarak kontrol edemeseler de, şu anda o ateş üzerinde bir şeyler pişirmeye çalışıyorlar! Katar, Suudi Arabistan, ABD ve Türkiye bu kötü giden deneyden kendilerine olumlu bir şeyler çıkartmayı deniyor.

Bugün IŞİD olarak bildiğimiz yapının hangi özelliği Esad karşıtı Körfez ülkelerinin de dâhil olduğu koalisyon tarafından gözden kaçırıldı?

IŞİD biraz Taliban’ı andırıyor. İki örgüt de belirli bir yapıya sahip olmayan, amorf oluşumlardı. Basın çoklukla IŞİD’e katılan bireyleri anlamaya çalışıyor. Avrupa’dan gelen mücahitler haklarından mahrum edilmiş, dezavantajlı toplulukların mensupları. İslamofobiye, gasp edilen haklarına, ırkçılığa duydukları öfkeye ek olarak, o ana kadarki yaşamlarını terk edip çarpışmak için IŞİD’e katılacak cesareti bulabildikleri karakterleri ile belli bir askeri maceraperestlik bu kişileri IŞİD saflarına itiyor. Lakin bu söylediklerimiz piyadeler, yani IŞİD’in neferleri için geçerli. Anlaşılması gereken IŞİD’in bölgede güçlenmesini sağlayan toplumsal ve tarihsel arka plan. IŞİD’le diğer örgütler arasındaki en temel fark, IŞİD yönetimine Irak ordusundaki görevlerinden uzaklaştırılan veya diğer makamlarını kaybeden eski Baasçıların tesir etmesi. Öte yandan Sünnilerin Maliki yönetiminden hoşnutsuzluğu da bu tablo içinde değerlendirilmeli. Bu söylediklerim IŞİD’in tepesindeki isim El Bağdadi’nin Baasçılar tarafından kontrol edildiği anlamına gelmeyebilir; taraflar birbirlerini kullanıyor da olabilirler.

Güvenlik devletinin bahanesi IŞİD

ABD ve Britanya, kendi topraklarında IŞİD eylemleri olabileceği gerekçesiyle kara harekâtını değerlendiriyor. Türkiye’deyse hükümet Kobane eylemlerine güç kullanarak karşılık verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkça yargısız infazı bile savundu. IŞİD’in varlığı devletler için güvenlik diskurlarını geri mi getiriyor?

Kamuoyu araştırma şirketleri bunu zaten ölçüyor olmalı fakat Türkiye’de şu anda bir referandum yapılsa, toplumun önemli kısmının Kobane’den değil, ceberut güvenlik politikalarından yana tavır alacağını düşünüyorum. Eylemlerdeki ölümlerin faili ise belli; adına ister derin devlet deyin, ister güvenlik devleti. IŞİD’in Orta Doğu’da ortaya çıkışı, zahiri bir gücün denkleme sokulduğunu gösteriyor. Bana kalırsa tamamıyla karşıdevrimci olan bu proje, Arap Baharı sonrasındaki devrimlere ket vurmak üzerine kurulu.

Gelecekte Arap dünyasında herhangi bir devrimci dalganın ortaya çıkması halinde benzer bir zahiri güç modeline başvurulmasını beklemeli miyiz? IŞİD, karşıdevrimci bir model olarak kullanılacak kadar başarılı oldu mu?

Öyle gözüküyor. IŞİD modeli devrimleri bastırmak konusunda oldukça etkin bir model olduğunu daha şimdiden ortaya koydu. İran’a bakın: 2008-2009 döneminde İran’da, Yeşil Hareket olarak anımsanan çok ciddi bir kalkışma yaşandı. 2013’e gelindiğinde, İran Devrim Muhafızları Ordusu Komutanlarından Caferi seçime hile karıştırdıklarını açıkladı. Şu anda IŞİD’in Suriye ve Irak’taki varlığı, seçimlerde hile yaptıklarını itiraf eden Caferi ve mevkidaşlarını kahramanlara dönüştürdü. Artık yaygın kanı, İran’ın 80 milyonluk nüfusu Gazze’deki gibi bombardımanlarla, kafa kesmelerle karşılaşmadan geceleri rahat uyuyup sabahları huzurlu kalkmasını askerlere borçlu olunduğu yönünde! O halde IŞİD’in sonunu getirmek istediği tek şey Rojava değil; Suriye’deki Esad karşıtı muhalefeti vahşileştirdiği gibi, İran’daki meşru demokratik hareketleri ve demokrasi yanlısı kalkışmanın izlerini de ortadan kaldırdı.

Batılıların haricinde, Kuzey ve Batı Afrika’dan mücahitlerin de IŞİD saflarına katılması kozmopolit bir mücahit topluluğu yarattı. Bu topluluk gelecekte mobil bir karşıdevrimci güç olarak farklı coğrafyalarda taşeron olarak kullanılabilir mi?

Bu karşıdevrimci güç ileride mobilize olabilir ama bana göre, devrimlerin geleceğinden umutlu olmak gerekiyor. Çünkü devrimleri hazırlayan sebepler küresel kapitalist sistemin köklerindeki sorunlardan kaynaklanıyor. Devrimleri yoldan çıkarma stratejilerinde ısrar edilmesinin sebebi de bu. Kısa vadede bu çabalarında başarılı olabilirler. Ama bu devrimler devrimci bir iradenin yönlendirmesiyle ortaya çıkmıyor; temel sebep sistemin içsel ve süregelen kusurları oldukça devrimler bastırılamayacaktır. Devrimlerin çeşitli unsurlarla baskılanması ve kontrol edilmesi kalp cesaret kırıcı lakin nihayetinde bu çabalar sonuçsuz kalmaya mahkûm.